Dİnle Tayyİp!
SİYASİ İSLAM, ABD’NİN “YEŞİL KUŞAK PROJESİ”NİN ESERİDİR
İkinci kalite bir topçu ve dolmuş şoförüydün. Molla Necmeddin’in Ortaçağcı partilerinden biriyle tanıştın. Sen de İmam okulunu bitirdiğin için aynı görüşlere sahiptin. İyi bilirsin, o okullarda okuyanların onda dokuzu bu görüşleri benimser. Zaten ABD, o okulları, o işlevi yüzünden kurdurdu ve pıtrak gibi tüm Türkiye’de yaygınlaştırdı.
Büyük Devrimci Usta’nın dediği gibi; Emperyalistler bir geri mazlum ülkeye girince, oradaki en gerici sınıf ve zümrelerle ittifaka girer.
Bundan amaç: o ülkenin ekonomice ve kültürce gelişmemesi ve o ülkede emperyalist sömürüye baş kaldıracak antiemperyalist, yurtsever devrimci güçlerin yetişmemesi... Böylece de emperyalist sömürü ve talanın güvenceye alınması…
İşte bu sebepten bugün 688 tane İmam Hatip Lisesi (İHL) var… Resmi olarak açılmış 7 bin civarında Kur’an Kursu var. Bunların 2.500 tanesi öğrencisizlikten dolayı şu an kapalıdır. Tabiî binlerce de gayri resmi Kur’an Kursu vardır. Bunların sayısının da 3 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir…
Bunlara ilaveten, onlarca Ortaçağcı tarikat da tüm Anadolu’yu ve Kürt İllerini, büyük şehirler de dahil olmak üzere, kuşatmış durumdadır. Tarikatlar ki, tamamı sapıktır... Mevlevilik de dahil… Ortaçağcı yazar İsmail Nacar’ın bile açık olarak gördüğü ve ifade ettiği gibi bunlar “birer yılan yuvasıdır”.
Tarikatlar dini sapıtmadır. Hz. Muhammed’in Kur’an’da ve Hadislerde ortaya koyduğu öğretinin amacı, çağının şartları içinde bu dünyada en insancıl toplum düzenini kurmaktır. Yani Kur’an bütünüyle bu dünyanın düzeniyle uğraşır. O dönemde, Arap Toplumunun içine girdiği sınıflı toplum düzeninin (Tefeci-Bezirgân düzeninin) insanlara verdiği acıları ve toplumda yaptığı tahribatı en aza indirmeyi amaçlar Hz. Muhammed. Tabiî gerçekçi bir toplum önderi olduğu için o düzeni bütünüyle değiştiremeyeceğini, o nedenle de acıları tümden yok edemeyeceğini bilir. Ve yapabileceğinin, hiç değilse bu acıları en aza indirmek olduğunu görür. Onu yapar. Kur’an’daki ayetler hep bunu amaçlar…
Hz. Muhammed’in kendisiyse, bir İlkel Komünal (Sosyalist) Toplum-Sınıfsız Toplum şefi (önderi) gibi yaşar ve davranır. Odasında kuru hasır üzerinde yatar. Hurma lifleriyle doldurulmuş yastık kullanır… Arpa ekmeği yer… Odasında kırbasından başka eşyası bulunmaz. Öldüğünde, zırhı bir Yahudi bezirgânda rehindir. Takriben 90 kilo arpa karşılığında zırhını rehin bırakmıştır bezirgâna… Oysa o zaman toplum şefidir. Toplumun hazinesi elinin altında-onun gözetimindedir. İstese lüks içinde yaşar… Ama o bunun tam tersi bir yaşam biçimini benimser ve uygular… Amacı topluma bu yönüyle de örnek olmaktır… Yani o bu yaşantısıyla, insanlara, kişicil mal mülk peşinde koşmamalarını, toplumun menfaatlerini hep ön planda tutmalarını, eşitlikçi, kardeşçe bir yaşama tarzını benimsemelerini örgütlemek, örneğiyle göstermek ister. Bildiğimiz gibi Dört Halife de O’nun bu yönünü olduğu gibi benimser. Ve öyle yaşar. Muaviye ve oğlu Yezit’le birlikte iş tersine döner. Onlar Firavunları ve Nemrut’u örnek alırlar… İslam Medeniyeti derebeyileşmiş olur… Tefeci-Bezirgân düzeni, topluma her yönüyle egemen olur… Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın insancıl eşitlikçi yönleri, buyrukları görmezlikten gelinir. Yok sayılır…
Kur’an ve Hadislerdeki Cennet ve Cehennem anlatımlarının amacı, insanları ödüllendirme ve korkutmayla, kötülüklerden yani bencil düşünce-davranışlardan alıkoymak, eşitlikçi bir kardeşlik toplumunu kurmaktır. Bu sebeple, içgüdülerimizin talepleri (İslam buna NEFİS diyor) en büyük düşman-kötülük sebebi ilan edilir. Ve onunla savaş, savaşların en büyüğü, Cihadı Ekber olarak adlandırılır.
