DEVLET ve SERMAYE (XVII)
Devlet ve ‘müdahale’si
Devlet’in ‘sermaye’ ve ‘emek’ süreçlerinin ikisinin de temelinde yeraldığını biliyoruz.
O zaman ayrıca ‘müdahale’ ettiğini söylemek, etmesini beklemek demek ne demektir açmak gerekiyor.
Bunu iki ‘düzey’de ele almak gerekiyor : biri ‘kuralların belirlenmesi’ düzeyi, diğeri de ‘eyleme geçmek’ düzeyi.
Siyasal partilerin programlarında belirttikleri ‘formülasyon’lar birinci düzeye, hükûmete geldiklerinde yaptıkları ‘uygulamalar’ da ikinci düzeye örnek gösterilmektedir.
Ancak, siyasal partilerin ‘formülasyon’larından önce, Devlet’in başından beri uygulanagelen ‘düzene ilişkin kuralları’ zaten yürürlüktedir.
O nedenle, sözgelimi bir siyasal partinin ‘Bu düzen değişmelidir’ dediği zaman, düzenin ‘hangi kuralları’nı ‘nasıl’ değiştireceğini belirlemesi gerekmektedir.
Yoksa ‘üretim ekonomisi’ne geçeceğiz türü ‘boş formülasyon’larla ‘üretimin yapısı’ değişmez.
1929 Bunalımı yıllarında ABD’de, Sanayinin İyileştirilmesi Ulusal Yasası (National Industrial Recovery Act- la loi national sur le rétablissement industriel 1933)’nın uygulama kuralları (codes) Devlet, sanayici ve işçi temsilcilerinin oluşturdukları komisyonlarca belirlenecekti.
Böylece Devlet doğrudan ekonomik yaşama ortak (partenaire) oluyordu.
Dahası, bu komisyonlar da Devlet Başkanı’nın belirlediği ya da benimseyebileceği ‘hedef’ler doğrultusunda kararlar alacaklardı.
Bir tür ‘seferberlik’ ilanı idi ve tüm ulus da bir ‘Ordu-Millet’ gibi davranacaktı.
Çünkü sözkonusu olan ABD’nin ‘beka’sıydı.
İşte bir ulusun var ya da yok olma sorunu belirmişken, cevval bir Devlet Başkanı var iken, Devlet’in tüm olanakları kullanılıyor olurken, hem sanayici ve hem de işçi kesimlerinin birlikte karar almaları kararlaştırılmışken ve üstüne üstlük bu uygulamalara ‘coşkun halk desteği’ sağlanmış iken, 1929’dan itibaren bir dizi ‘act’ ABD’yi bunalımdan çıkarabildi mi?
Tek sözcükle hayır, çıkaramadı.
Demek ki, uluorta ‘Devlet bu işe bir el atsın’ demek de yetmeyebilmektedir ve yetmediği onlarca kez görülmüştür.
Dahası, Devlet’in ekonomiye ‘müdahalesi’, kapitalizmin tarihi boyunca üç farklı ‘aşama’dan geçmiştir denilebilir:
- Ticari kapitalizm ya da Merkantilizm aşamasında, Devlet sadece ‘piyasa’nın ticari kurallarını belirlemekte
- Sanayi kapitalizmi aşamasında ‘bırakınız yapsınlar’ ya da ‘rekabet’ kurallarını belirlemekte
- Emperyalizm aşamasında ise ‘finans kapital’e yönelik ‘ekonomi politikaları’ uygulamak istemektedir.
Peki ama ‘finans kapital’ ekonomi politikalarına uyabilecek bir ‘yapı’da mıdır?
Kapitalistler arası bir ‘ilişki’ olmasının ötesinde, onun da ‘göreli bir özerk’liği yok mudur?
Kuşkusuz vardır.
Ve tam da bu nedenle, günümüzde en fosforlu ‘ekonomi politika’larını takmamakta değil midir?
Denilecek ki, ‘son çözümleme’de, işleyiş ‘Banka’larda olduğu için, bankaları denetim altına almakla bu da sağlanabilir.
Şimdi, elinizi canınızın istediği bir yere koyarak, Türkiye gibi bir ülkede, ‘Banka’ları denetim altına almayı düşünebilirsiniz.
‘Merkez Bankası’nı mı denetim altına alacaksınız yoksa ticari bankaları mı?
Banka parasını mı yoksa ‘kredi’lerini mi?
Yoksa ‘para-benzerlerini’ mi?
Böylece, Devlet’in ekonomiyi, sözde ‘ekonomi politikaları’yla yönetemeyeceği noktasına gelmiş oluruz.
Demek ki, bir ideoloji olarak ‘ekonomi politikaları’ terimi, ne para-sermaye ya da benzerlerini denetlemeyi ve ne de sınıf çelişkilerini düzenlemeyi içermemektedir.
Ya da, ‘ekonomi politikaları’na inanmak için sınıf çelişkilerini yok saymak gerekmektedir. Ki, günümüzde yapılan da bundan başkası değildir.
Çok daha iyi anlaşılması için, ‘ekonomi politikaları’nın, yürürlükte olan ‘kapitalist strateji’nin daha az sorunlu olarak uygulanmasının ‘araç’larından başka bir şey olmadıkları söylenebilir.
Devlet’in hem ‘para’ ve hem de ‘emek-gücü’nü yönetmeye ‘içkin’ olduğunu söyleyegelmekteyiz, ancak her bütünsel ekonomi politikalarının formülasyonu da ‘kapitalist strateji’nin uygulanmasına yönelik olmak zorundadır.
Tersi, ‘düzen değişikliği’ anlamına gelecektir ki, sosyalist partiler dahil, herhangi bir siyasal partinin, söylem dışında, ne böyle bir isteği ve ne de ‘amacı’ vardır.
Sözgelimi, “sosyal politaka” anlamında salt ‘ücret politikası’, ‘asgari ücret’ ve ya da ‘sendikalaşma’ya ilişkin ‘politika’lara Devlet’in ‘etkin müdahalesi’ gerçek anlamda ‘ekonomi politikaları’ olarak değerlendirilemez.
‘Emek-gücü’nü oluşturan tüm ‘sosyal tabakaları’ kapsamak zorunda olmasının ötesinde, para ve finans araçları reformlarıyla birlikte, yönetim ve ‘ideoloji’ reformunu da içermelidir.
‘Devlet müdahalesi’, demek ki, genelgeçer olarak savunulan ‘ekonomi politikaları’na indirgenemez.
Ya da bütüncül ‘ekonomi politikaları’ zaten ‘Devlet’in aktif müdahalesini içermek zorundadır diyelim.
Ne var ki, faşizm ya da nazizm gibi, ‘İstisna Devlet’ biçimlerinde uygulanan ‘bütüncüllük’ de ayrı bir çalışmayı ilgilendirmektedir.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem