DİLLERİN DİLİ (V)
Buraya kadar anlatılanlar ışığında, Fransızca’nın oluşumunu aşağıdaki şemalarla anımsayalım:
1500 yıllık bir süreç sonunda bugünkü Fransızca, demek ki, nice ‘dil’ çayı ve derelerinden beslenmiş. Sonra bir ırmak olmuştur.
Giderek ‘salon dili’ olmuştur, ‘diplomasi dili’..
‘Bilim dili’ dili olmuştur, ‘felsefe dili’ olmuştur.
Hiç kuşku yok, Fransız kimliği de böylece oluşmuştur.
‘Ulus’ da böyle doğmuştur.
Ve dünyanın hiçbir ‘ulus’unun benzer bir oluşumdan kaçınma olasılığı bulunmamaktadır.
Tersini savlamak, olgu ve olaylara ‘Orta-Çağ’ gözüyle bakmak demektir.
Paris 20nci ‘Arondisman’ Belediye Başkanı, Michel Charzat, (Politiquement Libre, Démocratie ou libéralisme: le pari de la Cité, La decouverte, 1999), başlıklı çalışmasında, “Fransa’da ulus politikalarla oluşmuştur’ diye yazıyor ve “tam da bu nedenle Avrupa ulusları içinde en ‘yapay’ olanıdır” diye ekliyordu.
Fransızca da öyledir, bir başka ‘dil’ de öyle..
Fransızlık da böyledir, bir başka ‘ulus’luk da böyle.
Bu konuda, en alçakgönüllü tutumumla, bu sapatamaya karşı çıkmak, tarihe karşı çıkmaktır, toplumsal gelişmeyi yadsımak, bilime karşı çıkmaktır diyeceğim.
Fransız Devrimi ve Fransızca
Fransa, ‘gerileme dönemi’ (1715-1789)’ne karşın, nüfus olarak Avrupa’nın en büyük (26 Milyon) ve en zengin ülkesiydi.
Nüfusun % 80’inin oluşturan köylü kesimi ise, Devlet’e ağır vergiler ödemenin dışında, Kilise’ye ‘ondalık’ (dîmes) ve senyörlere ‘hak’ ödüyordu.
Burjuvazi, ekonomik olarak güçlenmesine karşın, politik olarak bir ‘ağırık’ gösteremiyordu.
1786 yılında, Maliye Bakanı, Charles-Alexandre de Calonne, yeni vergi yasaları uygulamaya koydu. Yeni vergiler, köylüler kadar varlıklı kesimler için de hoşnutsuzluk nedeni oldu.
Kral Louis XVI 1788 Ağustos’unda, soylular, Klise ve halk (tiers-état) temsilcilerini toplantıya çağırdı (états généraux).
Yeni bir anayasa yapılmalıydı. Ancak Meclis’teki tartışmalar çıkmaza girince, 14 Temmuz 1789’da Halk (sans-culottes) Bastiy (Bastille) hapishanesini basıp, tüm tutukluları serbest bıraktı. Ve Kral 21 Ocak 1793 günü, bugünkü Dirlik Meydanı’nda (Concorde) asıldı.
Ne var ki, bugün ‘Büyük Fransız Devrimi’ diye anılanın, özde, ‘yapılan işler’ kadar 14 Temmuz 1789 ile 26 Ekim 1795 tarihleri arasında Meclis’te savunulan ‘düşünceler’ olduğu da unutulmamalıdır. O düşünceleri ifade edecek ‘dil’ de ‘Fransızca’dır.
Ve o ‘Fransızca’, henüz aşılmamıştır.
O dönemde kullanılan kimi ‘sözcük’, ‘deyim’ ve ‘kavram’ların derinliği ise ancak ‘o ruh hali’yle açıklanabilir.
Bugün herhangi bir dille ‘özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ denilebilir, ancak ‘mekanik’ olmayacağının herhangi bir garantisi yoktur.
Örneğin, Simon WEIL (“Déracinement et nation”, in Enracinement, N.R.F, 1949), “Tek bir ulus sözcüğü, heyecandan gözyaşları döktürmeye yetiyordu” diye yazacaktır.
Dil ‘Devlet işi’ oluyor
Fransız Devrimi’nin, incelediğimiz alandaki önemli ayrıcalığı, dili, tarihte ilk kez ‘Devlet İşi’ haline getirmesidir.
Daha önce de Krallar, “bundan böyle yazışmalar Fransızca olacak” diye kararnameler çıkarmışlardı ama, Fransızca’yı ‘öğretmek’ için gereğini yapmamışlardı.
Şimdi, ‘Bir ve bölünmez Cumhuriyet’in dili de ‘ülke halkının tümü yani ‘Ulus’ için bir ve aynı olacaktı.
Ve Meclis’teki konuşmacılar, Fransızca’nın ‘en ince ve en çarpıcı biçimi’ni kullanmaya özen gösteriyorladı.
Ancak bu monarşi dönemindeki gibi ‘kibarlık budalalığı’ olmayacak, demokrasinin gereği olarak herkesin anlayabilmesine olanak verecek biçimde olacaktı. O halde herkesin aynı dili öğrenme ‘zorunluluğu’ kendisini dayatacaktı.
Deyim yerinde ise, halkın düzeyine inmek yerine, halkı ‘Babil Kulesi’ne çıkarmak gerekiyordu. Değil mi ki ‘Babail Kulesi’nde bir ‘tek dil’ vardı.
Böylece, ‘yerel dille savaş’ artık kaçınılmaz olacaktı.
