Dil Üstünde Kaydırmaca
Rahmetli Hocamız Prof. Seha Meray, zaman zaman bir arkadaşımıza takılırdı:
"Yahu iyi ki İngilizce var, yoksa sen Türkçe konuşamazdın!"
Çünkü SBF'nin bu genç öğretim üyesi, her tümcesine mutlaka en az bir İngilizce sözcük sokuştururdu.
Derken bu "moda"yı pek sayın devlet büyüklerimiz yaymaya başladılar. Örneğin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na "BM Asamblesi", ya da izlenecek yol, yöntem yerine "prosedür" demezlerse kendilerinin yeterince önemsenmeyeceğini düşünür oldular.
Hele rahmetli Özal!
ABD Başkanı Bush'tan söz ederken "Başkan" derse küçültülmüş olacağını düşünmüş olacak ki, hep "Prezident Buş" derdi.
"Aydı"ın tersine, "entel" bir aşağılık duygusunun ürünüdür.
Osmanlı enteli, Arapça ve Farsça yüklü konuşup yazdıkça kendini kitlelerin üzerinde görürdü. Çöküş döneminin "mandacı" enteli, Fransızca sözcükler paralayarak farklı olduğunu kanıtlamaya çalışırdı.
Şimdiki enteller ise, Amerikanca sözcüklerin arkasına gizlenerek aşağılık duygusundan kurtulma peşinde.
Onarın yönlendirdiği basın ve sermaye imparatorları da, bu "moda"nın dışına çıkma cüretini kendilerinde bulamıyorlar... "Medya center"ları "basın merkezi" yapsalar küçüleceklerini sanıyorlar.
Bizim orada bir alışveriş merkezi açılmış. Astıkları kocaman bezin üzerinde "West Side Shopping" yazılı.
Dinci bir yayın grubunun çıkardığı derginin adı bile "Aksiyon."
"Eyc bi bi", kendini "he be be" diye okursa önemsenmeyeceği korkusunda... Devlet televizyonunun haber okuyucusu bile, TV 2'ye "ti vi iki" diyor. Bari "ti vi tu" dese daha tutarlı olacak.
Anadolu'nun enteli artık Amerika'ya gittiğinde hiç yabancılık çekmez... Ama Anadolu insanı artık kendi ülkesinin büyük kentlerinde yabancılık çeker oldu...
Mustafa Kemal, gerçek bir "Osmanlı aydını" idi. Osmanlıcayı çok iyi konuşur ve yazardı. Ama doğru olanın Fuzuli'nin değil, Yunus'un dili olduğunun bilinciydeydi.
Geleneksel Türk müziğini çok severdi. Ama çok sesli müziğin evrenselliğinin ve Türk kültürüne yapacağı katkıların bilinciydeydi...
Duygularının değil, aklının gereğini yaptı.
Kendisi de büyüdü, toplumu da...
TV'sine, gazetesinin eklerine, dergilerine, binasına, mağazasına Amerikanca isimler koyanlar neyin gereğini yerine getiriyorlar? Duygularının mı, akıllarının mı?
HBB kendine "eyc bi bi" deyince daha mı çok izleniyor? Amerikalılar da uydu antenlerini ona mı çeviriyorlar?
Kanal D'de ya da Kanal 6'da iyi bir izlence varken herkes gene de adı Amerikanca olan bir kanalı mı seçiyor?
Öyleyse işyerine yabancı isim koymanın parasal, akılsal bir yanı yok. Peki ne yanı var?
Fransa, dildeki yozlaşmayı önlemek, Fransızca'yı İngilizce sözcüklerin istilasından kurtarmak için yasa çıkardı. Kamu görevlilerinin buna uyma zorunluğu getirildi.
Türkiye'de yeni mandacı enteller Amerikanca sözcüklerin istilasının öncüsüler. Eski mandacı entellerin bir kısmı ise ona karşı; ama Arapça ve Farsça'nın istilasına dönme arzusu içinde karın ağrısı çakiyorlar.
Arapça ve Farsça'yı "yabancı" saymayan "milliyetçi - muhafazakâr" enteller bunlar. Ama gene de, Fransa'dakinin benzeri bir yasa hazırlığının olduğunu öğrenmek umut verici...
1980'den önce, işyerlerinin adının Türkçe olmasını zorunlu kılan bir yasa vardı. Eğer yabancı bir ad daha kullanılacaksa, o ad Türkçe olanın en çok yarısı büyüklüğünde yazılabiliyordu. Üstelik de tabela vergisi iki kat ödenerek.
O yasayı enteller kaldırdı.
Nâzım'ın "Bir Aşk Masalı"nda Ferhat, Şirin'e şöyle der:
- Konuştuğum dil kadar, Türkçem kadar güzelsin!
Dilin de, Türkiye'nin de kurtulması, entellerin yerini aydınların almasına bağlı.
Osmanlının son döneminde de entelden geçilmiyordu.
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI, Ekim 1996, Cumhuriyet