DİYAP AĞA’DAN SEBAHAT TUNCEL’E!
“Bu Yazıyı Önce BDP’liler Okusun!”
BARIŞ VE DEMOKRASİ DİYEREK ŞİDDETE BAŞVURMAK
Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanmasından sonra hızla siyasallaşan “ayrılıkçı” Kürt hareketi, 2000’lerde siyasi partiler kurarak Meclis’e girmiştir. “Etnik siyaset” yapan söz konusu partilere mensup milletvekilleri her fırsatta “Kürt” olduklarının altını çizmişler, Türkiye Cumhuriyeti’yle ve o Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’le kavgalı olmuşlar, her fırsatta “Demokratik özerklik” adı altında aslında “Özerk Kürdistan” talep etmişler; dahası “barış” ve “demokrasi” diyerek “şiddete” başvurmaktan çekinmemişlerdir: Örneğin, son Nevruz kutlamalarında BDP’li Bengi Yıldız, elindeki bir taşla araçların önünü kesmiş, BDP’li Sebahat Tuncel ise Şırnak’ta tartıştığı başkomisere tokat atmıştır.
Bugünkü BDP’nin Meclis’teki Kürt milletvekilleri; Sebahat Tuncel ve Bengi Yıldız, bana 91 yıl önce Meclis’teki başka bir “Kürt milletvekilini”; Birinci Meclis’in Dersim Milletvekili Diyap Ağa’yı hatırlattı.
Diyap Ağa’dan Sebahat Tuncel’e uzanan 91 yıllık dönüşüm, aslında Türkiye’nin nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir…
İşte Diyap Ağa’nın, BDP’lilere örnek olmasını temenni ettiğim, ibretlik mücadelesi….
ATATÜRK VE DİYAP AĞA
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı fotoğraflarından birinde, üstü açık bir otomobilde Atatürk’ün yanında oturan beyaz uzun sakallı, sarıklı ve pardösülü yaşlı bir adam vardır. İşte o adam Dersim Milletvekili Diyap Ağa’dır. Diyap Ağa, sadece sıradan bir milletvekili değildir, o aynı zamanda Atatürk’ün çok yakın dostlarından biridir. Diyap Ağa, Atatürk’e olan sevgisini, 1931 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda, “…Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, çok büyük bir adamdır. Kıymetini bilelim..” diyerek dile getirmiştir.
Dersim Milletvekili Diyap Ağa, Kurtuluş Savaşı sırasındaki Türk-Kürt kardeşliğinin, emperyalizme karşı Türk-Kürt ortak mücadelesinin en önemli sembollerinden biridir. Diyap Ağa, emperyalizmin kirli oyunlarına alet olmayarak, Türk milletinin bağımsızlık savaşına destek olan gerçek bir vatanseverdir.
Diyap Ağa, Kurtuluş savaşı sırasında mensup olduğu Ferhatuşağı Aşireti ile birlikte işgale karşı koymuş, Milli hareketin yanında yer almıştır. Atatürk’ün çok sevdiği ve dostluk kurduğu Diyap Ağa, Kütahya Eskişehir Savaşları sonrasında Yunan ordusunun Ankara yakınlarına dayanması üzerine Meclisin Kayseri'ye taşınması tartışılırken söz alıp Meclis kürsüsüne çıkmış: "Buraya savaşmaya mı yoksa kaçmaya mı geldik!" diyerek, Milli Mücadeleye tam destek vermiştir.
3 Kasım 1922 tarihinde Meclis’te yapmış olduğu konuşma kayıtlara şöyle geçmiştir:
“Efendiler, kusura bakmayınız, ben ihtiyarım. Hepimiz biliyor ve söylüyoruz ki; dinimiz ve diyanetimiz, aslımız, neslimiz hep birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur. İsmimiz de, dinimiz de Allah’ımız da birdir. Başka ne diyeyim. Hepinize söz yetiştirmeye ben takat getiremem.Hepimizin halimize göre söyleyeceğimiz sözlerimiz vardır. Hele bu haller bir düzelsin de ondan sonra daha çok konuşuruz. Bendeniz ihtiyarım, kusura bakmayınız. Murahhaslarımız haklarımızı kurtarmaya Avrupa'ya gidiyorlar. Allah yardımcıları olsun. Hamd olsun, gidenler dinini diyanetini bilen adamlardır. Zaten hepimiz biriz ve kardeşiz.
