DİL ÜZERİNE NOTLAR (VII)
Göçebelikten Yerleşikliğe
Vere Gordon Childe (1892-1957) Avustralya’lı bir dilbilimci ama aynı zamanda bir arkeolog olarak, Aryenler : Hint-Avrupa kökenliler Üzerine [Les Aryens: une étude des origines indo-européennes (1926)] başlıklı çalışması ve diğer çalışmalaıyla ‘Aryen’ ırkının varlığını kabul etmesine karşın, aryenciliğin Hitler taraftarlarınca ‘yüceltilmesi’ne karşı olacaktır.
Ancak, bugünkü deyişle ‘Barbarlıktan uygarlığa geçiş’ üzerine, bir anlamda ‘Devrim’ niteliğinde görüşler ileri sürecektir. Dahası, ‘Neolitik Devrim’ ve ‘Kentsel Devrim’ kavramlarının ‘genelleşmesi’ni sağlayan da odur denilebilir.
Alphonse de Candolle’un 1883’lerden itibaren, ‘Fırat kenarı’nda ‘buğdayın evcilleştirilmesi’ (Triticum vulgare) ve ‘yerleşim birimleri’ araştırması ve Sovyet genetikçi Nikolaï Vavilov’un bugünkü Kandil Dağı (Zagros) yöresindeki yerleşim yerlerine ilişkin çalışmaları (1926) gibi, daha bir dizi araştırmayı ‘bütünleştirme’ye yönelen Childe, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan Taş Çağı, Bronz Çağı ve Demir Çağı ya da aynı anlama gelmek üzere ‘Yabanıllık’/’Barbarlık’/’Uygarlık’ ve yine ‘Paleolitik’/’Neolitik’/ ‘Kentlilik’ üçlemesini yapmıştır.
Childe’ın katkısı, o güne değin ‘Nerede’ ve ‘Ne zaman’ sorusuna yanıt aranmasına karşılık, kendisinin ‘Nasıl’ ve ‘Niçin’ sorularınıa yanıt aramasıdır.
Arkeolojik bakımdan da, Mısır ya da Mezopotamya’dan elde edilen verilerin süregelen kabulüne değil, ‘ilk yerleşim birimleri’nden elde edilen yeni verilere dayanmaktadır.
Aslında Childe da Max Muller’in Kurgan akınlarını yapanların Ön-Hint-Avrupa’lılar olabileceğine ya da en azından bir parçası gibi olabileceğini düşünmektedir.
Ne var ki, tüm tarihsel gelişimin temelinde ‘üretim biçimi’ değişikliğinin yattığını kabul edecektir.
İnsanlık tarihinin ‘ne kadar süre’ ‘avcılık-toplayıcılık aşaması’nda yaşamış olduğunu bilmek yetmez, ‘neden’ bu kadar uzun bir süre bir ‘atak’ yapamadığına yanıt bulmak gerekiyor demiştir.
İşte Childe, bunu ‘insanın acizliği’ne bağlamış ve ancak ‘bitki ve hayvanlar’ın ‘yeniden üretim mekanizmalarını keşfi’ne değin süreceğini ortaya koymuştur. İnsan ancak kendi kendisini yaratabilecektir (Man makes himself, 1936) (1).
Yaratılan Yaradan’dan dolayı sevilecekse, insan önce kendisini sevmelidir denilebilir. Çünkü insan kendisini yaratmayı, geç de olsa, becerebilmiştir.
Kısası, Childe, ‘tarih öncesine’, Tarih’in penceresinden bakmaya çalışmıştır.
Geldik mi Dil’e?
Uzun uzun arkeolojik kazılardan, ilk insandan falan sözediyoruz ama konumuz ‘Dil’ değil miydi?
Yoksa konumuzdan mı uzaklaşıyorduk?
Hayır, önce o konuşacak insanın nerelerden ve nasıl geldiğine bakmak zorundaydık.
Childe’ın ‘Aryen’ ırkının varlığını temel aldığını biliyoruz. Ancak ‘Aryen’lerin uygarlığın kâşifi olmaları, onların ‘fiziksel’ üstünlüğünden değil ama onların ‘Dil’lerinin gücünden kaynaklanmaktadır.
