1917 yılında Ruanda’yı işgal eden Belçika; uzun vadede toplu dirençle karşılaşmamak ve Ruanda’da istikrarsızlık oluşturup ebedi sömürmek için çareler düşündü. Yapılan incelemelerde, Ruandalıların hem aynı ırktan hem de aynı dinden oldukları; dolayısıyla, bunlardan hangisi dikkate alınırsa alınsın, buna göre Ruanda’yı bölemeyeceklerini anladılar. Ancak eninde sonunda bir coğrafyayı ve milleti bölmeyi kafasına koyan sömürgeciler, mutlaka bir çözüm bulup sonuç almakta başarılı olacaklardı. Çok geçmeden Ruanda’da fark ettiler ki, toplumun bir kısmı hayvancılıkla bir kısmı da tarımla uğraşıyor. İnsanlar, bedenlerini hangi yönde kullanırlarsa; vücutları o yönde gelişirken, kullanmadıkları vücut özellikleri körelir. Doğal olarak Ruanda’da, hayvancılıkla uğraşanlar kısmen ince ve uzun; tarımla uğraşanlar da, bodur ve kısa olacaktı. Sömürgeciler, bu beden farklılıklarını Ruandalılara göstererek; aslında aynı ırktan değil farklı ırktan geldiklerini beyinlerine çaktılar. Hayvancılıkla uğraşan, ince ve uzunlara Tutsi; tarımla uğraşıp kısa ve bodurlaşanlara da Hutu adını verdiler. Gelecekte, batıda eğitim alacak Ruandalı gençler için de; bölücülük gerçekleşsin ve kalıcı hâle gelsin diye, sömürgeciler, sözde bilimsel arşiv oluşturarak bu uyduruk tezlerini yazılı hâle getirdiler…
Değerli tarih profesörlerimizden İlber ORTAYLI: “Batı, kendi dışındaki toplum insanlarının ürettiği sosyal bilim görüşlerini (psikoloji, sosyoloji, tarih, arkeoloji) öğretmez…” der. Bunun anlamı, batı dışındaki toplumların bilim insanları; sosyal bilimlerde, çok önemli keşiflerde bulunsalar dahi; sömürgecilerin, sömürgecilikte işine yaramadığı müddetçe onları parlatmaz ve dikkate almaz. Hele ki, batıyı yalanlıyorsa veya kepazeliklerini ortaya döküyorsa veya çıkarlarını baltalıyorsa, yok etme (suikast) girişiminde bulunur. Buradan anlaşılıyor ki, batının yalnız, matematik, fizik, kimya, biyoloji alanındaki katkıları değerlidir; sosyal bilimlerdeki yayınlarının tamamına yakını sömürgeciliğe hizmet için yalandan ibarettir…
Yukarıda, Ruanda konusunda okuduğunuz geniş zamanda geniş organizasyon oyununu, aklınıza gelebilecek dünyanın her yerine uyarlayabilirsiniz. Sömürgeci AB-D, ülkemizi de içine alan bölgede; geniş çaplı harita şekillendirmeleriyle; kendi çıkarı için gerekli gördüğü anda, birbirlerine karşı rahatlıkla kullanabileceği, küçük, istikrarsız, bölge devletçikleri kurmak istiyor. Bu harita değişikliklerini; o alanın ağırlıkta olduğu etkin değerlerinden yararlanarak gerçekleştirme çabasında; yani, kancılığın (ırkçılığın) tutulduğu bölgelerde, kana göre düzenleme; hurafeciliğin (mezhepçiliğin) işe yaradığı bölgelerde ise hurafeye göre düzenleme yapılacaktır. Son tahlilde amaç; ortaya çıkan bölge devletçikleri, ebedi karmaşa içinde yaşarken; sömürgeci AB-D'yi ve çıkarlarını bir daha rahatsız edemeyeceklerdir...
