DP'li, Amerikancı ve Diyalogcu Bir Hür Adam / Sinan MEYDAN

Tarihçi - Yazar

DP'li, Amerikancı ve Diyalogcu Bir Hür Adam / Sinan MEYDAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Oca 18, 2011 13:51

DP'li, Amerikancı ve Diyalogcu Bir Hür Adam

Türkiye, 1950’den sonra ABD çıkarları doğrultusunda “değiştirilip”, “dönüştürülmeye” başlanmıştır. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin en büyük korkusu olan “komünizm” tehdidi ve tehlikesi, bu tehdidin burnunun dibindeki Türkiye’yi ABD için “çok stratejik” ve “çok önemli” bir ülke haline getirmiştir. Komünizm tehdidine karşı İslamı “kalkan” olarak kullanmak isteyen ABD, Türkiye ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerin önderliğinde bir “Yeşil Kuşak” oluşturarak, Komünizmi İslamla vurmak istemiştir.

ABD, komünizm tehlikesine karşı kalkan olarak kullanmayı düşündüğü Türkiye gibi ülkelere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kesenin ağzını açmıştır: Marşal Yardımı, Truman Doktrini, NATO’ya üyelik gibi konular bu çerçevede değerlendirilmelidir.

“Komünizme karşı İslam” stratejisiyle yola çıkan ABD, İslam ülkelerindeki “Komünizm karşıtlığını” körüklemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu doğrultuda İslam ülkelerindeki “çağdaş”, “laik”, “sosyalist” yapılanmalara ve kişilere darbe vurarak, “İslamcı”, “şeriatçı” yapılanmaları ve kişileri ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Özetle; II.Dünya Savaşı sonrasında İslam dünyasında birden bire başlayan “dincileşme” hareketlerinin arkasında, komünizmi İslamla durdurmak isteyen ABD vardır. Rus-Afgan Savaşı’nda ABD’nin Afganistan’a yardım etmesi ve Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi karşılığında ABD’nin isteğiyle NATO’ya alınması hep bu stratejinin ayaklarıdır.

SAİD-İ NURSİ DP’Yİ DESTEKLEMEDİ Mİ?

“ABD”nin Komünizme karşı İslam” stratejisi, Türkiye’de 1950’de “dinsel bir söylemle” iktidara gelen Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sini (DP) ve yasaklı din adamı Said-i Nursi’yi desteklemeyi ve onlardan “yararlanmayı” gerekli kılmıştır.

1950’de yoğun bir “dinsel söylemle” iktidara gelen DP’nin ilk politikaları da “din” alanında olmuştur. DP iktidara gelir gelmez, Atatürk döneminde Türkçeleştirilen ezanı, yeniden Arapçalaştırmıştır. Atatürk devrimlerini, “Halka mal olanlar ve olmayanlar” diye ikiye ayıran, milletvekillerine “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” diyen DP lideri Adnan Menderes, 1951’de İzmir’de, DP Kongresi’nde, şunları söylemiştir: “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye bir Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır, Müslümanlığın bütün icaplarını yerine getirecektir.”

Menderes’in 1951 yılındaki bu sözleri, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğinin çok iyi bir göstergesidir. Menderes’in, “Müslümana Müslüman propagandası” yaparak “oy uğruna” İslam dinini istismar ettiği çok açıktır. DP dönemine kadar İslamın baskı altında olduğunu söylemesi, ezanın Arapçaya çevrilmesini “Müslümanlığa dönüş” diye adlandırması ve DP’yi “İslamın bayrağı” gibi tanımlaması, bugün AKP’nin “din politikalarını” ve “din istismarını” çağrıştırmaktadır. Demek ki, “siyasal İslamcı iktidarların” ortak yönlerinden biri, aradaki zaman farkına rağmen, benzer bir “söylem” kullanmalarıdır.

* * *
1948’de 20 aya mahkum olan Said-i Nursi, Nur talebeleriyle birlikte Afyon hapishanesine konulmuştur. O sırada hükümete başvurarak “Bolşeviklere karşı birlikte mücadele etmeyi” önermiştir:

“Beni serbest bırakınız. El birliğiyle Komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”[1]

Said-i Nursi, DP iktidarına yedi ay kala, 20 Eylül 1949’da hapishaneden çıkmış ve 20 Kasım 1949’da Emirdağ’a sürülmüştür.

