Devrim Neden Sürdürülemedi?
İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal... Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!
Bu yazıda Mustafa Kemal Atatürk “Devrim neden sürdürülemedi” sorusunu yanıtlıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal düzenliyor, güncelliyor, tamamlıyor.
* * *
1- Devrim neden sürdürülemedi? Hatta geriye dönüş oldu? Bu önemli konu üzerinde de durmamız gerekiyor. Önce belirtmeliyim ki, daha işin başında zorluklarla, engellemelerle karşılaştım. Yol arkadaşlarımdan bile!... Birlik gösteremediler. Ancak, aralarındaki uyuşmazlık mahiyete değil, şekle aitti, yani arkadaşlarımın hepsi “reformcu” idi. Bir kısmı reformculuğu Osmanlı alafrangalığını, Osmanlı ailesi ve hilafet iştiraki ile sürdürmekten vaz geçemiyordu. Bir kısmı ise, bu işin onlarsız daha iyi yapılabileceğini benimsememişlerdi. Zaten benim cumhuriyetçiliğimi de, bu türden alafranga bir reformculuk merakı sanıyorlardı. Anadolu İnkılap ve İhtilali’nin, benden sonra neden yarım kalmış olduğu şimdi daha kolay anlaşılıyor, değil mi?
2- Ülkenin geleceğine yön verecek olanların bu tutuculuk ve dağınıklığının da etkisiyle, ne yazık ki, sonraki kuşaklar da yeterli bağlılığı gösteremediler devrimlere. Oysa, yaptığımız devrimlerin gayesi, en uygar, en gönençli bir millet olarak varlığımızı yükseltmekti! Bu büyük hedefin gerçekleşmesi ise devrimlerin yalnız korunmasını değil, sürdürülmesini de gerektiriyordu. Çünkü biz ancak Cumhuriyet’in temellerini atmıştık. O temeller yükseltilmeli, bina tamamlanmalı, sağlamlaştırılmalıydı. Bu görev de sonraki kuşaklara düşüyordu. Ne var ki, yapmadılar, başarılı olamadılar; dahası giderek gevşediler. Uygulamadılar ilkelerimi; direnmediler, yüz çevirdiler, hatta ihanet edenler oldu. Ödünler vermeye başladılar. Başlattığımız dönüşüm süreci böylece yavaşladı, sonra durduruldu. Sonraki hükümetler yaptığım devrimi yozlaştıra yozlaştıra Emperyalizm’in denetiminde bir Filipin demokrasisi kılığına soktular. Üstelik bunu Atatürkçülük örtüsü altında yaptılar, bu da giderek bana karşı çıkılmasını olağan hale getirdi. Eğer bir devrim yarıda bırakılırsa, bile bile yozlaştırılırsa, elbette geriye dönüş başlar, hem de büyük bir hızla. Gerçekten de öyle oldu.
3- Sonra gelenlerden bazı politikacılar halka yakın göründüler. Sözde halkın mertebesine indiler, oysa yaptıkları geri adım atmaktı. Halka hizmet olsun diye değil, siyasî emelleri yönünde faydalanmak için, oy toplamak için... Halk dalkavukluğuydu onların yaptığı. Yıllarca, artarak sürdü bu istismarları. Muratlarına da erdiler, ancak çok büyük zararlar verdiler, geriye götürdüler ülkemizi.
4- Özellikle 1950’den itibaren başlayan karşıdevrim sürecinin sonul hedefi, şeriatçı bir diktatörlük kurmaktı. Böylece Türkiye toplumu Devrim’den öncesine, yani feodalizme, ortaçağa, şeyhlik ve ağalık düzenine dönmüş olacaktı. 1950’den sonraki hemen bütün iktidarlar bu amaca hizmet etmişlerdir. Köy enstitüleri, halkevleri bunun için kapatılmıştır. Bunun için öğretmenlik ikinci sınıf meslek durumuna düşürülmüştür. Bunun için Türkiye’nin imam gereksiniminin çok, ama çok ötesinde imam hatip okulları açılmış, imam olma olasılığı olmayan kızlar bile bu okullara öğrenci kaydedilmiştir.
5- Toparlarsak, diyebiliriz ki, Atatürk Devrimi sürecini durduran ya da yavaşlatan, Karşıdevrim hegemonyasını pekiştiren başlıca dört adım atılmıştır: Halkevlerinin kapatılması, Köy Enstitülerinin kapatılması, İmam –Hatip okullarının açılması, Öğretmenliğin ikinci derecede meslek durumuna düşürülmesi… Denebilir ki, Türkiye Atatürk Devrimi sürecine yeniden sokulmak istenirse, bu dört adımı tersine çevirmek gerekir.