Sömürgeciler, bölgemizdeki devletlerin bir kısmını yanına bir kısmını da karşısına alarak (Suriye ve İran) sadece devletler arasında güvensizlik değil; aynı zamanda, tarihsel nedenlerle İslam’ı farklı yorumlayan gruplar arasında da aynı ayrımcı oyunu oynayarak, birbirlerine karşı mutlak öfke ve nefret duymalarını amaçlamaktadır. Böylece, hem aynı toplum içindeki gruplar arasında, hem de toplumlar arasında çok yönlü bölücülüğü gerçekleştirme çabasındadır…
Sömürgeciler, kendi geçmişlerinde yaşayarak gördü ki, dinin yanlış anlaşılmasından daha büyük bir tehlike yoktur. Çünkü din, sorgulanmadığında, eleştirilmediğinde ve çoğunlukla kaynağına bakılmadığında oluşan yanlışlar, en uzun süre din maskesi altında yaşar. Her yanlış düzeltilir; ancak bir yanlış din içine sokulduysa ve genel çoğunluk bunu kabullendiyse; böyle yanlışlar, dinin kaynağına bakılmadan anlaşılamaz ve binlerce yıl, dinmiş gibi varlığını devam ettirirler. Bu yanlışları, bilinçsiz kitleler kolektif bilinçaltlarında (akıllarında, bilgi, belge-Kur’an, eleştiri, kuşku ve tutarlılığı değil) fantezi sanıları öyle içselleştirirler ki, içselleştirdikleri yanlışları kaldırıp atmak, sanki dini kaldırıp atmak gibi gelir onlara…
1618-1648 tarihleri arasında yaşanan 30 yıl savaşları, Protestan ve Katolik hurafeleri (mezhepleri) arasında yaşandı. Sömürgeciler, tarihlerindeki Protestan ve Katolik hurafeleri (mezhepleri) arasındaki bu şiddetli çatışmaları ve kanlı travmalarını; bize de ihraç etmeye çalışıyorlar. Umarım yanılırım ama; üzülerek öngörebilirim ki, okumayan kitapsızların (kur’an’sızların) çoğunluğu sayesinde Ortadoğu’da bunu başarabilecekler gibi gözüküyor. Çünkü Müslümanların %99’u, Kur’an’ın tamamını okumamıştır ve İslam dininin tek belgesi olan Kur’an’ın, ne hakkında ne dediğini bilmemektedir. Dolayısıyla, tarikat, mezhep, cemaatleri –ki tamamı hurafe gruplarıdır- dini gerçek zannetmektedir. Oysa Kur’an’da, bu hurafe hamalı gruplar için şöyle yazıyor:
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya; senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah, onlara yaptıklarını bildirecektir." (En'âm-159).
"Dini ayakta tutun ve onda tefrikaya (ayrılığa) düşmeyin." (Şûrâ-13).
"Onlar, kendilerine Kur'an geldikten sonra; aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler." (Şûrâ-14).
“Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Onlardan her grup, kendilerinde olanla sevinip avunur.” (Rûm-32).
“Topluca Allah'ın Kur’an’ına sımsıkı sarılın; ayrılığa düşmeyin. Allah'ın size olan ödülünü düşünün; hani birbirinize düşmandınız da, O, kalplerinizi kaynaştırdı ve O'nun lütfu ile kardeş oldunuz. Ateşli bir çukurun kenarındayken, ondan sizi O kurtardı. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklıyor ki hidayet bulasınız." (Âl-i İmran-103).
"Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın." (Âl-i İmrân-105).
Şûrâ 14. ayet oldukça ilginç; tarikat, mezhep, cemaat-leş-melerin tamamı, dini duyarlılıklarla değil; birbirlerini kıskanma nedeniyle oluştuklarını belirtiyor. Peki, bu hurafe hamalı grupları; grup olmayan, saf, gerçek, Kur’an Müslümanlarının nelerini kıskanıyorlar? Hayatta, işe yarar geçerli ne varsa; Kur’an Müslüman’ında olan ve kendilerinde olmayan her şeyi, kıskanma nedeni yapıp onlara karşı gruplaşabilirler. Yani, kıskançlıklarının özel bir nedeni yoktur; kıskançlıkları geneldir. Sonuçta, bireysel zaaflarını ve yetersizliklerini, grup içinde birbirlerine dayanarak, birbirlerinden himmet dilenerek; grup dışındakilerin, bilgide, yetkide, konumda, makamda, önüne geçmeye çalışırlar. Dikkat ederseniz, din, dürüstlük, ehliyet, erdem, yetkinlik, bunlar için hiç önemli değildir; adeta kıskançlıktan gözleri dönen bu sapkınların, yalan, iftira ve her türlü sahtekârlıkla; istediklerini gerçekleştirmek için yapmayacakları ahlaksızlık yoktur…