Unutmayalım içgüdülerimiz, bunların beynimizdeki temsilcisi olan Bilinçaltımız-Altbilincimiz, hep organizmamızın ihtiyaçlarını dile getirir; onların karşılanmasını önerir-emreder, onları hep ön planda tutar…
Bilincimiz ise Toplumun ona yüklediği değerleri yani Toplumun çıkarlarını ön planda tutar. Toplumun bilincimize yüklediği değerler sistemine biz AHLÂK deriz… Ahlâklı yani Toplumu düşünen, onun menfaatleri için mücadele eden, savaşan insanlar bu yüzden toplumca değerli sayılır, sevilir… Onlara kahraman denir. İslam böyle insanlara Takva sahibi der… Gazi der…
Tarikatlar ise, Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın bu özünü hiç anlamaz ve kavramazlar. İslam’daki bu dünya-öbür dünya bütünlüğünü, amacını, daha doğrusu özünü anlayamadıkları için bozup parçalarlar. Bu dünyaya boş verilmesini, asıl önemli olanın öbür dünya olduğunu söylerler. Hatta en önemli olanın Allah’a varmak, onla bütünleşmek olduğunu savunurlar. Bunun yolunun da bu dünyadan bütünüyle vazgeçip ibadetle, zikirle uğraşmaktan geçtiğini öne sürerler hatta taraftarlarına-meczuplaşmış müritlerine emrederler. Böylece de saf, bilinçsiz insanlarımızı kandırarak, din duygularını istismar ederek ağlarına-tuzaklarına düşürüp insafsızca sömürürler... Kölece kullanırlar…
Tarikat önderlerinin en sevimlileri olarak bilinen Yunus ve Mevlâna’da bile bu dünya, bu dünyada olup bitenler; zulümler, kıyımlar, sömürüler, talanlar es geçilir…
Tanrıyla bütünleşmek için ibadet ve zikir emredilir…
Yunus;
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana seni gerek seni ‘’der.
Kur’an’da ve Hadislerde asla böyle bir hedef ortaya konmaz, gösterilmez…
Mevlâna, ahmaklığa övgü düzer:
“Nice bilgi, nice zekâ, nice anlayış vardır ki yolcuya bir gulyabani, bir harami kesilir.
“Cennetliklerin çoğu ahmaktır. Bu suretle de filozofun şerrinden kurtulur onlar.
“Kendini faziletten de üryan bir hale getir, saçma şeylerden de… Böylece rahmet, her an sana insin dursun.
“Anlayışlı olmak; sınıklığın, niyazın zıddıdır.
“Anlayışlı olmayı bırak, ahmaklıkla uzlaşmaya bak.
“Anlayışı, hırs ve tamah tuzağı bil. Temiz kişinin şeytan gibi akıllı olmakla ne işi var?
“Aklı fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar sanatı görür, sanatkârı bulurlar.
“Ana küçücük yavrusunu gündüzün kucağına alır, ona el ayak olur, onu her şeyden korur.” (Mesnevî, Cilt 6, MEB Yayınları, s. 188).
Mevlâna’ya göre insan; ahmak, aciz, bir çocuk gibi zavallı, her an yardıma, bakıma muhtaç olursa Allah’a dolayısıyla da Cennet’e yakın olur. Allah da öylelerini bir ana gibi kollar, korur.
Oysa Hz. Muhammed ve Kur’an-Hadisler bunun tam tersi bir anlayışı savunur. Kur’an’ın tam 40 sûresinin 54 âyetinde akıl, aklı işletme-kullanma övülür, bunun önemi tekrar tekrar vurgulanır, belirtilir. Bir örnek verelim:
“Hiç şüphe yok ki ayaklarıyla yürüyenlerin Allah indinde en kötüsü aklını kullanmayıp sağır ve dilsiz kalan iki ayaklı hayvanlardır.” (Enfal Sûresi, 22’nci Âyet)
Mevlâna çok akıllı bir düşünürdür. Yaptığı işin (felsefenin) bile yüksek oranda akıl gerektirdiğini bir an düşünse, düşünebilse, böyle saçma-zırva, İslam’ın özüyle-ruhuyla çelişen tezler öne sürmezdi sanırız… Ama söylediğimiz gibi tarikatlar dincil sapıtmadır… İnsan Mevlana düzeyinde bir zekaya sahip olsa bile, sapıtınca zırvalaması kaçınılmazdır…
Kaldı ki Yunus ve Mevlâna tarikat önderlerinin en zeki, içten, en temiz, en saf olanlarıdır…
Onlar bile Hz. Muhammed’in öğretisinin ruhunu kavramaktan-anlamaktan aciz kalınca; diğerlerinin durumunu varın siz düşünün…
Kaldı ki Tarikatlar zaman içinde iyice çürümüş, bozulmuş, soysuzlaşmış, derebeyileşmiş, tarikat önderleri de birer düzenbaza, sömürgene, vurguncuya, uçkurcuya, din derebeyine dönüşmüştür. Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Haydar Baş, Adnan Hoca (Oktar), Kemal Pilavoğlu bunlara tipik örnektir. Fetullah Gülen de -uçkurcu olmamakla birlikte- düzenbazlık ve madrabazlığıyla bu kategoriye girer.