Sonuçta akıl pazuda değil ‘baş’tadır, denilebilecektir.
Milyonlarca yıl ‘nerdesin?’ ‘buradayım’ gibi seslerle (langage) karşılıklı anlaşan hayvanlar, ‘sen aşağıda bekle ben yukarıdan bir meyve atacağım” biçiminde bir ‘anlaşma aracı’ (langue) bulamazlarsa, bir o kadar milyon yıl daha geçse, bir adım daha ‘evrilemeyecekler’dir.
Hayır öyle böğürülmez böyle zırlanacak diye direnmelerin de ‘evrileme’ye engel olacağı söylenebilir.
Dil konusuna dönüldükte, Berlin Üniversitesi’nin kurucusu Wilhelm von Humboldt (1767-1835)’dan söz etmeden olmaz.
Çünkü Goethe ve Friedrich von Shiller’in yakın arkadaşı olan Humbolt, John Stuart Mill’den günümüz düşünürleri Jürgen Habermas ve Noam Chomsky’e değin bir dizi düşünürü de etkilemiştir.
Kaldı ki, salt dil konusunda değil, ‘İnsan Bilimleri’ni ilk kavramsallaştıran düşünürler arasında yeralmaktadır.
Değil mi ki, “Günlük yaşamda yaptığımız tüm eylemler sırasında, kendi kişiliğimizde ‘insanlık’ kavramına en fazla yer vermek zorunluluğumuz vardır” demektedir.
Yani önce ‘adam olmalıyız’ demek istemektedir.
Eğitim ve Dil
Humbolt’un belki de en önemli saptaması “İnsan soyunu en üst düzeyde yetkinleştirmek, soyut kavramlara dayanarak olmamalıdır” biçiminde özetlenebilir.
Ve bunu yapabilmek için de ‘insanlık anlayışını her bireyin kendi özelinde’ gerçekleştirecek bir eğitim uygulanmalıdır.
Humbolt’un bunları yazıp söylediği ve olanağı olduğu ölçüde uygulamaya (Eğitim Bakanı) koyduğu dönemin üzerinden ikiyüzyıla yakın bir süre geçmiş olması bir yana, kendisi de kendisinden önceki yüzyıla, yani Aydınlanma yüzyılına gönderme yapacaktır.
Ne acıdır ki, aradan üçyüzyıl geçmiş olmasına karşın, günümüz Turkiye’sinde hâlâ başta takke ‘imam mektepleri’nden medet umulmakta ve bunun için canhıraş savaşımlar verilmektedir (2).
Heyhat ki ne heyhat!
İşte Childe’ın ‘evrimin kökeninde önce dil vardı” anlamındaki değerlendirmesi de Humbolt’a dayandırılabilir.
Childe şöyle diyecektir: “Hint-Avrupa dillerinin ve onlara akraba oldukları varsayılan sözcüklerin, uzun süre titiz ve esnek bir düşüncenin araçları oldukları söylenebilir. Bu durum neredeyse salt bu dil grubuna ait olup, derin düşünme (raticination) zincirindeki kavramsal ilişkileri kurma mekanizmasına sahip bulunmaktadırlar”.
Günümüz Türkçesiyle, neolitik dönemde, ‘Dil’ bugünün bilgisayarı gibi bir ‘alet’ niteliği taşımaktaydı denilebilir.
Kuşkusuz daha sonraki çalışmalarda, ‘ilkel insanların’ ‘soyut kavramlar’ kuramayacakları ileri sürülecektir.
Bakacağız.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1) Childe’ın bu çalışması Uygarlığın Keşfî (L'Invention de la Civilisation, Paris, Gonthier, 1963) biçiminde çevrilmiştir ve kanımızca doğru bir çeviri olmamıştır. Doğrusu ‘İnsanın Kendini Yaratması’ olmalıdır. Kaldı ki, Childe’ın ana tezi de budur.
(2) Ben de saf saf ‘herkeş’ denilmez doğrusu ‘herkes’tir diye düzeltmeye kalkıyorum. Ne denli gülünç değil mi ama?