Ama düşmanlar bizi birbirimize saldırtmak için tuzaklar yapıyorlar. Sen şöyle, ben böyleyim diye. Ne yaparlarsa nafile, biz hep kardeşiz. Birisinin beş, bir diğerinin on oğlu olur. Biri Hasan, biri Mehmet, biri Ahmet, bir Abdullah’tır. Fakat hepsi insandırlar. La İlahe İllallah, Muhammedün Resulullah… İşte bu… hepsi bu…"
Diyap Ağa, dünün ve bugünün Türkiye Cumhuriyeti karşıtı “ayrılıkçı Kürtçülerine” ders verircesine, kendisini Türk milletinin bir ferdi olarak görmüş ve göğsünü gere gere “Biz Türk’üz” demiştir.
1931 yılında Enver Behnan (Şapolyo), Diyap Ağa’yla bir röportaj yapmış ve bu röportajı aynı yıl, “İlk Millet Meclisinin Yüz Yaşındaki Mebusu Anlatıyor” adıyla Yeni Gün gazetesinde yayınlamıştır.[1]
Şimdi gelin hep birlikte Diyap Ağa’ya kulak verelim:
“Millet Meclisi’nin ilk azalarından Diyap Ağa’ya Karaoğlan’da rast geldim. Felaket ve zafer günlerinin bu bir hatırası olan bu aksakallı ihtiyara yaklaştım. Selam verdim ve kendimi tanıttım. Ertesi günü Nalbantoğlu Hıfzı Bey’le beraber misafir kaldığı Kayseri Oteli’ne gittik.
Otelin avlusunda bu tarihi şahsiyetle karşı karşıya idik. İri ak kaşlarını kaldırdı, mavi gözlerini gözlerime dikti:
‘Oğul sen beni nereden tanıyorsun?’ dedi.
‘Birinci Millet Meclisi’nde Dersim Mebusu idiniz, sizi o zaman tanımıştım’.
‘Aha!.. Unutmamışsın’.
‘Memleketin kurtuluşuna koşanlar hiç unutulur mu? dedim sonra ilave etti’:
‘Benden ne soracaksın?’
‘Nasıl mebus olduğunuzu Birinci Millet Meclisi’nde neler gördüğünüzü ve hayatınızı soracağım!’
‘Sor ki, söyleyem.’
Sordum, şunları anlattı:
Diyap Ağa bugün bir asrı idrak etmiştir, yani tam yüz yaşındadır İkinci Mahmut zamanında doğmuş ve Türkiye’de ilk gazete ile hemtevellüttür.(ayı tarihte doğmuştur).
1831 tarihinde dünyaya gelmiştir. Doğduğu yer Çemişkezek kazasının Eğerek karyesidir. Babasının adı Seyyit Han, dedesi Kahraman Ağa’dır. Mensup olduğu aşiret Ferhatuşağı’dır. Hayatını Dersim’in Balıkkayalı dağlarında atlı olarak geçirmiş. Ferhatuşağı’na reis olmuştur. Üç yüz adamı ile dağdan dağa koşmuş, tam bir Türkmen hayatı yaşamıştır. Birçok mücadelelerle girmiş olan bu efsanevi dağ adamı, bin bir ölüm tehlikesi geçirdikten sonra, Sultan Abdülhamit’in fermanı ile de Dergâhı âli Kapıcıbaşılığı rütbesini almıştır. Dersim havalisinde teşkilat yapmağa gelen altı Ermeni komitacısını yakalamış ve bunların ellerini ayaklarını bağlayarak Yıldız Sarayı’na yollamıştır. Bundan sonra bir müddet Nahiye Müdürlüğü ve Mahkeme azalığında bulunmuştur. Sekiz defa evlenmiş, on beşe yakın çocuğu olmuştur. Hiçbiri sağ değildir. Bunlar arasında eceli ile ölen yoktur.