İHL’ler, Kur’an Kursları, takriben 60 yıldan beri Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın özünü-ruhunu değil de yalnızca geri-gerici (yani sınıflı-Tefeci-Bezirgân düzeninin kurallarını ılımlandırmakla birlikte onaylayan, kabullenen) yönlerini temel alan bir eğitim verdi. Tarikatlarsa -yukarıda belirttiğimiz gibi- işi sapıtma aşamasına götürerek, müridlerini meczuplaştırdılar; maddi ve manevi olarak (cinsel yön de dahil olmak üzere) sömürdüler.
İslam’ın özünden uzak, Ortaçağcı ve sapık düşüncelerle kafaları uyuşturulan, zavallılaştırılan bu insanlarımızın sayısı milyonları buldu…
İnsanlarımızı, temiz din duygularını sömürerek kandırmak ve bu temel üzerinde siyaset yapmak Türkiye’de DP-Adnan Menderes-Celal Bayar dönemiyle, özellikle de iktidarıyla, yani 1945-50 sonrası başladı… Demirel ve AP ile birlikte de o aşağılık politika gittikçe geliştirildi… Politikanın temel figürü ya da argümanı haline geldi din sömürüsü. Yaşar Nuri Öztürk’ün deyişiyle; “İnsanları, Allah’la aldatmak” aldı yürüdü...
Batılı Emperyalistlerin en has, en aşağılık adamlarından Morrisson Sülü, halka ve vatana ihanet ettikçe yani satıldıkça, tabiî bu arada da Demirel’ler (kardeş ve yeğenler) olanca hızıyla vurgunla-talanla küplerini doldurdukça; masum, bilinçsiz kara halk yığınlarına yüzünü dönüyor şöyle haykırıyordu:
“Bu memlekette herkes göğsünü gere gere ben Müslümanım diyebilmelidir.” Sanki bu yasakmış gibi… Yasak olmadığını o mason alçak da biliyordu. Ama maksat halkın saf din duygularını sömürmek, onları uyutup kandırmaktı. Tabiî bu arada Demirel, İHO-L açmaktan da geri durmuyordu. Ortaçağcı mecnunlaşmış insanlar çoğalmalıydı ki halk kolayca kandırılabilsin, uyutulabilsin. O da hem nam, ün ve koltuk sahibi olmaya hem de küp doldurmaya devam edebilsin… Demirel bu iğrenç-pis yöntemle bu ülkede 20 yıl başbakanlık ve devlet başkanlığı yaptı. Yani milleti aptal yerine koyarak 20 yıl devran sürdü…
Çok değerli karikatür sanatçımız Turhan Selçuk, Demirel ve benzerlerinin, bu din alıp satma (sömürüsü) yöntemiyle kara halk kitlelerini uyutma ve aldatma politikasını 30 Temmuz tarihli Cumhuriyet’teki çizgi bandında şöyle ortaya koyar-gözler önüne serer-dile getirir:
Öküzbaşın “Muuu” sesi ya da “Muuu” demesi, satılmış Parababaları parti liderlerinin halkı “Allah’la aldatmasıdır”.
Parababalarının en alçak ve satılmış temsilcilerinden T. Özal da Batılı Emperyalistlerin kucağına yerleştikçe, zavallı halk yığınlarımıza şöyle derdi: “Biz Allah’ın ipine sımsıkı sarılmışız. Evvel Allah’ın izniyle Türkiye’yi düzlüğe çıkaracağız. Çağ atlatacağız Türkiye’ye!”
