DEVLET ve SERMAYE (XIV)
Paranın Hikmeti
İnsanlar kendi gereksinmelerinin ötesinde üreterek ‘ekonomi’nin konusu olan “değişim” sürecini başlatmış oluyorlar.
Üzüm üreticisi, bir sepet üzüm vererek eşeğine bir yular alıyor örneğin.
Ancak zamanla, ürün çeşitliliği değişim için bir ‘ölçü’ (étalon) birimi bulunmasını gerektiriyor.
İşte ‘para’ böylece ortaya çıkıyor.
Lidya’lılardan önce, ölçü birimi olarak deniz ürünleri kabukları falan kullanılmış diyorlar.
Ancak paranın ‘altın ya da gümüş’ gibi değerli madenlerle basılmaya başlanmasından itibaren, diyelim bir Osmanlı Mecidiyesi’nin kaç Gol Frank’ına karşılık geleceği sorunu başlıyor.
O arada, bizim üzüm üreticisi, eşeğine palan alabilmek için, palan üreticisine diyelim bir eşşek yükü üzüm borçlanarak, palanı alıp gidebiliyor.
Buna da, özel kredi diyelim.
Takas aşaması aşılıp, parasal ekonomiye geçilmesiyle birlikte, bu özel kredi, doğal olarak, para-kredi biçimini alacaktır.
Daha sonra bankaların ortaya çıkması, üzüm üretcisinin, hasat mevsimini beklemeden bankadan alacağı ‘para-kredi’yle, palancıya olan borcunu ödemesine ve böylece ‘para’nın ‘dolanım süreci’ne girmesine yol açıyor.
Kapitalist sistemi kendinden önceki ‘ekonomik sistem’lerden ayıran ise, dolanım sürecindeki paranın, ‘üretim süreci’ni de belirlemesiyle ayrılıyor.
İşte paranın mallara takla attırması (le saut périlleux de la marchandise) süreci başlıyor demektir.
Çünkü bir yandan para ‘genel değişim birimi’ olarak kabul edilmiş yani tüm üretilecek malların paraya çevrilme zorunluluğu ortaya çıkmış, öte yandan ‘kişisel üretim’in özünde bir ‘toplumsal ilişki’ olduğu gerçeği belirmiş bulunmaktadır.
Artık Robinson Cruseo’nun (1719) maceraları değil, emeğiyle geçinenler ile paralarıyla geçinenlerin maceralarının başladığı bir döneme girilmiş olmaktadır.
İnsanlar arasındaki ‘ilişki’ler ‘şey’ler arasındaki ilişkiler biçiminde ele alınabilecek demektir.
Bu da ancak ‘para’ aracılığıyla olabilmektedir.
Her ne kadar parayı ‘el kiri’ olarak değerlendirmek mümkün ise de, bu ancak kapitalizm öncesi ve ya da sonrası ‘insan’larının yaşadığı dönemlere özgü bir değerlendirme olabilecektir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin ‘şey’ler arasındaki ilişkilere dönüşmesi, cansız varlıklar arasındaki ilişkilere dönüşmesi anlamına gelmemelidir.
Tersine, ‘cansız varlıklar’ın canlanması biçiminde düşünülebilir.
Bir kurbağa çiftinden doğan binlerce kurtçuğun, bulunduğu su birikintisine yayılarak, bir an önce kuyruklarını düşürüp olgun kurbağalara ‘dönüşmesi’ne (transformation) benzetilebilir.
Kurbağa kurtçuklarının su birikintisi içindeki yaşam mücadelesi, bir an önce kurbağaya dönüşme istekleri, herhangi bir ürün reklamında, diyelim bir içecek fabrikasında şişeler ya da sigara fabrikasında sigaraların, üretim bandında, kutulaşmaya doğru koşmalarına benzetilebilir: bir an önce ‘para’ya dönüşme isteği.
Bir an önce ‘gerçekleşme’leri (validation).
Şu koşulla ki, bir kurbağadan, binlerce yumurta içinden, en azından bir çift olgun kurbağanın yaşam mücadelesini kazanması gerekmektedir.
Üretim bazında ise, gerçekleşme süreci sonunda en az bir çift kurbağa oluşması gibi, üretim için yatırılan paranın da en az iki katına çıkması gerekiyor.
İşte, insanlar arasındaki ilişkilerin ‘şey’leşmesi demek, kurbağa kurtçuklarının yaşam mücadelesini kazanmak için, gerekirse biribirlerini yamek de dahil, başkaca hiçbir ‘değer’, kural, ahlâk, etik, vb tanımamaları demektir.
Ve üretim, sadece kapitalist sistem içinde bu tür bir ‘süreç’e tabiidir.
Kapitalist sistem içinde, yitirilen değerler, yükselen değerler, etik-metik, son çözümlemede ‘metelik’le ölçülebilir.
İşte, ‘kaç paralık adam’ ölçütü, sadece ve ancak bu sistem için geçerlidir.
Dahası, sistem bu iken, adamlık sadece parası olmak değildir demek, sadece ve ancak kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.
Gerisi lafı güzaftır.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem