Türkiye'nin Fatih ve Yavuz sondaj gemilerini Kıbrıs açıklarına göndermesi ve gemilerin Kuzey Kıbrıs'ın ruhsat verdiği bölgelerde doğalgaz aramalarına başlamasına, Rum kesiminin yanı sıra Yunanistan, Mısır, İsrail ve ABD tepki gösteriyor.
Süreç içerisinde Türkiye ve Yunanistan karşılıklı olarak NAVTEX açıklaması yaparken, Avrupa Birliği ise Ankara'ya karşı güçlü bir yaptırım sinyali verdi.
*
Ülke idarecileri bu gelişmeler karşısında Türkiye'nin haklılığını hukuksal olarak anlatmak yerine "Girdiğimiz yolda her türlü bedeli ödemeye kararlıyız. Hodri meydan diyoruz, her bedeli ödemeye hazırız." gibi söylemlerle anlatmaya çalıştı.
Yine diplomasi yerine hamesete başvurduk.
Fakat tarihte neden sonuç ilişkisi vardır.
Yani bir olay, kendinden önceki bir olayın sonucu veya sebebini oluşturabilir.
Yıkılan devletlerin, çıkan savaşların, kurulan devletlerin, yapılan anlaşmaların hepsinde bu ilişki vardır.
Ve her sonuç; bir bedelin karşılığıdır.
İstanbul, İzmir gibi şehirlerinin işgal edilmesi İstiklal Savaşının nedeni olurken, Sevr'-i yırtıp atıp, Cumhuriyetin kurulması için şehitlerimizin dökülen kanları bu ülkenin bedeli olmuştur.
*
Ve bugünlerde yine sık sık bedel ödemekten bahsediliyor.
Peki biz kendi bölgemizde komşularımızla neden kötü olduk?
Ya da başka bir ifade ile Türkiye neden yalnız kaldı?
Bedel ödememizi gerektiren sürece adım adım nasıl geldik?
Gelin makarayı başa saralım.
Afganistan ve Irak işgali ile başlayan, Tunus, Cezayir, Mısır, Libya ve son olarak Suriye'de yaşananların, küresel güçlerin "böl ve yönet politikası" olduğu açıkça görülmesine rağmen Türkiye, bölgedeki gelişmeleri doğru okuyamadı. Zira son 18 yılda Kıbrıs'ın nasıl bir kıymete haiz olduğunun farkına ülke idarecilerimiz yeni vardılar. O kadar yanlış bir politika izlendi ki, bunun sonuçlarını Doğu Akdeniz'de yalnız kalarak görüyoruz işte...
*
1974'te yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı'nın üzerinden 46 yıl geçmesine rağmen, sağa sola posta koymak yerine Kıbrıs meselesini çözmeye çalışsaydık şimdi durum daha farklı olabilirdi. Hoş bugünkü iktidar bir ara bu konuya el attı ama onda da yanıldı.
Keza Nisan 2004'te Türklere dayatılan Annan Planı, tamamen Rumların lehine olmasına rağmen, gerek Türkiye'de, gerekse de KKTC'de halka çözüm için en ideal plan gibi gösterildi. Hayatını Kıbrıs'a ve bağımsızlığa adayan rahmetli Rauf Denktaş, küresel güçler ve Türkiye'yi yönetenler tarafından "günah keçisi" yapılarak, kendi koltuğu için çözüm istemiyor suçlamalarına maruz kaldı.
*
AKP hükümeti, çözümsüzlük çözüm değil diyerek dört elle Annan planına sarıldı, Türk halkına ise Kıbrıs'ı AB yolunda tek engel olarak sundu. Bununla birlikte yandaşlar, enteller ve liboşlar harekete geçerek adadaki askerî varlığımızı Rumların dile getirdiği gibi işgalci diye nitelemeye başladı. Sanki Türkiye adayı işgal etmiş gibi adada yaşayan Türklerin yaşadığı acılar görmezden gelinerek unutturulmak istendi.
*
Türkiye'deki "ver kurtulcu" zihniyete paralel olarak adadaki bazı sivil toplum kuruluşlarına küresel güçlerin fon yardımları ve Türkiye'yi yönetenlerin desteği ile KKTC'de "Yes be annemciler" türedi ve Annan Planı Türk ve Rum kesimlerinde oylandı.
Türkler plana evet derken, tamamen lehlerine olan plana Rumlardan hayır çıktı.
*
Seçim sonuçlarından plana destek veren Türkiye ve KKTC'deki yöneticiler, meselenin Rumlardan kaynaklandığını tüm dünya gördü diye düşünüp ödül beklerken, bırakın ödülü ambargoları bile kaldırtamadılar. Rumların, adanın tümünü temsilen AB'nin tam üyesi yapılmasına da ancak ağzı açık seyirci kaldılar.
İşte bu küresel çete, Orta Doğu'yu kontrol altına alabilmek için Kıbrıs'ta egemen olmak istiyor. Böylece Doğu Akdeniz ve Orta Doğu enerji kaynaklarının dağıtımında önemli rolü olacak, İskenderun Körfezi'nin kontrolüne de sahip olacaklar.Tamemen lehlerine olan planı kabul etmeyen Rumlar geçen zaman içinde, İsrail ve ABD şirketleri ile birlikte petrol ve doğal gaz arama ve çıkarma çalışmalarına girdi. Türkiye ise bu duruma karşın kendi kıta sahanlığında kalan bölgelerde doğal gaz arama faaliyetlerine başlarken, Libya'daki hükümetle iş birliği yaptı.
Ama yetmez...
*
Bugün Doğu Akdeniz'de gerginlik sürüyor. Oysa durumun bu hâle geleceği baştan belli değil miydi? Türkiye de bunu göremeyen devlet adamı yoksa Allah sonumuzu hayır etsin. Zira karşılıklı restleşip savaş gemilerini gönderdiğimiz bölgede arama faaliyetleri birdenbire başlamadı. Rumlar 2002'den itibaren Doğu Akdeniz'de başta Mısır olmak üzere diğer kıyıdaş ülkeler Lübnan, Suriye ve İsrail'le Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması yaptı. Türkiye buna bir önlem almak yerine ne yaptı?
Hiç!
Üstüne bu ülkelerle bir bir papaz oldu.
*
Bugün ABD'nin Noble ve Exxon Mobil şirketlerinin yanı sıra İtalyan ENI ve Fransız Total şirketleri de bölgede arama faaliyetleri yapıyor. Bu şirketler burnumuzun dibinde arama yaparken Türkiye ise Kanal İstanbul'u tartıştı. Dünya liderine sahibiz, bölgesel süper gücüz diyen iktidar ve yandaşlarına soruyorum: Komşularımızdan hangisiyle diplomasimiz var?
Hangisi sözümüzü dinler?
Osmanlı bile en güçlü zamanında Avrupa'ya sefer düzenlerken doğusunda kalan devletlerle iyi lişkiler kurmaya çalışıyordu.
Şimdi öyle mi?
Tamam Türkiye büyük ve düşmanı çok!..
Ama büyüklük yalnızlık demek değildir!..
Büyüklük; millî bir politikanın olması, düşmanlarının senin çıkarlarınla çatışmaktan kaçınması demektir.
Eğer bir ülkenin millî bir dış politikası yoksa o devlette bağımsızlıktan söz edilebilir mi?