T. Özal da bu aşağılık politikayla Türkiye’de on yıl Başbakanlık ve Devlet Başkanlığı yaptı. Tabiî bu arada da oğulları, damat ve yandaşları küplerini doldurdular. Karunlaştılar. Demirel’ler ve yandaşları gibi…
T. Çiller de aynı yolu izledi. Demirel’in çömeziydi… Başka bir yol tutması beklenemezdi. Başına türbanlar taktı. Meydanlarda senaryo icabı kendisine hediye edilen Kur’an’ları öperek kabul etti. Bol bol Allah kitap edebiyatı-demagojisi yaptı…
Bu arada da öncekilerde olduğu gibi küpler dolmaya devam etti. “Bay yüzde on” veya “Enişte” o işle yoğun biçimde uğraştı. Zaten çok deneyimliydi o işlerde… 1980’li yıllarda Tansu’yla elele vermişler ve yöneticisi oldukları rahmetli İstanbul Bankası’nın içini boşaltmışlardı. 1990 ve 2000’li yıllardaki Banka Hortumcularına örnek oluşturmuşlar, yol göstericilik etmişlerdi… Tabiî yandaşlar da boş durmamış aynı şerefsizce işi başarıyla yürütmüşlerdi…
Molla Necmeddin Erbakan da bu işte oldukça başarılıydı. O gerçek anlamda bir “Altın Küpüydü”. Mal beyanında 149 kilo altınım, 1 milyon dolar civarında dövizim, bir yığın evim, villam, arsam var demişti…
Mesut Yılmaz da boş durmadı. O siyaset yaparken, küp doldurma işini kardeşi Turgut Yılmaz yaptı… Yılmaz kardeşler de şu anda on milyonlarca dolarlık servete sahiptir, en azından…
B. Ecevit’se halka ve vatana ihanet etti ama kendi adına küp doldurmadı. Onun zaten çoluğu çocuğu yoktu ve de yemekle tüketemeyeceği kadar malı vardı. O sebeple kendisi vurgunculuk yapmadı. O koltuk (makam), ün-poz hastasıydı. Koltuğa oturmak onu yeterince tatmin ediyordu. Fakat yandaşları boş durmadı. Hüsamettin Özkan, Koalisyon Ortağı MHP’den Koray Aydın ve benzerleri çok başarılı küp doldurucular olarak tarihe geçtiler… O da bunlara, bildiği halde, göz yumdu. Yandaşlarım ve Ortaklarım var küplerini doldursun, yeter ki ben başbakanlık koltuğunda oturabileyim dedi. Onun siyasi namustan anladığı da bu kadarcıktı.
B. Ecevit, iktidarı süresince, Batılı Emperyalistlerin her dediğini de harfiyen yapmaktan geri durmadı… Irak’ta kitle imha silahı bulunduğuna dair, “ABD için yeterli kanıt varsa bizim için de var demektir” diyecek kadar da alçaldı, satıldı, ihanete battı. Yine IMF’nin talebi üzerine, Körfez Depremi sırasında on binlerce insanımız yıkıntılar altında yatarken ya da can çekişirken, “Mezarda Emeklilik Yasası”nı çıkardı. İnsanların kafası deprem felaketinin yarattığı acılarla dolu, pek üzerinde durmazlar bu yüzden diyerek, bu halk düşmanı yasayı çıkardı…
TAYYİP, SİYASİ İSLAMIN, YANİ ABD’NİN EVLADIDIR !!
Ve sen Tayyip! Öncekilerin açtığı iğrenç yolu izledin… Üstelik sen İmam okulundan mezundun. Bu edebiyatı da bu sebepten çok iyi yapardın… Nitekim yaptın da. Bu konuda önderin, velinimetin, siyasi varlık sebebin Molla Necmeddin Erbakan’ı bile geçtin. “Mutmain olmak” gibi içinde Arapça kelimeler bulunan ibarelerin, halkımızda kullananlara karşı bir hayranlık uyandırdığını biliyordun. Çünkü sen Kasımpaşa kurnazısın. Bundan dolayı, içinde böyle Arapça-Farsça kelimeler bulunan cümleleri bol bol kullandın. Tabiî bununla yetinmedin. Menziline ulaşmak için bunun yetmeyeceğini biliyordun…
“Minareler süngü
Kubbeler miğfer
Camiler kışlamızdır
Müminler asker”
demagojisine sarıldın…
Kenar mahalle uyanığı (kurnazı) olduğun için Molla Necmettin’e dört elle sarıldın: “Bu işte bizim için ekmek var. Oğlum Tayyip aklını iyi kullan!” dedin kendi kendine... İmam okulu mezunu olman zaten iyi “referans”tı N. Erbakan için... Ve dört elle sarıldın işe... Önce Beyoğlu İlçe Başkanlığı’na getirdi seni N. Erbakan... İyi rol yapıyordun. Erbakan’ı her gördüğünde hızla ellerine sarılıp öpüyordun. En parlak, en renkli, en abartılı sözcüklerle övgüler düzüyordun Erbakan’a. Gözüne, gönlüne girmeye çalışıyordun iyice... Çünkü yükselmen Erbakan’ın isteğine bağlıydı...
Bu arada Türkiye’de iktidarların, ABD tarafından kurulup, yıkıldığını da tam göremesen de sezinlemiştin... Erbakan Molla’nın bile önünü-yolunu açan ABD’ydi bildiğin gibi...
Siz Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcileri genellikle yüreksiz olursunuz... Sinsi olursunuz... 12 Mart Faşist Darbesi sonrasında Erbakan Molla’da da şafak atmıştı. Çünkü onda da senin gibi yürek selanik... Alel acele Almanya’ya topuklamıştı-tüymüştü. Yani kaçmıştı... Kendiliğinden geri dönmesi mümkün değildi. ABD’nin emri üzerine 12 Mart’ın faşist generalleri geri çağırdılar... Gel Türkiye’de parti kur, siyasi çalışma yap dediler. Amaç, o günlerde hızlı bir yükseliş içinde olan Devrimci Hareketin-Mücadelenin önünün kesilmesiydi. Gençliği, devrimci-yurtsever olmaktan alıkoymak için Ortaçağcı kanallara yönlendirmeyi tercih etti alçak faşist generaller. Satılmış generaller... Erbakan geldi ve Ortaçağcı partilerinden birini daha kurdu...
