Dinlerarası diyalog, New York Times ve İsmaililik.
İnceleme-Araştırma
Tarihin derinliklerinde yaptığım gezilere, epey bir aradan sonra devam ediyorum...
Elime geçen kaynakta, ilgimi çeken bir cemaat veya hareket vakasını sizlerle paylaşacağım...
Bilmeyenler öğrenmiş, bilenler ise hafızasını tazelemiş olur...
Bu kez konumuz, din.
Eserin sahibi, Serge Hutin: Gizli Cemiyetler
Çeviren, Mehmet Arık
38. sayfadaki konunun başlığı: İsmaililer.
Yazar, konuyu şöyle özetlemiş:
* * *
İslam tarihinin çok karışık bir faslıdır. Bazen sade bir mezhep, bazen siyasi bir akide, bazen içtimai bir iman halinde görünmüş olan İsmaililiğin hemen her cephesinde kan vardır, cinayet vardır, fırtına ve feveran vardır. İsmaililik ilkin Şiilikten bir zümre idi. Alinin torunlarından İsmaili İmam tanıyanlara bu ad veriliyordu. Fakat Şiilerin ekseriyeti İsmailin kardeşi Caferi imam tanıdıklarından İsmaililer kuvvetlerini kaybettiler. Hele İsmail ile oğullarının Horasan ve Kandehar taraflarına savuşarak gizlenmeleri üzerine mezhep ölü bir hale geldi. Fakat Abdullah adlı bir İranlı, başsız ve sahipsiz kalan bu mezhebi, pek başka maksatlarla ve şekillerle canlandırdı. Abdullah, Meymun isimli bir göz hekiminin oğlu oğlu olup usta bir hokkabazdı, usta bir hekimdi, iyi felsefe bilirdi, dini bilgisi yüksekti, son derecede kurnazdı, insan ruhunu çok iyi tanıyordu. İşte bu ayarda olan Abdullah geniş bir plan kurdu, İsmaili imiş gibi görünerek reisi olmayan bu mezhebe bir reis vadederek işe girişti. Onun planı (gizli imam) akidesine istinad ediyordu.
Abdullah: (Dünya hiçbir zaman imamdan mahrum kalmamıştır ve kalmayacaktır. Lakin imamlar her vakit göze görünmez. Bazen meydana çıkar, bazen gizlenir (güneş gibi) diyordu. Abdullahın böyle bir akide telkin etmesinden maksadı İsmaililerin ümidini uyanık tutmaktı. Halbuki kendisi iliğine kadar İranlı idi. İsmailiden de, dedesi Aliden de, Araplardan da nefret ediyordu. Nitekim İsmaililere ümit verirken kendine bel bağlayan İranlılara da Ali neslinden ellerine düşeni hiç acımadan öldürmelerini söylüyordu. Onun hakiki müritleri Şiiler değil, Zerdüştler, dinsizler ve Yunan felsefesiyle uğraşanlardı. Onlara dinlerin, imamların manasızlığını anlatıyordu. Diğer adamlar, Abdullahın tabirince Şakiler bu akideyi anlayamazlardı ve bu sebeple de kendi mezhebinin ancak kör birer aleti olabilirlerdi.
Abdullahın kurduğu mezhep yedi derecelikti. Dördüncü dereceye çıkan bir İsmaili, müslümanlıktan da çıkmış oluyordu. Çünkü o derecedeki mezheptaşlara Muhammetten sonra Peygamber gelmeyeceği akidesinin batıl olduğu ve yeni bir peygamberin gelebileceği telkin edilirdi. Altıncı dereceye çıkan mezheptaş, namaz, zekat, oruç gibi dini farizaların lüzumsuz olduğunu kabul etmek mecburiyetindedir. Bu farizalara timsali mahiyet verilir, bu suretle de İslamiyet baltalanmak istenilirdi. Abdullahın büyük bir dikkatle seçtiği misyonerler, üstadıazam denilen bu İranlıdan aldıkları talimat dairesinde yeni mezhebi İsmaililik namı altında her tarafa neşrediyorlardı. Bu misyo-nerler temas ettikleri insanların irfan seviyesine göre söz söylerlerdi. Her şekle girerler ve adeta herkese kendi dilini konuşurlardı. Budalaları, keramet yerine geçirdikleri hokkabazlıklarla elde ederlerdi. Dindarları dini fazilet kisvesine bürünerek kazanırlardı. Sofuları dini sırların esrarengiz tefsirleriyle; mecusileri, iki ilah akidesi taşıyanları, filozofları birdenbire yüksek mertebelere çıkararak kendilerine bağlarlardı. Bütün mezhepler açık veya gizli daha iyi bir istikbal ümidi beslediğinden Abdullahın misyonerleri bu ruhi haletten de istifade ederlerdi ve mesela Müslümanlara (Mehdi)nin, Yahudilere (Mesih)in, Hıristiyanlara Ruhulkudüsün geleceğini vadederek muhtelif mezheplere mensup insanların yardımını kazanırlardı.
* * *
Dinlerarası diyalog organizasyonları,
Papanın ABD ziyareti,
New York Timesın manşeti...BOP, Afganistan, Pakistan, Irak, İran...
ABD ve esas oğlan!
Hepsi üst üste geldi.
Benim kafam karıştı...
Sizinki de karıştı mı?
O halde okumaya ve araştırmaya devam edelim...
Perdeyi kaldırıp, arkasına bakalım...
Akıl süzgecimizi daraltalım,
olur olmaz her söze kanmayalım...
Elimize bir avuç tuz alıp,
sağa sola bakmayalım...
Her gördüğünüz sakallıyı dede,
her takkeliyi hoca sanmayın!!!
Hele hele,
cambaza bak numarasını
hiç yutmayın...
Hayri KÖKLÜ
Kaynak