İnsanımızın birikimsizliğinden yararlanarak, sömürgecilerin çıkarına uygun bölgede ve ülkemizde, hurafelere (mezhepçiliğe) dayalı bölücülük yapmak için; oluşturulan sözde stratejik kuruluş ve sözde stratejistlere de değinmekte yarar var. Son zamanlarda pıtrak gibi çoğalan, sözde strateji gerçekte hurafe yayma kurumları; hurafeci insanların kafalarını daha da karıştırarak, kendilerini parayla destekleyen hurafe gruplarının (tarikat, mezhep, cemaat) görüşlerini, stratejiymiş gibi toplumumuza pompalıyorlar. Daha önce böyle bir hurafe kurumunda görev yapan sözde stratejist bir mahlûk; yine kendisi gibi hurafeci olan cumhurbaşkanı tarafından bir üniversitenin rektörlüğüne atandıktan sonra, içindeki hurafe pisliklerini artık tutma gereği görmeyerek ağız yoluyla altına yaptı. Sık sık katıldığı hurafe kadrolaşmalı TRT’de: “Bir insanın Şii olması; Hıristiyan olmasından kötü. Çünkü Hıristiyan’san, nihayetinde ehli kitaptır (Kur’an’ı bilendir); üç dinden bi tanesidir; Allah onu işte selamete erdire de bilir. Belki cennete de koyar ama; Şii ise sapkınlık var orda. Yani dini bozmaya çalışmak var…“ diyerek, ağzından ekrandakilerin suratına kustu. Rektörcüğe bak; hizaya gel. Ne diyelim, hurafeci cumhurbaşkanın atayacağı rektör-cük bu kadar ufuksuz ve çapsız olur…
Hızını alamayan ve her fırsatta sömürgecilere zevkle hizmet eden bir başka hurafecilerden, Today's Zaman'dan bir çalakalem, şunları karaladı: "Son yıllarda Şii yayılmacılığının Türk tarihi boyunca hiç olmadığı ölçekte topluma, Anadolu'ya nüfuz etme çabası içinde olduğunu görüyoruz. Tehdit vurgusu yapacak olursak, bu tehdidin diğerlerinden farklı olduğunun altını çizmek gerek. Amerikan emperyalizmi ya da İsrail'in ülkeye nüfuzu gibi tehditlerden farklı olarak daha sinsi, belirsiz, gizli ve dostluk vurgusunun hâkim olduğu bir tehdit..."
Şimdi bu karalamaları, hangi beyaz sayfada temize çekelim? Bu sapkın herif, genel yayın yönetmeni oluyor ancak, sömürgecilik hakkında hiçbir şey bilmiyor; üstelik din kardeşinden gelmeyen olası tehlikeyi, daha büyük göstermek için hurafe bataklığında debeleniyor. Biz kendisine yardım edelim ve sömürgecilik hakkında, şu tarihsel kısa notu yazalım: Amerika, sistematik soy kırıma Kızılderilileri öldürerek başladı ve bu soy kırıma, 15. Yüzyılda başlayıp 19. Yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Amerika, 1898’de Meksika’yı işgal etti ve aynı yıl Küba’ya girdi. Amerika, 1. Dünya savaşından sonra, Nikaragua’yı işgal etti ve 40 yıl gibi uzun bir süre devam eden bu işgalde, kanlı iç karışıklıklar yaşattı. Amerika, 2. Dünya savaşında, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atarak 250 bin insanın ölümüne, milyonlarca insanın sakat kalmasına, gelecek nesillerden de sakat doğumlara yol açan insanlık suçunu işledi. Amerika, 1954’te binlerce Guatemalalıyı; 1956-59 yılları arasında 60 bin Kübalıyı öldürdü; 1965 yılında Endonezya’da 1 milyon insanı öldürdü. Amerika, 1965 yılında, Dominik’e hava saldırısı düzenleyerek 10 bin insanı öldürdü. Amerika, 1975 yılında Vietnam’dan defolurken, arkasında milyonlarca ölü ve sakat bıraktı ve bu kanlı eylemlerini, kişi başına 5 bomba atarak yaptı. Amerika, 1970-75 yılları arasında, Kamboçya, Laos, Şili ve Arjantin’de, kanlı iç karışıklıklar çıkararak binlerce insanın hayatını söndürdü. 1983 yılında, Lübnan ve Grenada’yı işgal etti. Amerika, 1986 yılında, uluslara arası haydutluk örneği sergileyerek Libya’yı bombaladı; 1991 yılında, Irak’a bomba yağdırarak ve uzun süre geniş ambargo uygulatarak, milyonlarca Iraklıyı öldürürken, milyonlarcasını da açlık ve ilaçsızlıkla kıvrandırarak yok etti. 1946-1975 yılları arasında, dünyanın değişik ülkelerinde 215 kanlı iç karışıklı çıkardı. Hurafeci Today's Zaman'da çalakalem sallayan kişi, tüm bunları bilmiyorsa neden yayın yönetmenliği yaptığı gazete sayfalarını karalıyor? Öyle ya; dinimize göre, her işi bilenin yapması gerekiyor. Ama söz konusu hurafecilik olunca, elbette Amerika seviciliğinde sınır olmaz…
Deniz KAÇAĞAN