12 Eylül Faşist Darbesi sonrasında da aynı alçakça, namussuzca oyununu oynadı ABD-CIA ve satılmış faşist generaller. Yani Netekimgiller...
Devrimci gençlik (ki vatanını, halkını herkesten çok ve bilinçlice sever...) yüz binler halinde işkencelerden geçirildi, zindanlara dolduruldu. Darağaçlarına çıkarıldı... Kurşunlandı... Yargısız infazlara uğratıldı...
Ve Devrimci Hareket-Mücadele bir daha toparlanamasın, gelişmesin diye; yine Ortaçağcı hareketlere destek verildi, onların önü açıldı... ABD ve faşist cunta tarafından...
Bu acı gerçeği namuslu-yurtsever, rahmetli General, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya açık ve kesin biçimde ortaya koymuştur...
ABD’nin bu alçakça numaralarını-oyunlarını biliyordun sen Tayyip... O yüzden de ABD’yle bir bağlantı kurabilmek için yanıp tutuşuyordun... İmdadına satılmış gazeteci Ruşen Çakır yetişti. O zaten yıllardır CIA’nın kucağındaydı. Bağlantınızı kurdu... Sizi irtibatlandırdı...
Bu konuda Ergün Poyraz, Tayyipgiller’i anlattığı, “Patlak Ampul” adlı kitabında şunları yazar:
“Amerika’nın yeşil kuşak teorisinin ardından İslamcı gruplara dahil olan Necip Fazıl’ın en kuvvetli yanlarından biri de amansız Amerikan yanlısı olmasıydı. Hatta Amerika’nın İran’ı işgal etmesini teşvik eden yazılarının ardından, kendisini eleştiren Erbakan ve arkadaşları hakkında adeta ateş püskürüyordu:
“Bana isnat ettikleri kusur olarak Amerikalıları İran cenubunu işgal etmeye teşvik ettiğimi öne süren bu beton kafalı köpekler bilsin ki, dava, Moskof’un işgaline mani olmak için orayı geçici şekilde tutmak tabiyesinden ibarettir ve ondan sonra Amerikalıya “şimdi çekilebilirsiniz!” demek bunu yaptırmak kolaydır. Yoksa bu sefiller o hassas bölgeyi Moskofların istila etmesine taraftar bulunuyorlar?..
“Kuzum, söyleyin bana; bu adamlar hain mi, ahmak mı, Müslüman mı, münafık mı, nedir?..
“Necmettin Erbakan tımarhanesinin zavallı delileri!.. Size acıyorum!..”
“Üstatları bu denli Amerikan yanlısı olur da çıraklar ondan aşağı kalır mı? Tabiî ki hayır!.. Recep Tayyip Erdoğan da partiyi kurmadan önce defalarca Amerika’ya gitmiş, Yahudi örgütlerinin kapılarını aşındırmıştı.
“Tayyip Erdogan’ın destekçisi Yeni Şafak Gazetesi’nin haber müdürlüğünü de yapan Nasuhi Güngör “Yenilikçi Hareket” adlı kitabında, Erdoğan”ı keşfediyorlar başlığı altında, Erdoğan ve ekibi için,
“İçlerinde CIA Ortadoğu ve Türkiye masası şeflerinin de bulunduğu Amerikalıların övgülerine mazhar oluyordu.” şeklinde saptamalarda bulunuyordu.
“Erdoğan’ı destekleyen ve onu yere göğe sığdıramayanlardan biri Morton Abromowitz idi. Abromowitz, Erdoğan için şöyle diyordu;
“Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan’ı Erbakan’a tercih ederim”
“Erdoğan daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken aslen bir Yahudi olan dönemin ABD Büyükelçisi Morton Abromowitz ile tanışmaya can atmış ve bu dileğine de kavuşmuştu. Erdoğan ile Abramowitz’in Kasımpaşa’da buluşmasını sağlayan isim gazeteci Ruşen Çakır’dı. Abromowitz-Erdoğan görüşmeleri kesintisiz olarak sürdü. 15 Ekim 1996 tarihinde Erdoğan’ı makamında ziyaret eden Abromowitz, Erdoğan’a “Siz Türkiye’nin geleceği için çok önemlisiniz” diyor, Erdoğan da, Abromowitz’in olumlu ve sıcak bir mesaj getirdiğini söylüyordu.