Henri-Baptiste Grégoire, bir din adamı olarak, “Şu kaba dilleri (idiomes) kökünden kazımak gerekir” diyordu. Ve ekliyordu: “20 milyon katoliğin, Tanrı’nın ne söylediğini bilmedikleri, ‘us yoksunu’ ve ‘batıl’ (la vieillesse des préjugés) bir dille konuşmak istemeyeceklerini umuyorum.”
Gerçekten de, hem gelişen olayları izlemek ve hem de ‘yeni hak ve ödevler’ini merak eden kırsal kesimin bir an önce Fransızca öğrenmek istediği açıktı.
Ne ki, bu iş, göründüğü kadar kolay değildi.
H-B. Grégoire’ın, “yerel dilleri (patois) ortadan kaldırmanın araç ve zorunluluğu ile Fransız dilinin evrenselliği” üzerine 1790-92 yılları arasında yaptırdığı ‘anket’ sonuçlarına göre, 1793 yılında hâlâ 6 milyon kişinin Fransızca konuşamadığı görülüyordu.
1793 yılında, başta Fransız Akademisi olmak üzere, Krallık döneminde açılan tüm kuruluşlar ya kapatılıcak ya da ad ve biçim değiştirecekti. Örneğin Fransız Akademisi artık Ulusal Enstitü (1794) olacaktı.
Tüm isimler ‘Ulusal’, tüm semboller ‘Ulusal’ oluyordu.
Kimi yazarların, Devrim’in ‘terör’ yıllarına gönderme yaparak ‘Dilde terör’ dedikleri günler yaşanıyordu. Ancak, ‘Terör Dönemi’ni Devrim Mahkemeleri’nin kuruluşu (Mart 1793) ile Robespierre’in düşüşü (28 Temmuz 1794) arasındaki dönem olarak alanlar olduğu gibi, 1789 yılından başlatanların olduğunu da anımsatalım.
Takvim de ‘ulusal’
Fransız Devrimi’ni inceleyen, Fransızlar dahil, çoğu kişi tarihleri anlamakta zorlanmaktadır.
Çünkü 24 Kasım 1793’te Hükûmet (Convention), ‘Fransız Devrimi Takvimi’, ‘Cumhuriyet Takvimi’ ya da ‘Fransız Takvimi’ diye adlandırılan, yeni bir takvim uygulamasına geçmişti.
Buna göre 21 Martta başlayan ayın adı, tomurcuklanmayı anlatan ‘Germinal’, hasat zamanı ayı 22 Eylülde başlayan ve hasattan gelen ‘Vendémaire’ ve ‘sis’in yoğunlaştığı ayın adı olup 22 Ekim’de başlayan ‘Brumaire’ olmuştu.
İşte bu Brümer ayının 18’i, Fransız Devrimi’nin de ‘sis’e gömüldüğü tarih olacaktı.
9 Kasım 1799 tarihinde Napolyon Bonapart bir ‘Darbe’ ile ‘Hükûmet’i ve ardından ‘Devlet’i ele geçirecekti.
[İlgililer için belirtmekte yarar olabilir: Karl Marx’ın, L.Bonapart’ın 18 Brümeri, başlıklı çalışması, Napolyon Bonapart’ın 9 Kasım 1799 yılındaki darbesine anıştırma yaparak, Louis Bonapart’ın (IIIncü Napolyon) 2 Aralık 1851’deki ‘darbe’sini anlatır.]
Ve Napolyon Bonaparte
Herşeyden önce Napolyon Bonaparte bir Korsikalı’ydı ve ancak 15 yaşında Fransızca ile tanışmıştı.
Tüm yaşamı boyunca, Türkiye’deki Ahmet Türk ya da Doğulu milletvekilleri gibi konuşacaktı.
Başkent milletvekillerinin ‘Angaralı’ gibi konuşması da denilebilir.
Zaten ilk genelgesi ‘Yurttaşlar Devrim’in ilkeleri son bulmuştur’ olacaktı.
Kilise’nin el konulan mallarını geri verecek, Devrim’den kaçanların geri dönmelerine izin verecekti.
Korsika’da Fransızca’nın gelişmesini durduracak, tam anlamıyla dilde ‘gerici’liğe, en azından ‘eskinin devamı’na yönelecekti.
1803’te, Devrim’in kapattığı Fransız Akademisi’ni ‘yeniden’ açacaktı.
Kendisinden 180 yıl sonra, bir Kenan Bonapart daha çıkacak, Devrim’in Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nu kapatacak, küçük beyniyle, ‘Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’ gibi bir ‘ucube’ye çevirecekti. (Ki o da araya-taraya ‘tuzaklamak’ gibi ucube sözcükler bula..)
Böylece Türkiye’de ‘Sis’ (Brumaire) ayları başlayacaktı.
Asıl Hasat’ı (Vendémaire) ise kendisinden sonra gelenler toplayacaktı.
Oysa Fransızca ya da herhangi bir ‘Dil’in dil olması için, sürekli Tomurcuklanması (Germinal) gerekmekteydi.
Yukarıda Fransızca’nın oluşumunu denizlere açılan bir ırmağa benzetmiştik.
Bilindiği gibi ırmakların denizlere açılması ‘doğal’, ancak denizlerden ırmaklara geri dönüş ‘doğaya aykırı’ bir durumdur.
Fransızca’yı da ne Napolyon Bonapart ne de başka bir ‘Part’ (taraf demektir), belli bir süre durdursa da, geri çevirememiştir.
Türkçe ve Türkçe ‘klas’ında bir dili de, ne ‘velev ki’ ve ne ‘teenni’lerle durdurmanın olanağı yoktur.
Meğer ki, tüm ‘eğitim kurumları’ İmam Hatip olmaya..
Doğanın yasası ya da denildiği gibi ‘eşyanın tabiatı’na aykırıdır....
‘Amma velakin’ !
(belki sürecek..)
Habip Hamza Erdem