Diyar-i Gurbette Bayram

Diyar-i Gurbette Bayram

İletigönderen ekmel » Pzr Ağu 19, 2012 1:34

DİYAR-I GURBETTE BAYRAM


Yıllar var ki annemle, babamla, ağabeylerimle, ablalarımla, akrabalarımla bir arada bir bayram geçiremiyorum. Sabah erkenden kalkıp babamın peşi sıra bayram namazına gidemiyorum. Cami çıkışı bütün mahalleli ile bayramlaşamıyorum. Gönlüm bayramlarda sevdiklerimle beraber olmayı arzu etse de içinde bulunduğum şartlar buna pek müsade etmedi, etmiyor.

İnsanın ailesinden uzakta bir bayram sabahına gözlerini açması, bayram sevincini yaşayamayacak olmasının en büyük belirtisi oluyor. Bu durum anavatanımızdan uzakta, diyar-ı gurbette olunca daha da değişik bir hal alıyor. Buraya (Almanya’ya) geldiğim ilk yıldan beri dile getirdiğim bir şey var: Diyar-ı gurbette bayram, bayram namazı ile başlayıp, bitiyor. Ne demek istediğimi gurbette olanlar çok iyi anlayacaklardır. Ailelerinin yanında olanlar biraz empati kurarlarsa mutlaka onlarda beni anlayabilirler.

Lise yıllarımdan beri hayata dair notlar tutarım. Tuttuğum bu notları senede bir iki kez okur, üzerinde düşünür, mazide yolculuk yaparım. Birkaç gün evvel dil kursuna giderken kullandığım ajandamı gözden geçirirken, arka sayfalara doğru bazı yazılar kaleme almış olduğumu gördüm. Ne yazmışım, diye merakla okumaya başladım. Bir yazımda aşırı yazma isteğimin başladığından dem vurmuşum, bir başka yazımda asr-ı saadete yolculuk yapmışım. Fakat asıl sizlerle paylaşmaya karar verdiğim yazımda ise, diyar-ı gurbette yaşadığım bir bayram gününü dillendirmeye çalışmışım. Bundan yaklaşık sekiz yıl önce kaleme aldığım yazım şöyle :

Ailemden uzakta geçirdiğim bayram sayısı bir hayli fazla. Özellikle bayramların ilk günlerinde ailemden ayrı olurdum. Bu seferki bayram çok daha farklı. Bu sefer hem başka bir ülkedeyim hem de bayramın hiçbir gününde ailemi göremeyeceğim… İnsanın ailesinden uzakta olması gerçekten katlanılması zor bir durum. Bu zorluğu yıllardır yaşadığım için belki de biraz olsun alışmaya başladım gibi…

Başka bir ülkede olmanın elbette bir takım zorlukları var. Dilini, dinini, yaşayış tarzını bilmediğiniz bir ortama geliyorsunuz. Geldiğiniz bu ortamda yine kendi vatanınızdan kopup gelmiş, fakat tanımadığınız insanlarla tanışmaya, kaynaşmaya çalışıyorsunuz. Ama havasından mıdır, suyundan mıdır, bilinmez, geldiğiniz ortamda kendi vatanınızdan olanlarla bile istediğiniz ya da beklediğiniz bir düzeyde samimiyet kuramıyorsunuz. Hani “bir dokun, bin ah işit” diye meşhur bir sözümüz var ya, burada tam karşılığını buluyor. Kime hal-hatır sorup, biraz konuşmak isteseniz, herkes derdini anlatmaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz kimisi evladından dert yanıyor, kimisi anavatanımızda yaptırdığı evinde oturan kiracısından; kimisi kardeşinden dert yanıyor kimisi eşinden... Dünyada dertsiz kul yoktur, derler, kanaatimce dorğrudur. Herkesin kendine göre bir derdi, tasası, sıkıntısı vardır. Ancak insanlar dertlerini derman bulabilecekleri, kişilere anlatmalılar diye düşünüyorum. Yoksa her önünüze gelene derdinizi, tasanızı anlatırsanız, muhatabınız derdinize derman sunabilecek reçeteyi veremezse derdiniz katlanabilir. Buradaki vatandaşlarımızın dertleri, sorunları anlatmakla bitecek gibide değil zaten. Burada yabancı, anavatanda Almancı olmuşlar bir kere. Bizde bu kervana katıldık. Allah sonumuzu hayrede...