“Türkiye’nin geleceği için Tayyip Erdoğan’ı çok önemli gören Abromowitz, gittiği her ülkeden kovulan bir isimdi. Abromowitz’in kartvizitinde; Amerika’nın Ankara eski Büyükelçisi sıfatına ek olarak sık sık MOSSAD ajanı suçlamaları taşımasının yanında ırk bilinci yüksek bir Amerikan Yahudisi özelliklerini de taşıyordu. ABD Dışişleri İstihbarat ve Araştırma Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde de bulunan Abromowitz, Amerikan istihbarat örgütleri arasındaki koordinasyonu sağlamakla görevliydi.” (agy., s. 201-203)
Evet Tayyip... ABD ve İsrail’le, CIA ve MOSSAD kanalıyla ilişkileri de kurduktan ve onlara hizmete hazır olduğunu söyledikten sonra; senin için “İşler oldu ayna”! Artık hızla yükselişe geçtin. Arkanda ABD-CIA, İsrail (MOSSAD) ve burnunun önünü görmekten aciz bunak N. Erbakan vardı... Seni kimse tutamazdı ve durduramazdı... Nitekim öyle de oldu...
RP İstanbul İl Başkanı oldun sonra da İstanbul Belediye Başkanı...
Bu süreçte üç önemli çalışma yaptın:
1- ABD ve İsrail’e sürekli sıcak mesajlar gönderdin ve onlar için hizmette kusur etmeyeceğini ve sınır tanımayacağını bildirdin... Ruşen Çakır’dan sonra, yine has bir ABD uşağı satılmış olan, Cüneyd Zapsu seni ABD’ye pazarladı...
2- İçeride sert antilaik, Mustafa Kemal düşmanı ve Ortaçağcı-şeriatçı nutuklar atmaya başladın...
Katıldığın TV programlarında; “Elhamdülillah şeriatçıyım. Laiklik bir gün mutlaka gidecek!” diyordun.
1994 yılında Ümraniye’de yaptığın bir konuşmada; “(...) Ben Müslümanım” diyenin tekrar yanına gelip bir de “Aynı zamanda laikim” demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanın yaratıcısı Allah, kesin hâkimiyet sahibidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.” diyordun. (a.g.y., s. 33)
Rize’de yaptığın bir konuşmada da şöyle diyordun:
“2000’li yıllarda dine dayalı sistemler iktidar olacaktır, diyor bir Hıristiyan misyoner, oysa biz şimdi sadece Elhamdülillah Müslümanım diyebiliyoruz. Hâlbuki Müslüman gibi yaşayabileceğim, diyebilmeliyiz.” (agy., s. 35)
28 Şubat’tan iki ay sonra İstanbul’da giderleri belediyece karşılanan Uluslararası İslam Düşüncesi Konferansı adlı bir toplantı düzenledin Tayyip... Ve orada şöyle dedin:
“Müslümanlar ne yazık ki Sanayi medeniyetinin meydan okumasına anlamlı bir cevap geliştiremedi. Müslümanlar yükselen yeni medeniyet karşısında yenildi. Siyasi istiklallerini kaybetti. Bizim kılıçlarımız, Batılıların tüfekleri vardı. Savaş meydanlarında Müslümanlar yenilgiyi tatmaya başladı. Ardından kültürel yenilgimiz başladı. Geleneksel Müslüman zihniyeti, sanayi medeniyeti karşısında çaresiz kaldı. Ulemamız içine kapanarak savunmacı pozisyona çekildi. Ulemanın yerini Batılı eğitimden geçmiş yeni bir aydın sınıfı aldı. Bu sınıf Batı karşısında özür dileyici tavra büründü. Batı’nın kültürel parlaklığı yeni Müslüman aydınların gözlerini kamaştırmıştı. Böylece maddi yenilgi, kültürel bir yenilgiyle iyice pekişti. Batılılaşma serüveni İslam Dünyası’nın kendi içinde bölünmesinin tohumlarını da ekmişti.” (Aktaran Mehmet Bölük, El Tayyip, s. 109-110)
Tayyip, yukarıdaki cümlelerinde, “Batılı eğitimden geçmiş, yeni bir aydın sınıfı”nın, “Batı karşısında özür dileyici tavra büründü”ğünü; böylece de Batı karşısındaki kültürel yenilgisini “iyice pekişti”rdiğini söylüyorsun... Ama şu anda iki kızın ABD’de, oğlun da İngiltere’de eğitim görüyor. Yani senin deyişinle “Batılı eğitimden geç”iyor...
Sen fırıldak çeviriyorsun Tayyip... Hiçbir düşüncende içten değilsin... İçeride saf Müslümanlara başka konuşuyorsun, Batılı efendilerine başka... Maksat iktidar, nam, ün, poz ve servet sahibi olasın, değil mi? Bütün oyunun buna...
Mustafa Kemal hakkında da o günlerde çok bayağı, iğrenç sözler söyledin. Bir keresinde “Ölmüş İnek” diyordun Kuvayimilliye’nin önderi için. Yazık... Oysa senin gibi bir milyar kişi, Mustafa Kemal’in milyonda biri bile olamaz... O yedi düveli yani senin bugün hizmetinde ve emrinde olduğun Batılı alçak emperyalist haydutları yenen bir Halkın ve Ordunun önderidir, başkomutanıdır. Kübalı devrimciler için Joze Marti neyse, biz Türkiyeli devrimciler için de Mustafa Kemal odur. Burjuva Devrimi biçiminde de olsa bir Devrimin ve Ulusal Kurtuluş Savaşının önderidir. Onun başlattığı hareketi biz mantıki sonucuna dek götüreceğiz. Yani Devrimci Demokratik Halk İktidarını kuracağız. Hem de mutlaka...
