DİL ÜZERİNE NOTLAR (III)
Bilim ve bilimcilik
Her konuda olduğu gibi, yine üzerinde düşünmeden, ‘bilimsel yaklaşım’, ‘bilimsel tutum’, ‘bilimsel bakış’ bilim.. diyerek akan suları durdurduğumuzu sanırız.
Peki ‘bilim nedir?’ diye sorulacak olsa, en babayiğidimizin yeterli bir yanıt vereceği kuşkuludur.
Sözlük ya da ansiklopediyi açarak, oradan ‘herhangi bir’ tanıma sığınmanın yararı olmaz.
Oysa, bu satırların yazarı da, bolca ‘bilimsel’ sıfatını kullanmaktadır. Ne ki, ‘bilimsel’ olmakla olmamak arasında ‘sürekli’ bir düşünme çabası içinde olarak..
Şimdi, ayırdında olmadan ‘bilimcilik’ten dem vuranlar bir yana, neredeyse yüzyıla yakın bir süredir, benim diyen düşünürler arasında da bir ‘bilimcilik’ takıntısı olmadı değil.
Bu tip düşünür ve bilim adamalarına ‘bilimci’ (scientiste), çabaları için de ‘bilimcilik’ adı verilmektedir.
Son çözümlemede, bilimcilik neredeyse bir inanç, bir ideoloji, bir ‘dünya görüşü’ olabilmektedir.
Biz bunun en somut örneklerini ‘ekonomi bilimi’de görüyoruz.
Sunu/istem ya da arz/talep, özde, ne üretimi yönlediren özgül nedenlerin gerçek gücü, ne de ekonomik olguların (phénomène) aritmetik toplamını gösteren sıradan adlandırmalar değil, bilimsel düşüncenin ‘nesne’leri olup, bilimsel düşünce, olaylara içkin gerçekliği ‘ifade’ etmek (signification) üzere onları kullanmaktadır.
Ne var ki, ‘arz/talep yasası’ gibi ‘sözde bilimsel’ bir yasaya iman getirerek, ‘ideolojik’ dünya görüşüne sahip ‘ekonomistler’in ‘istatistik, matematik ve enformatik modelleriyle’ öylesine bir ‘bilimcilik’ yapılmaktadır ki; talep yerine ‘gereksinme’yi koyduğunuz zaman da, tüm ‘ekonomi bilimi’ iskambil kağıtlarıyla yapılan şato gibi yıkılmaktadır.
‘Talep’ zaten ‘istem’dir, ‘gereksinme’yi de içerir türü psikolojik ve patolojik açıklamalar ise, ‘bilimciliği’ daha üst bir düzeyde tartışmaya taşımanın ötesine geçmez.
Şimdi “istek (arzu) ve gereksinme” arasındaki diyalektik ilişkiye; yani isteğin belli bir zaman içinde gereksinmeye dönüşmesine değinmenin yeri değil.
Ancak ‘bilimcilik’ konusunda Ernest Renan’ın « Us konuşmaya başladığında, artık bizim bir istekte bulunma hakkımız yoktur, sadece onu dinlemek zorunluluğumuz vardır » (Nous n’avons pas le droit d’avoir un désir, quand la raison parle ; nous devons écouter, rien de plus ) dediğini anımsatalım; yeter.
Delirten Dilbilim Kuramları
Geçen bölümde, Hint-Avrupa dillerinin zaman ve mekanda gelişimini gösteren ‘mükemmel’ matematik modellerinin, Remco Bouckaert ve arkadaşları tarafından kurulduğuna işaret etmiştik.
İşte bu tür ‘bilimci’ yaklaşımların, yaşamın gerçekliğinden ne denli uzak oldukları da ayrı bir ‘gerçeklik’ olarak ortada durmaktadır.
Şimdi şu Hint-Avrupa dil grubu’nun 500’ün üzerinde dilden oluştuğu gözönüne alındığında, bu konuda en azından onbin yıllık (M.Ö. 8000’ler) bir zaman dilimi içinde nasıl gelişip serpildiğini ‘formüller’le açıklamanın olanağı var mıdır?
Olsa olsa bu konuda bir sav (hypothèse) ileri sürülebilir.
Çok daha bilimel olsun diye bir ‘araştırma konusu’ (hypothèse de travail) diyelim.
Bu bağlamda, günümüzde dünya nüfusunun yarısının konuştuğu diller [ve çok daha doğru biçimde ifade biçimleri (langage)] kimi alt-gruplara ayrılabilir:
- Latin dilleri: Fransızca, İspanyolca, Romence, İtalyanca, Katalanca ..
- Cermen dilleri: Almanca, İngilizce, Danimarkaca, Norveçce, İsveçce, Flamanca
- Slav Dilleri: Rusça, Sırp-Hırvatça, Slovakça, Çekce..
- Yunanca
- Hint-İran dilleri: Sanskritçe (eskimiştir), Hintçe, Farsça, Urduca (Hint-Urdu), Bengalce, Sinkçe, Pençabça..
- Seltikçe (Celtique): Brötanca, Galce, İrlandaca..
- Baltıkça: Balt dilleri
Bu ana-gruplandırmaya karşın; Baskça, Macarca, Finlandiyaca, Laponca ve Estonca işbu ana-grup içine sokulamamaktadır.
Dalga kuramı: iğne dersem çık iplik dersem saklan
2011 yılında Yeni-Zelandılı Quentin Atkinson, Bilimler (Sciences) dergisinin Ağustos sayısında öyle bir sav (hypotèse) ileri sürdü ki, ona göre bütün dillerin beşiği, insanlığın beşiği de olan Güney-Batı Afrika’dır.
Atkinson’a göre, insanlığın beşiği de olan Günye-Batı Afrika, Fildişi’nden, Gana, Benin, Nijerya, Kamerun, Gabon, Kongo, Angola ve Nabibya’da hâlâ çok zengin olan ‘diller’ (langage) bölgeden uzaklaşıldıkça hem ses hem de sayıca azalmaktadır.
Dilci ve antropolog olan Atkinson’un Güney-Batı Afrika’nın ‘ekvator ormanları’ndaki kuş sesleri ile dilleri biribirine karıştırdığı görülmektedir.
Daha da ileri gidilerek, denilebilir ki, maymun ya da herhangi bir yabanıl hayvan grubunun çıkardığı sesleri ötme, böğürme, kükreme, zırlama... diye ana gruba ayırmak olanaklıdır.
Ancak yüzbinlerce, evet yüzbinlerce öküz-başlı antilop içinde kaybolan bir yavru, ‘ana’sının ‘tek ses’ini tanıyabilmekte; ve yavru ‘neredesin?’ diye sorduğunda, anası ‘buradayım gel’ diyebilmektedir.
Atkinson’un tezi dilbilimciler arasında da çokca eleştirilmiştir ve yeri geldiğinde değineceğiz.
Ancak, ‘bilimsel özgürlük’ adına, insanı insanlığından çıkaran ‘tez’ler salt dilbilimde değil ama toplumsal bilimlerin her alanında yapılmıyor değildir diyerek bu yazıyı sonlandıralım (1).
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1) Örnek olsun, anayasa profesörü olduğu ileri sürülen bir Kuzu, Başkanlık diye böğürmekte, yüzlerce Milletvekili de ‘neden olmasın?’ diye zırlayabilmektedirler. Kuşkusuz ‘dilbilim açısından’ ve ‘tek-ses, çok-ses’ bağlamında bu tür bir ‘analoji’ yapılmatadır. Yoksa onların ‘yüksek onur’larınına dokundurmak, bu yazı dizisinin konusu dışında kalmaktadır.