İşte alışmaya çalıştığım diyar-ı gurbette birkaç iftar davetini ve teravih namazlarını saymazsak ramazan-ı şerif ayı oldukça garib geçti. Garip geçen oruç ayının sonunda gelen bayramda haliyle garip geçiyor. Burada sokak aralarında ellerinde, kafalarının üzerinde simit dolu tepsileri taşıyan “taze gevrek simit var, simitçiii” diye bağıranları duymanız mümkün değil. Gittiğiniz her evde tatlı üstüne tatlı yediğinizi düşünürseniz, bu simitçilerin ne kadar ulvi bir iş yaptıklarını anlarsınız. Hele o seyyar köftecilerimiz olsa, yediğiniz o tatlılardan gınah geldiği zamanlarda yarım ekmek arası beş köfte yahut yufka dürüm yeseniz, fena mı olur. Hele hele gecenin alaca karanlığında kokoreç satan hünerli ağabeylerimizi bunlara ilaveten sokak sokak gezip nohut-pilav satan mübarek insanları anmamak olmaz. Buradaki nesil bunlardan mahrum büyüyor. Bacak kadar çocukların bildikleri tek ve yegane yiyecek pommes namı diğer patates kızartması. Halimi anlayın artık.

Bayram günü diyorduk nerelere geldik. Evet buralarda bayram sabahı önünüze küçük küçük çocukların çıkarak; “Amca bayramınız mübarek olsun” sözlerini duyamayacağınız gibi, yine o yavrucağızların teker teker mahallelinin zillerine basarak, şeker toplamalarınada şahit olmanız pek mümkün değil. Şayet türklerin yoğun olarak ikamet ettiği bir mahallede oturuyorsanız belki birkaç çocuk gelip zilinize basabilir. Bu da nadir görülen bir durumdur.

Büyüklerde bir garip. Bizim örfümüzde, adetimizde küçükler büyüklerin ellerini öperler, büyüklerde küçüklerin gözlerinden öperler. Yaşlıdır diyorsunuz, bayramlaşmak için ziyarete gidiyorsunuz, ihtiyar amcam elini öptürmemek için elinden geleni yapıyor. Hele hele bazıları uzaktan “bayramın mübarek olsun” deyip oturduğu yerden kalkma zahmetinde de bulunmuyor. Yaşlılığına veriyor, aldırmıyor gibi gözüküyorsunuz. Sonra sizde diğerleri gibi bir köşeye oturuveriyorsunuz. Önünüze konan ikramı tüketiyorsunuz. Sözün, sohbetin, muhabbetin, kardeşliğin olmadığı bir ortamda ikram neyi ifade ediyorsa... İkramlar bitipte başlamayan sohbet sona erince, müsade isteyerek gittiğiniz evden ayrılıyorsunuz.

Böyle negatif, duygusuz bir ortamdan ayrılınca bir taraftan rahatlık duyuyor diğer taraftan öfkeleniyorsunuz. Muhtemelen ziyaretinden ayrıldığınız kişilerde benzer duygulara kapılıyorlarladır. Sizin hakkınızda: “Aylardır görüşmüyoruz, şimdi ne diye geldiler ki...” kabilinden sözler söylüyorlardır. Hatta zaman zaman görüştüğünüz bazı kişiler, sanki sizi ilk defa görüyorlarmış gibi davranabiliyorlar. Yeniden bir tanışma faslı yaşıyabiliyorsunuz. Genelde bu tarz bir tutum içerisine sözüm ona akrabalarınızın girmesi de ayrı ve acınası bir durum olarak hafızanızda ve kalbinizdeki hüzün dolu yerini alıyor...

Oysa ki bizim bayramlarımız böyle miydi? Dolu dolu geçen bir Ramazan-ı şerif ayından sonra gelecek olan bayram için, günler öncesinden bayram hazırlığı yapılır, tatlılar, börekler, çörekler hazırlanır, türlü türlü çerezler alınır ve bayram boyunca tüm tanıdıklar ziyaret edilirdi. Gidilen her evde on beş-yirmi dakika oturmaya niyet edilse de bir iki saatten evvel kalkmakta pek mümkün olmazdı. Çünkü hane sahipleri, aile büyükleri eski bayramlardan anlatmaya bir başladılar mı, insanın böylesine güzel bir sohbet ortamından ayrılmaya gönlü razı olmazdı. Zaman zaman rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olanlar hayır dua ile yad edilir, onlardan bir iki anı anlatılırdı. Bu sayede geçmiş neslimizi de tanımış olurduk. Hatta maddi imkanı yeterli olmayanlara komşuları tarafından tatlılar götürülür, bayram boyunca fakir fukaranın da yüzü gülsün diye gayret edilirdi. Kabir ziyaretleri yapılır, başta yetim yavrular olmak üzere, bütün çocuklar sevindirildi. Ak sakallı, nur yüzlü dedelerimizin, haya timsali, ak yazmalı, al tavşallı ninelerimizin ellerini öper, hayır dualarını alırdık. Kapı kapı gezer şeker toplardık. Şükretmesini bilen insanımız, paylaşmanın mutluluğunu doyunca yaşardı. Ne de olsa imanımız kalplerimizdeydi, şimdiki gibi dilimizde değil...

Bayram gibi bayramlar yaşayabilmek dilek ve temennilerimle...

18.04.2012

Yusuf Akkaya / Almanya
Kullanıcı küçük betizi
ekmel
Üye
Üye
 
İletiler: 6
Kayıt: Sal Ara 02, 2008 2:33

Şu dizine dön: Sizin Makaleleriniz

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x