‘Ağam okumak yazmak bilir misin?’
‘Mebus olanda bilmezdim. Allah, Büyük Gazi’ye ömür versin. Yeni harfleri öğrendim.’
‘Nasıl Mebus çıktınız?’
‘Gâvur Anadolu’yu sardı: Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım. Fakat o zaman olmadı. Sonra Sivas’a oradan da Ankara’ya gelmiş. Bu zaman bizden iki mebus istedi. Herkes korktu, ihtiyar halimle vatanı kurtaranların yanına koşmayı, hatta başımı bile vermeyi göze aldım. Bana ‘gitme ölürsün’ dediler. ‘Zaten herkes mahvoluyor, varam, gidem, onlara ulaşam, hep beraber ölek…’ dedim. Benimle mebus seçilen Ayasuşağı aşiretinden Zeynozade Mustafa Ağa korktu, gelmedi. Ben yanımda bir uşağım, atlara atladık, Elâziz’e geldim. Elâziz’de bana harcırah verdiler. Oradan bir yaylı araba tuttum. Malatya, Sivas, Kayseri yolu ile on sekiz günde Ankara’ya vardım.’
‘Nerede kaldınız?’
‘Taşhan’da bir müddet kaldım, sonra Hacı Bayram’da bir ev tuttum.’
‘Kaç senesinde geldin?’
‘1336 senesinde geldim.’
‘İlk defa Meclis’e nasıl girdin?’
‘Dersim’den tanıdığım Hasan Hayri Bey vardı. Beni Meclise o götürdü. Kapıdan içeri girince yüreğime bir şevk geldi. Gözüm yaşardı. Burasını mektebe benzettim, kara kara sıralar vardı. Bir sıranın bir köşesine ben de çöktüm. Biraz sonra Hasan Hayri Bey, beni dışarı çıkardı. Bir odaya götürdü.’
‘Odada kimler vardı?’
‘Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, Kâzım Paşa vardı. Gazi Paşa ile birbirimizin elini tuttuk. ‘Safa geldin Ağa’ dedi. Beni Paşalarla tanıştırdı. Yanında oturdum. O dakikada Paşa’ya gönlüm ısınıverdı. Gözümü, gözlerinden ayırmadım. Bu büyük adamla cenge değil, bastonuma dayana dayana ölüme bile giderdim.’
‘Hiç Millet Meclisi kürsüsüne çıktın mı?’
‘İki kere çıktım. Bir sene geçmişti. Daha Mustafa Ağa gelmemişti. Meclis’te onun lafını ediyorlardı. Anladım ki mebusluktan çıkaracaklar. Kürsüye geldim. Konuşanlar bile sustu. Herkes bana şaştı. Diyeceğimi bekliyorlardı. Dedim ki: ‘Mustafa Ağa’ya telgraf vurdum, yan gelir, yan gelmez, ola ki gele.’ Hep bir ağızdan bağrıştılar, el çırptılar.
‘Başka yok mu?’
‘Bir kere de Lozan Konferansı sırasında kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: ‘Lâilaheillâh Muhammedürresullâllah’ dedim. ‘Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepiniz Lâilaheillâh demişsiniz. Şimden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.’ dedim. Gene el çırptılar, İsmet Paşa ayakta kürsünün yanına gelmiş, sakalımın dibine yaklaşmıştı. O da coştu, o da el vurdu.’
‘Ağam o zamanlar, sizin bir ecnebi kadına aşık olduğunuzu söylemişlerdi?’
‘Aha canım! Ben Meclis’te büzülmüş otururdum. Yukarıya bir gâvur karısı gelmiş, beni görmüş sormuş: Meclis dağıldı, dışarı çıkıyordum. Kara Bekir kolumdan tuttu beni riyaset odasına götürdü. Hep Paşalar ayakta idiler, aralarında güzel bir kadın gördüm. Paşa Hazretleri dedi ki:
‘Ağa bu kadın seni sevmiş! dedi.’
