Öncelikle... Gönderdiğiniz yüzlerce moral mesajı için (suçu kanıtlanana kadar herkesin suçsuz olduğuna inandığınız için) çooook teşekkür ederim ey kıymetlim okur.
Bu arada TBMM Başkan Vekili ve de (benim için bu sıfatından öte uzun yıllardır manevi abla olarak kabul edilmiştir) MHP Milletvekili Sayın Meral Akşener başta olmak üzere, CHP Milletvekili Sayın Haluk Koç ve de Sayın Şinasi Ökteme, ATO Başkanı Sayın Sinan Aygüne, Türk Eğitim Sendikası Başkanı ve tüm üyelerine, İşçi Partisi Başkanı Sayın Perinçeke, çeşitli sivil toplum kuruluşlarına, Washingtondaki Türk derneklerinin vitrinindeki değerli dostlarıma ve de bir avuç kalmış tarafsız meslektaşlarıma tekrar sizlerin şahitliğinde teşekkür ederim, böylesine sevilmek çok güzel ama uyarıyorum derhal şımarabilirim (tebessüm).
Yeri gelmiş iken, medyada yazılanları okuyunca inanamıyorum, bu önyargı niye, bu öfke neyin örtüsü?! Kendini yüce yargının, hakimin, savcının yerine koyan malum medyamızın bazı mensuplarının yaptığı itibar infazının gereğini sonsuz güvendiğim Türk adaletinin nezninde hak arayışına bıraktım artık.
Evet, zaman akıyor, derhal ana adapte olalım, çocuk ruhlu Kezban yazarınız galiba büyümeye başladı, çocuk ruhlu olma sırası size de geldi efendim;
1 haftadır aklımda hep aynı soru var ey özlenen okur ki size aylar önce bu sütunlarda anlatmıştım, meşhur Kral çıplak hikayesini hatırlayın, bir dakika sabır gösterip paragrafın sonuna kadar bekleyin, eski öyküden yeni bir çıkarım yapacağız; terzileri, krala sanal bir kıyafet dikmiş, halk kralın çıplak olduğunu görür ama söyleyemez, terziler de yaptıkları oyunları kimsenin bozamayacağını, halkın korku içinde olduğunu bilirler, derken, hesap edilmeyen bir şey olur, bir küçük çocuk çıkıp- Kral çıplak- diye gerçeği bağırınca...
Sonrası malum, halka, krala ve terzilere ne olduğunu biliyorsunuz. Bu öykü anlatılır iken hep kraldan, terziden, halktan bahsedilir ama hikayenin asıl kahramanı çocuktur, hiç birimiz bu öyküyü anlatır iken çocuğun hakkını vermeyiz. Peki o çocuğa ne oldu sizce? Hiç biriniz bilmiyorsunuz değil mi çocuğun akıbetini, hiç biriniz hikayeyi anlatır iken çocuğun başarısına alkış tutmazsınız. Emininim bu öyküyü yüzlerce defa dinlediniz ama çocuğun asıl özne olduğunu bir çocuk ruhlu Kezban hatırlattı işte. Haydi hep beraber çocuklaşalım mı? Bağırın biraz sesiniz duyulmuyor.
Bu satırların yazarı gökkuşağı aşığı, gökkuşağının her göze nasip olmayan ara renklerini görmekle ödüllendirilmiş bir renk çocuğudur. Gökkuşağının renklerini tanımak sabır ister, an gelir gökkuşağına acının rengi de düşer elbet?
Eveet, şimdi de size söz verdiğim gibi aşk-meşk ile harmanlanmış bir çiçek, kuş masalı anlatacağım. Diken kuşunun öyküsü, ey yazarınızın düş gücüyle kaleme alınmıştır;
Diken kuşunun hüznü büyüktür çünkü diğer kuşlar gibi şarkılar söyleyemez, sesi çıkmaz, çıkamıyordur (niye diye sormayın, işte öyle, masal bu, diken kuşu ile kastettiğim de sanmayın Kezban yazarınız, belki de o kuş sizsiniz, neyse, dedim ya sadece masal bu).
Diken kuşunun ruhunu besleyen en deriiin ülkü avaz avaz özgürce şarkılar söyleyebilmektir. Diken kuşu tek bir şartla şarkılarının gökkubede yankılanacağını bilir; diyaframının açılması için göğsünü bir dikene yaslaması gerekir, diken battıkça açılabilecektir sesi. Diken kuşu tercihini yapar, yaslar göğsünü dikene. Diken saplandığında acı içinde sesi açılır. Başlar şarkılarını söylemeye, ne istedi ise onunla taçlandırılır. Diken kuşları bilir ki gökkuşağının altından geçmek, avaz avaz şarkılar söylemek demek, göğsünü dikene yaslayabilmektir de.
Ve... Gökten üç elma düşer. Bu masal da burada? Artık bundan sonraki öyküleri de siz yazın ey çocuk ruhlu okur.