DİLLERİN DİLİ (VII)

DİLLERİN DİLİ (VII)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Sal Mar 08, 2016 14:08

DİLLERİN DİLİ (VII)
Dil ve Din
XIXncu yüzyıla girerken bile, ‘Eski-Rejim’in temel terimlerinden bir olan ‘Sözleşme’ (concordat)’nin yerini koruduğunu görüyoruz. Ancak, bu ‘sözleşme’, bugün sadece zorda kalan şirketlerin alacaklıları ile vardığı ‘ödeme uzlaşısı’ (Konkordato) anlamında kullanılan ‘sözleşme’ (concordat) olmadığı gibi, Rousseau’nun ‘Toplumsal Sözleşmesi’ndeki (contrat social) ‘sözleşme’ de değildir.
Kilise ile resmî otoriteler arasındaki sözleşmedir. Bir bakıma ‘Büyük alacaklı’ Kilise’yle tüm prenslikler ya da Devlet’lerin karşılıklı sorumluluklarını içeren bir ‘antlaşma’dır.
Napolyon Bonapart da, 1799 yılı 18 Brümer’inde Hükûmet’e darbeyle el koyduktan sonra, 1801 yılında Papalık’la bir concordat imzayalayacaktı.
Fransız tarihinde, katolikliğin yüceltilmesinden öte tam bir Dine bulanma (cathéchisme) dönemine yeniden-girilecekti.
Bir kaç yıl içinde, Fransa’nın her tarafında, Devrim’in döviz ve sloganlarının yerini “Sevgi, hürmet, askerlik hizmeti, vergi mükellefiyeti ve imparatora itaat ve sadakat” pankartları alacaktı.
“Sevgi, saygı, askerlik görevi ve vergi yükümlülüğü..” diye çevirmedim.
‘Eski-Rejim’ hayranlarının, Napolyon’dan 180 yıl sonra başlattıkları, ve 2016’lı yıllarda hâlâ direttikleri dilde ‘geri-dönüş’e bir örnek olsun istedim.
Napolyon’la ‘İktidar” Din’in hizmetine sunulacaktı.
Hatta Devrim’den önce Bourbon’ların Saint-Louis’lerine karşılık, bu kez Saint-Napolyon ‘icat edilecekti’: Kutlu Doğum Günü ya da haftası yani..
Geçerken not edilebilir: Napolyon’un 18 Brümer’inden sonraki ‘soytarılıklar’ on beş yıl sonra, 1814’te son bulacaktı. Tarih ‘soytarılıklar’ı uzun süre taşıyamıyordu..
IIIncü Napolyon, 1852’de ‘Kutlu Doğum Günü’nü yeniden ‘Ulusal Bayram’ olarak ilan edecek ama o da 28 yıl sonra, bu kez, bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömülecekti.
Ancak İmparator Napolyon’un kardeşi Lucien Bonaparte (IInci Napolyon), ağabeyinin iktidarında, Fransızca’dan, sözde uydurma sözcükleri ayıklayacak ve tam bir ‘eskiyi yüceltme’ (clacisme) dönemine girilecekti.
Devlet Din’in, Dil de her ikisinin denetiminde, bir ‘bit pazarı kültürü’ kurulmaya çalışılacaktı. Tutalım ki, kılda keramet olduğu ölçüde keçi de Fetullah Çelebi olabiliyordu.
1810’larda Fransa’nın 130 departmanından 25’inde Fransızca, bölgesel dillere ‘eğilimli’ biçimde kullanılıyordu: Alzas-Loren bölgesinde Almanca, Luxembourg yöresinde Lüksembourgca (!), Kuzey’de Flamanca, Alt-Brötanya’da Brötanca, İspanyanın Kuzeyinde Baskça ve güneyinde Katalanca, Nice ve Korsika’da Korsikaca konuşmaya ‘serbestlik’ sağlanmış oluyor, ya da ‘Dil’ başıboş bırakılmış oluyordu.
Çok daha önemlisi, Napolyon’un emperyalist fetih savaşları, komşu ülkelerde, Fransızca’dan kaçış ve ‘ulusal diller’e sığınma duygusunun pekişmesine yol açıyordu. Nitekim, Belçika, İsviçre, Haiti ve Amerika (Lüiziana)’da bu ‘çöküş’ belirgin bir biçimde ortaya çıkacaktı.
Bir Öykü
XIX yy’a girerken dünyanın, feodal dönemin ardından yeni bir ‘biçimleniş’ine (configuration) tanıklık ediyoruz: Devlet-ulusların ortaya çıkışları.
Westfalya Antlaşmaları (1648), ‘Devlet’lerin ortaya çıkışına yol açmıştı; özellikle Kutasal Roma-Cermen İmparatorluğu dağılmıştı.
Amerikan Bağımsızlık Savaşları (1776) ve Fransız Devrimi ise (1789), ‘Ulus’ların belirginleşme dönemidir. Devlet-ulusların ortaya çıkışı diye bilinir. (Ulus-Devlet’lere ise daha çok vardır, sözde ‘ulusal devletçiler’in sandıklarının aksine...)
Bu farklı süreçler içinde Napolyon Bonapart’ın ‘özgül’ bir yeri vardır.
Avrupa’da karadan Rusya’ya, denizden Hindistan’a kadar bir İmparatoluk kurmak hevesindedir. En büyük rakibi ise, giderek güçlenmekte olan İngiltere’dir. Napolyon 1803 yılında ABD’de Fransa’nın toprakları sayılan Luiziana’yı 15 milyon dolara genç Amerikan Devleti’ne satar. Onun gelişmesindeki başarımı görmüş ve İngiltere için önemli bir rakip olacağını sanmıştır. Böylece hem gelir elde edeceğini ve hem de İngiltere’yi zayıflatacağını beklemiştir.