Tayyip, bugün “Referansım İslamdır”, “Hem Müslüman hem laik olunmaz” gibi sözlerini tümden yalayıp yutmuş durumdasın... Sen müthiş bir yalayıp yutucusun... Ama bu da çok kötü bir şey be Tayyip... Önce tükürüyorsun her önüne gelen yerde... Sonra da onları bir bir yalıyorsun ve yutuyorsun... Bu ne zor bir şey Tayyip... Bizce hiçbir şey için bu yapılmaz... Yapılmamalı... Ama sana, bunları görecek ve seni bunlardan alıkoyacak ahlâki değerler sistemini yüklememişler ki... O yüzden sen yaptığının ne denli kötü ve zor bir şey olduğunu göremiyorsun, bilemiyorsun.
3- Bu süreçte bir şey daha yaptın Tayyip... Küpünü doldurdun. Trilyonlara sahipsin şimdi... Ve bu servetin kaynağını açıklayamıyorsun. Hakkında açılmış 7 tane yolsuzluk dosyası var... Yandaşlarının da öyle… Onlarla birlikte 40’ı aşkın yolsuzluk dosyasına-davasına sahipsiniz şu anda... Dokunulmazlıkları bundan kaldırmıyorsunuz... Önce yandaşımız 4 bin yeni hakimi atayalım, mahkemeleri bütünüyle yandaşlarımızla doldurarak kuşatalım; sonra kaldırırız dokunulmazlıkları diyorsunuz... Bu hesap içindesiniz... Bir de zaman aşımına güveniyorsunuz... Onun hesaplarını yapıyorsunuz...
Bir zamanlar sözde karşı olduğun Batı’yla şu anda birleşebilmek için kan teri döküyorsun Tayyip. Onların bir dediğini iki etmiyorsun.
IMF, emretti diye, halkımızın gözbebeği, onlarca yılda milyarlarca dolarlık para yatırılarak meydana getirilmiş olan, en kârlı, en büyük Kamu kuruluşlarını, iki-üç yıllık kârları karşılığında; yerli-yabancı Parababalarına satıp geçiyorsun. Buna satış denmez. Çünkü o malları, kuruluş maliyetlerinin beşte-onda biri fiyata, iki-üç yıllık kârı kadar bir paraya kim satar? Akıllı bir bezirgân bunu yapmaz... Bu peşkeş çekmektir. Bu kamu malına ihanettir.
Namuslu, yurtsever-halksever bir insan, çok iyi gelir getiren bir kuruluşu yok fiyatına satmaz... Bu satışın, halk için ihanet anlamına geldiğini sen de ekibin de iyi biliyorsunuz, Tayyip. Siz kişicil menfaatiniz için bu ihanetleri yapıyorsunuz. Yaptığınız ve yapmayı planladığınız soygunlar, vurgunlar, yolsuzluklar, kanunsuzluklar yanımızda kalsın, hesap sorulmasın diye bu ihanetleri yapıyorsunuz. Hem de bilerek ve isteyerek... Batılı efendilerinizle çıkarlarınızı birleştirdiniz. Onlar Türkiye’yi talan etmek istiyorlar. Siz de hem iktidarda kalalım hem de küpleri dolduralım diyorsunuz. O yüzden işbirliği-suçbirliği içindesiniz...
Türkiye’yi AB’ye, onların istediği biçimde sokmaya çalışarak ikinci bir suç işliyorsun. İkinci bir ihanettir bu. Biz çok iyi biliyoruz ve görüyoruz ki onlar (AB Emperyalistleri) Türkiye’yi üçe bölmeden AB’ye almazlar... Adım adım Türkiye’yi o zemine sürüklüyorlar zaten. Tabiî senin teslimiyetçi, işbirlikçi tutumun yüzünden… Senden öncekiler de aynı ihaneti etti. Ama sen hepsini solladın ihanette...
Bir diğer ihanetin de Kıbrıs’ı satmaktır Tayyip... AB’yle yapılan Gümrük Birliği Anlaşmasını Kıbrıs Rum Devletini de içine alacak şekilde genişleten “Ek Protokol”ün imzalanması resmi açıdan Kıbrıs Rum Yönetimini “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında Kıbrıs’ın tamamının temsilcisi olarak tanımak anlamına gelir... Sen her zaman yaptığın gibi kara halk yığınlarını kandırmak için yine demagojiye sarıldın. “Ben ek protokole imza atmakla, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni (yani Rum Devletini) tanımış olmuyorum” filan demeye başladın, kendi kendine yayımladığın deklerasyonla. Ama bunların bir ciddiyetinin olmadığını sen de biliyorsun... Yaptığın kandırmaca...
