DİLLERİN DİLİ (VI)

DİLLERİN DİLİ (VI)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzt Mar 07, 2016 3:36

DİLLERİN DİLİ (VI)
Açıklama: ‘Dillerin Dili’ yazı dizisinin gördüğü yoğun ilgiye teşekkür ederim. O arada, ‘sert’ eleştiriler aldığımı da söylemeliyim. Bir okuyucu, “bin yıl kalsa Kenan Evren ile Napolyon Bonapart’ı karşılaştırmak aklıma gelmezdi” diyor. Gizlemenin anlamı yok, en çok da bununla gururlandım. Eğer, yazılarım akılları bin yıl değil bir kaç on yıllığına uyarabiliyorsa, amacına ulaşıyor demektir.
Devrimlerin dili
Her ‘Devrim’ kendine özgü bir dil yaratıyor.
Örneğin ‘Büyük Fransız Devrimi’ de ‘kendi dili’ni yaratacaktı.
Ya ‘yeni’ sözcük, deyim ve kavramlar bulunacak ya da ‘yeni anlamlar’ (significations nouvelles) yüklenecekti.
Yurt (patrie), ulus (nation), halk (peuple), özgürlük (liberté), eşitlik (égalité), kardeşlik (fraternité) gibi sözcükler bunlardan bir kaçı olarak sayılabilir.
Hiç kuşku yok, Fransa’da olduğu gibi, dünyanın herhangi bir ülkesinde ‘uydurukçuluk’la da suçlanılabilecekti.
Kimi haklı kimi haksız örneklerle dolu bu ‘tartışma’ işlediğimiz konunun dışında kalıyor.
Biz, Kutsal Kitap’ta bile sözü edilen ‘kardeşlik’in neresinin ‘yeni’ olduğuna bakalım.
‘Kutsal Kitap’ların tümü ‘kardeşlik’ten sözetmemekte midirler?
Bir papaz, adres soracağı herhangi bir kişiye, bayım değil ama ‘kardeş’ (frère) demiyor muydu 2 000 yıldan beri?
Müslümanlar da ‘kardeş’tirler, değil mi ama?
Ya ‘Müslüman Kardeşler’?
...
O nedenle Devrim’in yurdu, ulusu, halkı, özgürlüğü, eşitlik ve adaleti başka, ‘karşı-devrim’in yurdu, ulusu, halkı, özgürlüğü, eşitlik ve adaleti başkadır denilebilir.
Mustafa Kemal’in ‘millet’i ile Dr Recep’in ‘millet’inin bir ve aynı olmadığı gibi..
Yine, Fransız Devrimi’nde, ‘Bay/bayan’ (Monsieur/madame) sözcükleri yerine ‘Yurttaş’(Citoyen/citoyenne) teriminin kullanılmaya başlandığını ve Antik Roma’daki gibi sen/siz ayırımını kaldırarak herkesin biribiriyle, Devlet başkanı dahil, senli-benli konuşma kuralı getirdiğini anımsatabiliriz. (1793).
Böylece yurttaşlar arasında ‘eşitlik’, en azından ‘dil’ düzeyinde kurulmuş olacaktı. Ne var ki, bu kararname 1795 yılında uygulamadan kaldırılacaktı.
Yasa ve kararnameler nasıl yazılırsa yazılsın, demek ki, ‘Fransız Devriminin felsefesi’, yurttaşlar arasında salt bir ‘eştlik’ ilkesine dayanıyordu.
Koca koca zenginler ve soylular ile baldırı çıplakların ‘hey yurttaş’ diye birbirlerini çağırmaları iki yıl sürebildi.
Devrim’den ise, kala kala Millet Meclisi (Assemblée nationale), karşı-devrim (contre-révolutionnaire), yurt-karşıtlığı (antipatriotisme), aristokrasi-karşıtlığı (anti-aristocratique), yurtseverce (patriotiquement), sözleşme (concordat), Kurucu Meclis (convention), anayasakarşıtlığı (anticonstitutionnaire), halk karşıtlığı (antipopulaire), cumhuriyetçi barış ( pacte républicain), vb terimeler kalmıştır.
Bu ‘sözleşme’, bugün sadece zorda kalan şirketlerin alacaklıları ile vardığı ‘ödeme uzlaşısı’ (Konkordato) anlamında kullanılan ‘sözleşme’ (concordat) olmadığı gibi, Rousseau’nun ‘Toplumsal Sözleşmesi’ndeki (contrat social) ‘sözleşme’ de değildir.
Kilise ile resmî otoriteler arasındaki sözleşmedir. Bir bakıma ‘Büyük alacaklı’ Kilise’yle tüm prenslikler ya da Devlet’lerin karşılıklı sorumululuklarını içeren bir ‘antlaşma’dır.
O arada, ‘halk dilinden’ (patois) çokca sözcük ya da terimlerin alınmadığı söylenebilirse de değnekçi-başı (pousse-cul) gibi kimi deyimler girebilmiştir.
Geçerken belirtilmelidir ki, her ne kadar ‘karşı-devrimci’lik savıyla giyotine gönderilse de, modern kimyanın kurucularından sayılan Lavoisier (1743-1794)’nin bulduğu tüm tartı ölçü birimleri terimleri, metre, gram, kilogram, o günlerden kalmıştır.
Adlar ve Yer adları
Fransız Devrimi ‘feodal beylikler’e ait kent ve kasabaların adlarını, eski kurum ve beyleri anımsatmayacak biçimde yeniden belirleyecekti.
31 Mayıs 1793 kararnamesi; “feodal kurumları anımsatıp o karanlık anıları sürdürecek olan ve özgür Fransız dilini kirleten her ad, derebeyleri (tyrans) ile birlikte ortadan kaldırılacaktır” diyordu.
Yüzlerce örneğinin yaşandığı Türkiye’de, sözgelimi özde Ermenice Yeni-Köy (Nor-sen)’den gelen Bitlis’in Güroymak ilçesinin adının yeniden Norşin olarak değiştirilmesinin (2009), Fransız Devrimi’nin diliyle, başkaca hiçbir gerekçeyle olmasa da, ‘karanlık anıların canlandırılmasına’ giden ‘karşı-devrimci’ bir girişim olduğu söylenebilir.
Çok daha acısı, kendisini devrimci-demokrat (ne demekse!) olarak niteleyenlerin bu girişimi, ‘demokrasi’ adına desteklemeleridir.
Tunceli’nin adında hâlâ ‘Dersim’liliği yaşatmak isteyenler de farklı değildirler.
Fransız Devrimi, ne kadar kont, kral, sent ya da soylu ismi varsa, tümünü Robespierre, Marat ya da Aydınlanma düşünürlerinin adları ile değiştirmişti.
Özel isimler konusunda, nüfus memurları, yeni doğan çocuklara verilecek adaları kabul ya da reddebiliyorlardı. Örneğin Pierre, Marie, Jean, gibi adlar bile ‘fazla hristiyanca’, görüldüğü için, daha çok César ve Brutus gibi Eski Roma ya da Gül (Rose), Bülbül (Rossignol), Kiraz (Cerisier) gibi doğal adlar yeğleniyordu.
O arada, Savoie Düklüğünün Fransa’ya katılmasıyla birlikte, adı da Mont-Blanc departmanı olarak değiştirilecekti (1792).
Ne var ki yüzlerce yıllık Klise okullarının yanında, Devrim’in ne yeterli sayıda öğretmeni ve ne de yeni okul açabilecek parası vardı.
Dolayısıyla, tüm ‘kararlılık’ına karşın Devrim’in dil ve eğitimdeki çabaları, ‘Eski Rejim’in direnme gücünü uzun süre kıramadı.
Kaldı ki Napolyon Bonapart’la karşı-devrim yeni bir hamle yapacaktı.
Öte yandan, 3 Eyül 1791 anayasası, ‘kamusal eğitim’i Anayasanın ‘kendisinin garantisi’ olarak da görüyor ama uygulamaya konulamıyordu.
Adından ‘Diplomasi ustası’ olarak uzun yıllar sözetticek olan Tallayrad (bile), Meclis’e, İnsan ve Yurttaş Hakları’nın gereği gibi öğretilmesi için her belediye’nin bir ilkokul açması zorunluğunu önerecekti.
1794 yılında, nüfusu 1000 kişiyi bulan her beldede olmak üzere 24 000 yeni okul açılmasına karar verilecek ve 6 yaşını dolduran her çocuk okula kaydodabilecekti.
Ne var ki, tüm engellere karşın, Fransızca’nın ‘ulusal dil’ olma yolundaki ilerlemesi de durmuyordu.
Kimi teleffuz zorluklarına karşın artık köylüler bile ‘Fransızca’ konuşmaya başlayacaklardı.
Kaldı ki, ‘zorunlu askerlik’, Fransızca’nın tüm ülke genelinde yaygınlaşmasının bir başka kanalı olacaktı.