‘Kadın elimi tuttu. Ben de yüzüne bakarak şu beyti söyledim:
Sev seni seveni hâk ile yeksan etse de
Sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan etse de.’
‘Hep gülüştüler. Kadın resmimi istedi: ‘yarın gel yan yana bir resim çıkarak’ dedim. Bir daha görünmedi.’
‘Ağa kanunları nasıl yapıyordunuz?’
‘Kanun yapmak, tıpkı yayıkta yağ yapmağa benziyor. Çalkalıyorduk, çalkalıyorduk. Yayıktan yağ çıkar gibi kanun da çalkalana çalkalana çıkıyordu.’
‘Bir zaman seyahate çıkmıştınız?’
‘Evet. Bir gün Meclisin kapısı önünde idik. Gazi Paşa Hazretlerine dedim ki: ‘Allah düzenimizi bozmasın, şanımızı arttırsın, kılıcımızı keskin, talihimizi açık etsin’ dedim. Bunu dediğim zaman gözümden yaş aktı. Paşa Hazretleri, beni kolumdan tutarak otomobiline aldı. Beraberce Eskişehir’e seyahat ettik. Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, çok büyük bir adamdır. Kıymetini bilelim, ne diyem, bana çok şefkat ve muhabbet gösterdi. Allah da onun sevenini çok etsin. Bizim Meclisimizde bir duamız bir de arkadaşlara iman vermemizden başka bir gayretimiz olmadı.’
‘Ankara’yı nasıl buldunuz?’
‘Cennet olmuş, şaştım kaldım. Tanınmaz bir hale gelmiş. Çalışanların gayreti var olsun.’
‘12 sene sonra bu seyahatiniz ne içindir?’
‘Gazi Hazretlerini ziyarete geldim.’
‘Arzunuz nedir?’
‘Hey oğul, ihtiyarlıktan çalışamıyorum. Memlekete çok hizmet ettim. Son ömrümde devletimden ve milletimden bir tekaütlük maaşım almağa geldim. Bu işim de olursa mesut olarak memleketime döneceğim!”
1931 yılında, Diyap Ağa’yla yapılan bu röportaj, onun gerçek bir vatansever, gerçek bir kahraman ve gerçek bir Müslüman olduğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Birinci Meclis’in Dersim Milletvekili Diyap Ağa, Atatürk’ün 1 Mayıs 1920’de Meclis’te yaptığı o tarih konuşmada; “Meclisi alimizi teşkil eden zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkeş değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir; fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır..” diye tanımladığı Türk milletinin güzide bir ferdidir. Nitekim Diyap Ağa, yukarıdaki anılarında, “… Türklük tehlikeye düştüğü…” için Kurtuluş Savaşı’na katıldığını ifade etmiştir. Bugünün kimi okumuşlarında olmayan “Türklük bilincinin”, seksen yıl önce okuma yazmayı sonradan öğrenen Diyap Ağa’da fazlasıyla olduğu görülmektedir.
Diyap Ağa’nın yukarıdaki röportajında altı çizilmesi gereken çok önemli noktalar vardır. Bu noktaları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Kurtuluş Savaşı’na katılmasının nedeni dinin, namusun ve Türklüğün tehlikeye düşmesidir: “Gavur Anadolu’yu sardı. Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü…”
2. Atatürk’e hayran ve duacıdır: “Mebus olanda bilmezdim. Allah, Büyük Gazi’ye ömür versin. Yeni harfleri öğrendim.” “İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım. Fakat o zaman olmadı. Sonra Sivas’a oradan da Ankara’ya gelmiş.” “ (Meclis’te) Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, Kâzım Paşa vardı. Gazi Paşa ile birbirimizin elini tuttuk. ‘Safa geldin Ağa’ dedi. Beni Paşalarla tanıştırdı. Yanında oturdum. O dakikada Paşa’ya gönlüm ısınıverdı. Gözümü, gözlerinden ayırmadım. Bu büyük adamla cenge değil, bastonuma dayana dayana ölüme bile giderdim.” “Bir gün Meclisin kapısı önünde idik. Gazi Paşa Hazretlerine dedim ki: ‘Allah düzenimizi bozmasın, şanımızı arttırsın, kılıcımızı keskin, talihimizi açık etsin’ dedim. Bunu dediğim zaman gözümden yaş aktı. Paşa Hazretleri, beni kolumdan tutarak otomobiline aldı. Beraberce Eskişehir’e seyahat ettik. Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, çok büyük bir adamdır. Kıymetini bilelim, ne diyem, bana çok şefkat ve muhabbet gösterdi. Allah da onun sevenini çok etsin.”