6- Yalnız çıkar ve koltuk düşkünü siyasetçiler miydi, hayır, başka sorumluları da vardı geriye dönüşün: Sözde Atatürkçüler!... Onlar beni hiç anlamamış, ilkelerimi öğrenmemiş olan, benim adımı çıkarlarına alet eden, laf ebesi Atatürkçülerdi, “Atam izindeyiz” ezberinden başka laf bilmeyenlerdi. Kendi partim, CHP de devrimlere aynı ateşli yürekle bağlı kalmadı. Samimi Atatürkçüler ise, bilinçli, örgütlü, etkili büyük bir güç haline gelemediler. Cumhuriyet değerlerini, Devrimcilik bilincini halkımıza aşılayamadılar. Devrim ve Cumhuriyet düşmanları saflarını sıklaştırarak sinsi sinsi ilerlerken, başarıdan başarıya koşarken, şaşkın, öfkeli, ama eli kolu bağlı, dilsiz, seyirci kaldılar bütün olup bitene! Büyük fırsatlar verdiler düşmanlara atalet ve dağınıklıklarıyla. Adeta önlerini açtılar, işlerini kolaylaştırdılar.
7- Eğer bu yukarda andığım üçlüye ortak bir ad vermek gerekseydi, her halde en uygunu “imkân yiyenler” olurdu. “İmkân yiyenler”in sonu her yerde birdir: bitmektir, çürümektir. Türkiye, Atatürk’ün ölümünden sonra, imkân yiyenlerin yönettiği bir ülke haline geldi. Oysa çok büyük bir imkân yaratmıştı Atatürk. Eğer küçük de olsa buna eklemeler yapılsaydı, Türkiye mucizeler yaratırdı. Ancak hiçbir ilave yapılmadı. Çünkü Atatürk’ten sonrakilerin hiçbirinde yaratıcı diyalektikten nasip yoktu. Hepsi imkân yiyici oldu, hepsi hazıra duacı idi. Keşke sadece böyle olsalardı, epey bir kısmı aynı zamanda hâindi. Türkiye’de imkân yiyenlerin, dincisi ile, sözde Atatürkçüsü ile geldikleri ve ülkeyi getirdikleri nokta, işte ortadadır.
8– Ancak hemen eklemeliyim ki, ben hiçbir zaman umutsuz olmadım, karamsarlık nedir bilmedim. Bütün içtenliğimle yine tekrarlıyorum: İçinde bulunduğunuz durum ne olursa olsun, kötümserlik yok, umutsuzluk yok! Evet, bugün yaptıklarımız yıkılıyor, yok ediliyor. Ancak bu önce ne demektir? Bu önce, ey yurtsever, ey Atatürkçü, görev zamanı çoktan geldi demektir: Harekete geç, işbaşı yap. Düşünce ile, eylemle… Doğrudur, çok şey yitirildi, ancak her şey bitmiş değildir. Bir araya gelin. Devrimlerime sahip çıkın, koruyun, canlandırın. Ve daha ileri gidin. Ancak hep bilimle, ahlakla, yurtseverlikle, hep halkla birlikte!... Bütün düş kırıklıklarına, bütün kayıplara rağmen, Türkiye’yi dünyanın en uygar ülkesi yapmak hedefinizden asla vazgeçmeyin! Kendinize güvenin, umudunuzu koruyun; çünkü haklı olan sizsiniz. Yeter ki çalışın. Şu şartla ki, yapacağınız işlerin gerektirdiği şekilde kendinizi yetiştirmiş olun, o işlerin gerektirdiği donanıma sahip olun.
9- Ey halkına hizmet için çırpınan! Devrim ülküsü yok edilemez. Yenileşme dediğimiz süreç bitmez. Görev senin omuzlarındadır. Sen “imkân yiyenler” den olma, gerçek Atatürkçü ol! İnanmış, gerçek bir Atatürkçü göz açtırmaz millet düşmanlarına. Mücadele eder, bilgisiyle, ahlakıyla… Çok iyi yetişmiş olarak, kafasında ilkeleri, yanında arkadaşları, halk düşmanlarına karşı halkımızı aydınlatmayı sürdürür; herkesin kolay anlayacağı şekilde, halkın diliyle. Bir Atatürkçü ancak bu takdirde görevini hakkıyla yapmış sayılır, devrimlerimi yeniden yükseltebilir, yeniden yerine koyabilir.
10- Bizim halkımız Devrim'i de, çağdaşlığı da benimseyecek yetenektedir. Her yeniliğe, her zaman açıktır. Bilimin değerini, onun sağladığı imkânları görmüştür, anlamıştır. Sorun, halkın önünü kesenlerdedir. Bunlar, daha önce vurguladım, iç bedhahlardır, dış bedhahlardır. Türk ulusu susuyor, sesini çıkarmıyor, seyrediyorsa, Kemalist Devrimi tutmuyor, savunmuyor, özlemiyor sanma. Bir eziklik, bir yılgınlıktır bu suskuyu yaratan; hele bir yakın Kemalist Devrim meşalesini, siz o zaman görün Türk ulusunun coşkusunu, canlılığını ve yaratıcılığını.
Prof. Dr. Cihan DURA, 6 Mayıs 2016