DİN SÖMÜRÜSÜ VE BEL ALTI SİYASETİ İLE HALKI NEREYE KADAR UYUTABİLİRSİNİZ?
Fabrikalar satıldı. Hem de “babalar gibi”
Sanayi kuruluşları satıldı. Yenileri açılmıyor.
İşçiler sokağa atıldı. Sendikalaşma yasaklandı.
Bankalar, limanlar, iletişim ağı küresel sermayenin denetimine geçti. Tümünün de adı Frenkçe şimdi. Ormanlar yağmalanıyor. Irmaklar, dereler, su kaynakları kurutuluyor. Madenciler çevreye zehir saçıyor.
Tarımın ve köylülerin durumu içler acısı…
Deli danaların ithal edilebilmesi için hayvancılık, Amerikan sigaralarının piyasaya egemen olabilmesi için tütüncülük, ABD’li Cargill’in genetiği değiştirilmiş mısır şekerini satabilmesi için şeker pancarı üretimi yok edildi.
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin gerçekleşebilmesi için Kürt açılımı yapıldı. Eşkıya dağdan kente indi. PKK siyasallaştı. Meclise girdi. Şimdi de Kürt ordusunun kurulabilmesi için ABD ile ortaklaşa planlar, programlar hazırlanıyor.
12 Haziran seçiminden sonra “Kürdistan” sözü artık örgüt adlarının başında da kullanılırsa sakın şaşırmayın. Örneğin “Kürdistan Avukatlar Barosu gibi…” Sıra, ordusuyla, meclisi ile toprakları ile Kürdistan devletini kabul etmeye geliyor…
AKP, canla başla, büyük bir aşkla Amerika’nın, Avrupa’nın isteklerini yerine getiriyor. Onların Sevr rüyasını gerçekleştirmeye çalışıyor. Ama Türkiye yararına yapılan hiçbir şey yok ortada…
Sanayi yok. Üretim yok.
Satış yok.
İstihdam yok. Yani iş alanı yok.
Ekmek yok. Aş yok. Çorba kaynamıyor.
Bunları görmezden geliyorlar.
Varsa yoksa PKK. Varsa yoksa Apo. El bebek, gül bebek o. Bir dediği iki edilmiyor. Malikânesinde sultanlar gibi saltanat sürüyor. Her hafta avukatlarına direktifler veriyor. Emirler yağdırıyor. Strateji belirliyor.
Tehditler savuruyor.
Ama Perinçek eşiyle bile görüştürülmüyor. Ona esir hayatı yaşatıyorlar.
Türk ordusuna yıllarını adamış generallerin PKK komutanları kadar değeri yok. Zindanlarda çile çekiyorlar.
Seçimler yaklaşıyor. Yalanın dolanın, sahtekârlığın bini beş para…
Ucuz politika bir veba gibi sardı dört bir yanımızı… Bir kaset hikâyesidir gidiyor.
Miting meydanlarında, çoluk çocuğun önünde “politikacıların beline sahip çıkmaları” öğütleniyor. Bel altı siyaseti yapılıyor. Yatak odalarını gözetleyenlerin yaptıkları ahlaksız ve yasa dışı işler açıkça övülüyor. Göklere çıkarılıyor. Ardından da ayetler, şiirler okunuyor. Din sömürüsü ve bel altı siyaseti ile halkı uyutmaya çalışıyorlar.
Ama nereye kadar? Ne zamana kadar?
Kaset karın doyurur mu? Kaset üretimi ile ekonomi çarkı döner mi? Ülke sanayileşir mi?
Din sömürüsü halkın dertlerine derman olur mu?
Taşıma suyla ekonomi değirmenini nereye kadar çevirmeyi düşünüyorsunuz? Sadaka ekonomisi ile Ergenekon’larla, Balyoz’larla, bel altı siyaseti ile halkı nereye kadar, ne zamana kadar uyutacağınızı sanıyorsunuz?
Aç, açık, işsiz, güçsüz yığınlar her gün biraz daha çoğalıyor. Dış borç bir çığ gibi büyüyor. Cumhuriyet döneminde hiçbir hükümet bu kadar borçlanmadı. Bu kadar açık vermedi. Kamu malını, ulus zenginliğini böylesine bir mirasyedi gibi satmadı.
Ama deniz bitiyor. Satacak savacak bir şey de kalmadı.
Önünde sonunda halk, kapınıza dayanacak. Sizden iş, aş isteyecek? “Açım, hastayım, tedavi olacak gücüm yok, çocuğumu okutacak param yok” diyecek. Ekmek isteyecek. O zaman onlara yatak odası masalları mı anlatacaksınız. Yoksa dualar mı okuyacaksınız?
Devlet adamlığı öyle basit bir iş değildir. Devlet yönetimi yalanla, dolanla, uyutma yöntemleri ile bağdaşmaz. Devlet gemisi boş lafla yürümez. Devlet ulusunu, halkını hep iyiye, güzele, mutluluğa taşımak zorundadır. Bunu beceremeyen daha öncekiler gibi gider, tarihin çöplüğünde yerini alır.
Mustafa Kemal, niye Atatürk oldu? Lenin, Mao, Castro, Chavez neden yeryüzünde artan bir saygı, sevgi ve hayranlıkla anılmaktadırlar?
Hiç bunlara kafa yordunuz mu? Hiç düşündünüz mü?
Buch, Obama, Sarkozy, Berlusconi üç beş yıl sonra nasıl hatırlanacaklar? Dünya halkları onlardan nasıl söz edecek?
Irak’ı, Libya’yı bombalamak, denizde 600 çoluk çocuk, suçsuz insanın boğulmasına seyirci kalmak, Irak’ta katliam yapmak, kadınların, kızların ırzına geçmek; Irak’ı, Afganistan’ı, Libya’yı, Yugoslavya’yı harabeye çevirmek nasıl bir ün kazandırdı onlara? Hiç düşündünüz mü? Bu kişilerin devlet adamlığı ile insanlıkla zerre kadar ilişkileri var mı?
Ne demişti Namık Kemal, “İnsafsız avcıya yardım etmekten zevk alan köpektir.” Nasıl yazacak tarih baba, bu insafsız avcıya yardım edenleri, arka çıkanları? Gelecekte, onların çocukları, torunları, torunlarının torunları “Bu benim babam, bu benim dedem, bu benim atam” diyebilecek mi?
Çok net ve açık söylüyoruz: Kimse bu vatanı sokakta bulmadı. Bu ülke uğruna sadece Çanakkale’de 55.127 şehit verdik.
Vakit varken aklınızı başınıza toplayın. Federe devlet, Kürdistan gibi rüyalardan, hayallerden vazgeçin.
Kimse bu vatanı Coni’ye, Moni’ye, ite kurda yedirmez…
Ali ERALP - 19 Mayıs 2011 - Güncel Meydan