DEVRİME GİDEN YOL -II
Dünya genelinde kitlesel eylemlerinin olağanüstü artmakta olduğunu yazdık.
Amacımız ‘kıyamet’i getirecek olan olayların sadece Türkiye’de yașanmıyor olduğunu göstermekti.
Toplumsal olayların biribirlerinden ‘kopuk’ olarak gelișmediklerini ‘bir kez daha’ göstermekti de denilebilir.
Sözgelimi yıllardır ‘Devlet-Ulus’un ‘sonu’ diye yazarken, sadece Türkiye’de Atatürk İlkeleri’nden uzaklașıldığını; ‘Yeni Anayasa’ ya da ‘Bașkanlık rejimi’ gibi tartıșmaların ‘bize özgü’ olmadığını anlamaya ve o arada anlatmaya çalıșmaktı.
Dünya genelinde ‘Devlet’lerin bir ‘meșruiyet sorunu’ içine düștüklerini kanıtlamaktı..
Dünya genelinde ‘toplumsal gelișme’nin ‘ortak yönü’nün, toplumsal grupların ‘hoșnutsuzluklarını ‘gösteri’, ‘bașkaldırı’, ‘ayaklanma’ biçiminde ortaya koymalarına karșın, bunlardan ancak belli bașlıların bir ‘devrim sürecine’ dönüștürebileceklerinin altını çizmekti.
Sözgelimi 1968 ‘öğrenci olayları’nın hem biribirlerinden habersiz ve hem de biribirleriyle ilgisiz olaylar sonucunda ama aynı dönemde Avrupa’da ve o arada Türkiye’de yașanmıș olması ilginç değil midir?
Gerçekten 1968 Mayıs’ında Fransa’daki ‘öğrenci olayları’nın bașlangıcı da, Paris’teki American Express’in yağmalanmasına katılan bir militanın tutuklanmasının ardından 22 Mart’ta bașlayan hareket olmuștu.
Ne var ki, bir dizi ‘yan etkisi’ olmasına karșın, 1968 olaylarının bir ‘devrim’le sonuçlandırılamadığı da ortadadır.
Oysa, gerek 1917 Devrimi’nde Kıș Sarayı’nın alınması, 1789’da Bastille’in basılması gibi tarihsel dönüșümler de bugünküne benzer ‘gösteri’ler sonucunda ortaya çıkmalarına karșın, ‘politik bilinç’li önderlerin yönlendirmesi ile uygulayacakları bir ‘program’a ve o ‘programı’ uygulayacak ‘kadro’ları yaratabilmișlerdi.
Oysa Arap Baharı’nda olduğu gibi, kimi ülkelerde ‘yöneticilerin değiștirilmesi’yle sonuçlanan eylemlerin, ‘düzeni değiștirme’ye varıp varamayacakları ve hatta gerçek ‘devrim’ niteliği tașıyıp tașıyamacakları konusunda bugünden bir șey söylenemez.
Bir kez daha Süleyman Demirel’e gönderme yaparak denilebilir ki, ‘Arap Baharı’ eylemlerinde muhalefet ‘hükûmet olsa da iktidar olabilecek midir’?
Soru da sorun da budur?
Gerçekten bugün Türkiye’deki toplumsal hoșnutsuzluk, Malatya’daki ‘kayısı üreticisi’, Ordu’daki ‘fındık üreticisi’, Rize’deki ‘çay üreticisi’, Mersin’deki ‘seracı’, Bitlis’deki ‘tütüncü’, Hatay’daki ‘esnaf’, ODTÜ’deki ‘öğrenci’..ve benzeri ‘eylem’leriyle ortaya konuluyor olabilir.
Ancak, bütün bu eylemlerin yanında ve çoğunun ‘içinde’ olan bir ‘politik önderlik’ var mıdır yok mudur?
Bu önderliğin belli bir ‘programı’ da ve o programı uygulayabilecek ‘kadro’ları da var mıdır?
Ve Türkiye’nin ‘toplumsal birikimi’, 21. Yüzyıla ‘yakıșır’ bir ‘devrim’i yapabilecek yeterlik ve olgunluk așamasına gelmiș midir gelmemiș midir?
O zaman Türkiye’deki muhalif grupların ‘hükûmet olma’nın ötesinde doğrudan ‘iktidar olma’ya aday olduklarını ortaya koymaları gerekmektedir.
Çünkü ‘Devrim’ demek bu demektir zaten.
Çünkü hükûmetler kendiliğinden de düșebilirler.
Oysa devrimler halkların doğrudan ‘iktidar’ı ellerine geçirmelerinin adıdır.
‘Hakimiyet’ de denilebilir.
Sözde kendisinin olduğu söylenen ‘hakimiyet’ yani ‘egemenliği’, halkın doğrudan ele almasının adıdır devrim.
Bunun için ‘hükûmeti düșürmesi’ yetmez, uluslararası güçlere de karșı koyabilmesi gerekmektedir.
Ve bu gibi durumlarda her șey olabilir.
Sadece ‘diplomasi’ olmaz!
Habip Hamza Erdem