Ulusal Dillerin Doğması
Fransızca’nın Fransa içinde ‘ulusal dil’ olması, komşu ülkelerin de kendi dillerini sahiplenmelerine yol açmış oldu.
Özellikle ‘ülke savunması’ndan, komşulara saldırma tehditinin ortaya çıkmasına geçiş, ki Napolyon Bonapart dönemi böyleydi, İspanyollar, Almanlar ve İtalyanlar ‘Fransızca’nın baskınlığı’na karşı çıkar oldular.
Böylece, sözde ‘evrensel’ olan Fransızca, Fransa dışında ancak ‘bilim dili’ olarak kabul edilecek ama eskiden olduğu gibi salt aristokrasinin ‘sunduğu’ bir ‘nimet’ olmaktan çıkacaktı.
Üstelik, uygulanış kurallarının ‘yasa’yla belirleniyor olması da, Fransızca’yı ‘Modern Ulus’ların oluşumunda (statut) öncü yapacaktı.
Politik birlik artık ‘dilde birlik’ten geçecekti.
Dil, böylece, sıradan bir ‘iletişim aracı’ (langage) olmaktan çıkıyor, ulusal kültürün ‘temel öge’lerinden biri oluyordu.
‘Ananın dili’nden ‘Anadil’e geçiş de denilebilir.
Ve ulusal ya da anadil, Devlet’in, sözde ‘anadil’lere, ‘post-modern çokkültürlülük’ bağlamında, ‘anadil’ statüsü dağıtmaktan çok, gerçek ‘dilbilbilim politikaları’ uygulamasını gerektirecekti.
(sürecek)
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x