3. Ayrılıkçı Kürt hareketine karşı “Biz Kürt değil, biz Türk’üz” diyerek Türk devletinin bütünlüğünü savunmuştur: “Lozan Konferansı sırasında kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürt’müş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: ‘Lâilaheillâh Muhammedürresullâllah’ dedim. ‘Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepiniz Lâilaheillâh demişsiniz. Şimden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.”
TÜRKLÜK TEHLİKYE DÜŞTÜĞÜ İÇİN
“Gavur Anadolu’yu sardı. Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım.”diyen Diyap Ağa, Kurtuluş Savaşı’na, Doğu Perinçek’in iddia ettiği gibi, “Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanını kurtarmak için” değil “Türklük tehlikeye düştüğü” için katılmıştır. Ayrıca, herhangi bir protokolle, “özerklik” vaadiyle kandırılarak değil, vatanı kurtarmaya karar veren Atatürk’ün peşinden gitmek için ve O’nun “büyük yüzünü görmek” için Meclis’e gelmiştir. Üstelik, Diyap Ağa tüm bunları, Cumhuriyet’in kuruluşundan 8, Şeyh Sait isyanından 6, Ağrı isyanından 1 yıl sonra, 1931’de söylemiştir.[2]
İşte, Atatürk’ün Birinci Meclis’ten arkadaşı Dersimli Diyap Ağa gerçeği!... Emperyalizm’in pençesine düşmeyen, din, namus ve vatan aşkıyla Atatürk’ün yanında Milli harekete destek olmak için milletvekili olan, ayrılıkçı Kürtlerin “bağımsız Kürdistan” diye bağırıp çağırdıkları bir ortamda Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada “Biz Kürt değil, biz Türk’üz” diyerek Türk devletinin birliğini ve bütünlüğünü savunan gerçek bir kahraman…
İKİ DERSİMLİ ARASINDA SIKIŞMAK!
Yakın tarihimizde iki tanınmış Dersimli vardır:
Biri, İlk Meclis’te Dersim Milletvekili olarak yer alan ve Atatürk’ün yanında Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü için mücadele eden Dersimli Diyap Ağa…
Diğeri ise, Cumhuriyet dönemindeki Dersim İsyanı’nın başında yer alarak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak içi mücadele eden Dersimli Seyit Rıza…
Türkiye, bugün bu iki Dersimli arasında sıkışmıştır!...
Bugün Sebahat Tuncellerin ve Bengi Yıldızların Diyap Ağa’yı unutarak Seyit Rıza’nın peşinden gitmeleri, Türkiye’nin gittiği yolu göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir.
Ancak eninde sonunda hak yerini bulacak; birleştirici, bütünleştirici Diyap Ağa düşüncesi, ayrılıkçı bölücü Seyit Rıza’ya düşüncesine galip gelecektir…
Ne de olsa Hititlerden bu güne 5 bin yıllık Anadolu tarihinde, “hainler” eninde sonunda hep kaybetmişlerdir!...
KAYNAKLAR:
[1] Enver Behnan, “İlk Millet Meclisinin Yüz Yaşındaki Mebusu Anlatıyor”, Yeni Gün, 27 Temmuz 1931.
[2] Özgür Erdem, “Diyap Ağa Diyor ki: Ben Kürt Değil Türk’üm”, Türk Solu Dergisi, Sayı 255, 05/10/2009.
Sinan MEYDAN / 24 Mart 2011, sinanmeydancom.tr.gg
sinanmeydan75@mynet.com