Ne var ki, bu da, Fransızca’nın ABD’de gerilemesine ve bugün Kebek dışında konuşalamaması sonucuna yolaçmıştır. Nitekim bir süre sonra, Luiziana, Anayasa’sına resmî dilin İngilizce olduğuna ilişkin bir madde koyacaktır (1864).
Napolyon da, o günkü ABD’nin tüm yurtiçi hasılsı olan 10 milyon doların birbuçuk katı olan bir ‘zenginlik’le, ertesi yıl kendisini İmparator olarak ilan edecektir. O günlerin ‘Başkanı’ da denilebilir (1804)...
1830’da Belçika ‘kendi’ Devlet’ini kuracaktır.
Belçika’da da aristokrasi ve burjuvazinin Fransızca konuşmalarına karşın, halkın yarıya yakını bugün Wallonca ya da Flamanca konuşmaktaydılar. Belçika’da Devlet Fransızca’yı, Kilise de kalvinizmin yayılması için bugünkü Wallonca ve Flamanca’yı desteklemiştir.
Bu durumdan, bizim değil ama benim tezlerimi doğrulayan bir sonuç çıkarılabilir: Belçika’nın bugün bile ‘Ulusal’ kimliğinin parçalı olması, Din ve Devlet’in iki ayrı güç olarak varlığını sürdürmesinden, dolayısıyla da ‘dilde birlik’ sağlanamamasından ileri gelmektedir.
Devlet, sözgelimi Afrika’da edindiği yeni koloniler (Kongo -Kinshasa, Rwanda ve Burundi)’de Fransızca konuşulmasını sağlamış ama, ülkenin diğer yarısında, Kilise’nin gücü dolayısıyla, sağlayamamıştır.
Tam da bu nedenle, Belçika, o gün olduğu gibi bugün de, bir Devlet-Ulus olmasına karşın, hâlâ bir ‘Ulus-Devlet’ olamamıştır.
Demek ki, XX ya da XXInci yüzyıllar bir yana, ta XIXncu yüzyılda kurulan Devlet’lerde bile, bugün ‘Ulusal Devlet’ aşamasına ulaşılamamıştır.
İsviçre’nin ayrıcalığı
İsviçre, bir çok bakımdan ‘örnek ülke’ olarak gösterilmektedir.
1848 Devrimi’nden buyana, ülkede Fransızca, Almanca ve İtalyanca, resmî dil olarak kabul edilmiştir. (Anayasa madde 109).
Daha sonra Uluslararası Kızıl Haç, Cenevre’li bir işadamı tarafından kurulmuş ve Cenevre ‘uluslararası’ bir nitelik kazanmıştır (1863).
İki yıl sonra, ‘Uluslararası Telgraf Birliği’nin merkezi (1865), ertesi yıl da ‘Dünya Telif Hakları Örgütü’nün merkezi olmuştur Cenevre (1866).
Ulusalararası Olimpiyat Örgütü ( Lozan-1894) ve Milletler Cemiyeti’nin merkezi (Cenevre-1919) olmakla, İsviçre artık uluslararası nitelikli bir ‘alan’ olmuştur.
Tüm o uluslararası niteliğine karşın, bugün bile ‘doğrudan demokrasi’si ile İsviçre, dünyanın geri kalanındaki ‘Devlet’ ya da ‘Ulus’larla karşılaştırılamayacak özellikler taşımaktadır.
O nedenle de, herhangi bir konuda gelişigüzel ‘örnek’ gösterilmesi yerinde olmayıp, konuyu karartmaktan öteye gitmemektedir.
Parle-vu franse?
Fransızca’nın salt Fransa içinde değil ama Afrika’dan Amerika’ya değin ne kadar ve nasıl konuşulduğunun ortaya çıkarılması için XXnci yüzyılı beklemek gerekecekti.
1902-10 arasında yayımlanan Fransa’nın Dilbilimsel Atlası (l’Atlas Linguistique de la France), 1421 tüm ve 499 bölgesel (partielles) haritayla, üzerinde düşünülebilecek bir görsellik sağlıyordu.
1863 yılında yapılan anketler, 37 510 komün’ün 8 381’in de hâla düzgün bir Fransızca konuşulmadığını ortaya çıkarmıştı. Okula giden çocukların %12,5’u da hâlâ analarının dillerini konuşuyorlardı.
Bugün okula gitmeyen ya da Fransızca konuşamayan bir tek kişi bile bulunmamaktadır.
Ancak bölegesel denilen diller ve diyalektler üzerine, bilimsel anket ve yayınların haddi var hesabı yoktur.
Bunların çok büyük bir bir kesimi de, çokkültürlülük ‘ideolojisi’ tarafından yönlendirilen Hükûmet-dışı Örgütler (Organisation Non-gouvernementale) eliyle yürütülmektedir.
O nedenle de ‘sağlıklı bilgi’ edinmek kolay değildir.
Oysa, bu tür çalışmaların ‘politikacı’ların kısır bakış açılarına göre yönlendirilmesi yerine, Devlet tarafından ama ‘özgür üniversite’lerce yürütülmesinin gereğine dikkat çekebiliriz.
Bilimsel yöntemlerden yoksun çalışmaların ‘Dil’lerin gelişimini anlamaya yetmediği şöyle dursun, Dil’in de dönüp bilimsel çabaların kısırlığına yol açtığı söylebilir.
(bitti)
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x