Rumları tanımış olmak bir yana, onlarla gümrük birliği anlaşması bile yapmış oluyorsun... Bu nasıl tanımamak...
Tayyip, ihanetlerini katmerlendirdikçe, zavallı, cahil, bilinçsiz halkımızın temiz din duygularını sömürmeye girişiyorsun...
“Türban meselesini çözeceğiz, İHL’nin üniversiteye girişteki mağduriyetini gidereceğiz” türünden demagojiler üretiyorsun... Böylece, zavallılaştırılmış o insanlarımızı kandırarak oy tabanını muhafaza etmek istiyorsun... Maksat gündem sapsın, yaptığın ihanetler gözden kaçırılsın... Tamamen buna oynuyorsun...
Kıbrıs’ı Rumlara ve AB Emperyalistlerine satışınızı, “Siirtliler Dayanışma Vakfı” gecesinde yaptığın konuşmada şöyle savunmaya çalıştın:
“Birileri gelir dayatır. Kıbrıs’tan çıkın derdi. Bir yere kadar dayanır, ondan sonra kuzu kuzu çıkardık.”
Bu cümleler kişiliğinizi yani yüreksiz ve bilgisizliğinizi çok açık ortaya koyuyor Tayyip... Bu cümlelerde direnmenin, mücadelenin, savaşmanın, kendine güvenin (özgüvenin), halka güvenmenin zerresi yok be Tayyip...
Ayrıca da cahilsin be Tayyip...
Türkiye’nin, 11 Şubat 1959 tarihli Zürih ve 19 Şubat 1959 tarihli Londra Anlaşmalarıyla, uluslararası alanda da resmen kabul edilmiş hakları vardır. Ve o resmi haklarından dolayı bizim asker Kıbrıs’tadır. Sen Kıbrıs’ı gönüllüce satmadıkça kimse Türkiye’yi çıkaramaz... Çıkarmak isteyen hak ettiği cevabı alır...
Ama sende mücadele ruhu yok...
Vatan ve halk sevgisi yok... Tabiî adamlarında da... Sen de adamların da yalnızca Bezirgânlıkta ve Tefecilikte deneyimlisiniz... Ustasınız...
ABD’nin ve Türkiye’de ona ortaklık ve uşaklık eden Finans-Kapitalistlerle (TÜSİAD’çılarla) Antika Tefeci-Bezirgân Sınıfının ortalama 60 yıldan beri yarattığı, geliştirdiği Ortaçağcı oluşum sayesinde iktidardasınız siz... Sadece din alıp satarak halkı kandırdınız ve kayıtlı seçmenlerin yüzde 25’inin oyunu alarak iktidar oldunuz... Acı bir durum...
Ama şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki ihanetlerinizin hesabını vereceksiniz. Siz ve sizden öncekiler...
Bizde, mürur-ı zaman (zaman aşımı) yoktur...
Bir garipliğe daha dikkatinizi çekmek istiyorum Tayyip:
Küba’nın başşehri Havana’da Mustafa Kemal’in heykeli var.
Çin Halk Cumhuriyeti’nde, 70 yıldan beri komünistler ilk kurtarılmış bölgeleri kurduklarından beri; Mustafa Kemal, Ortaokul öğrencilerinin ders kitaplarında Lenin ve Gandhi’yle birlikte yer alıyor ve öğretiliyor. Emperyalist haydutlarla savaşan ve onları yenen bir halkın-ordunun önderi olarak…
Bizde yani Mustafa Kemal’in ülkesindeyse, şu anda Mustafa Kemal’e en galiz kelimelerle küfreden bir kişi (ki o kişi Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının tipik bir temsilcisidir) başbakanlık koltuğunda oturuyor...
ABD’nin, yerli satılmış Parababalarının ne iblisçe bir oyunu değil mi?
Yalnızca bu olay bile, seksen yıl önce emperyalizme karşı verilen savaşın ve kazanılan zaferin, mantıkî sonucuna kadar (Devrimci Demokratik Halk İktidarına) götürülmediği için, zamanla, kerte kerte geriye giderek 180 derece tersine döndüğünü ve Batılı Emperyalistlere teslimiyet çizgisine vardığını göstermektedir, kanıtlamaktadır...
Bunlar umutlandırmasın seni Tayyip...
Bu halk örgütlenmesini, yoktan bir ordu yaratmasını ve emperyalist işgalci haydutlarla, yerli hainlerden hesap sormasını bilir.
Birinci Kuvayimilliye’de bilmiştir yine bilecektir.
İkinci Kuvayimilliye Hareketimiz de durdurulamayacak, engellenemeyecek ve mutlaka zafere ulaşacaktır...
Bundan adın gibi emin ol! Tayyipppp !!!!!!
Nurullah ANKUT
Halkın Kurtuluş Partisi Genel başkanı