14 Mayıs 1950 seçimlerini DP kazanınca Said-i Nursi Celal Bayar’a bir kutlama telgrafı göndermiştir:

“Cenab-ı Hak sizi İslamiyet, vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin.”[2]

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Said-i Nursi’nin bu telgrafına: “Samimi tebriklerinizden fevkalade mütehassis olarak teşekkürler ederim” diye, nazikçe bir cevap vermiştir.[3]

1950’de DP tarafından serbest bırakılan Said-i Nursi, kendisine tahsis edilen bir otomobille propaganda gezilerine çıkmıştır.

DP, 1950’de iktidara gelince Said-i Nursi de Ankara’ya gelmiştir. Kendi anılarına göre Ankara Üniversitesi’nde bir konferans vermiştir. Konferansını, yerli ve yabancı profesörlerle bazı milletvekilleri izlemiştir![4]

1950’lerin sonunda ekonomik durumun bozulmasına paralel güç kaybeden DP, “İslamı daha çok kullanmaya ve ödünler vermeye başlamıştır. 1957 seçimlerinde dinsel sloganları ağırlıklı kullanırken, Nurcularla da seçim ittifakına girmiştir. 1958’de ise yine Nurcuların anti-laik propagandalarına göz yumulurken radyodaki dini programlar artırılmıştır…. Başbakan Menderes, 19 Ekim 1958’de Emirdağ’da yeşil tuğralı bayrakla ve Said-i Nursi tarafından karşılanmaktan memnuniyet duymuştur…”[5]

Said-i Nursi, 1956’da DP’yi desteklediğini açıklayan bir “manifesto” yayınlamıştır.
Bu arada Afyon Mahkemesi de Nur risalelerinin zararsız olduğuna karar vermiştir.[6]

1950’lerde Said-i Nursi DP’yi, DP de Said-i Nursi’yi desteklemeye başlamıştır. DP milletvekili Tahsin Tola, Said-i Nursi’nin risalelerinin Latin harfleriyle basılmasını önermiş, bunun üzerine DP lideri Adnan Menderes de Diyanet idaresine talimat vermiştir. Bu talimatı alan Diyanet İşleri Başkanı A. Salih Korur: “Bu eserlerin neşredilmesi için Said-i Nursi’nin ismi kafi değil mi?” demiştir. Ve Nur Risaleleri Latin harfleriyle basılmıştır.[7]

Said-i Nursi, 1957 seçimlerinde DP’den aday olan Senirkentli Tahsin Tola’nın desteklenmesini istemiştir.[8]

Said-i Nursi, 27 Ekim 1957 seçimlerinde Isparta’dadır. Oy kullanmak istediğini bu nedenle seçim sandığının kendisine getirilmesini istemiştir! Sandık başkanı bu isteği reddedince yanına Zübeyir Gündüzalp’i alarak sandığa gidip göstere göstere DP’ye oy vermiştir.[9]

Bütün bu girişimlerine karşın Said-i Nursi anılarında, “siyasete girmemiş olduğunu” iddia etmiştir. Said-i Nursi’yi parlatmak için kitap yazanlar da bu iddiadan hareketle “Said-i Nursi siyasetle ilgili değildi, hiçbir partiyi desteklememişti” demişlerdir. Ancak bu doğru değildir; yukarıda da görüldüğü gibi Said-i Nursi ayan beyan bir şekilde DP’yi desteklemiştir. Milletvekili olmamasının nedeni ise diplomasızlıktır; çünkü o zamanki yasaya göre en az ilkokul diploması sahibi olanların milletvekili olması mümkündü. Ayrıca kendisi de milletvekili olmak istememişti zaten…

AH CEMAL KUTAY AH!

Said-i Nursi
, 1950’lerde Amerikan destekli yerli işbirlikçilerle parlatılmaya başlanmıştır. DP’nin iktidar olduğu ve “Karşı Devrimin” başladığı o yıllarda Amerikan eksenli tüm politikaları basın yayın yoluyla halka benimsetmeye çalışan gazeteci, yazar Cemal Kutay, Cengiz Özakıncı’nın deyişiyle: “Said-i Nursi’yi sindiği köşede bulup çıkarıp Amerika’nın izniyle Türk gençliğinin düşünsel önderi olarak parlatılıyordu. Çünkü Amerika, dünya üzerinde eskiden Almanya çıkarına çalışan bütün ajanları toplayıp kendi hizmetine koşmaya başlamıştı. Türkiye’de yapılan buydu”[10]

Cemal Kutay
, Said-i Nursi’yi parlatmak için yazdığı “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı kitabında, bir taraftan Said-i Nursi’yi överken, diğer taraftan DP iktidarının isteği doğrultusunda Said-i Nursi’yi nasıl arayıp bulduğunu, nasıl ortaya çıkartıp nasıl Amerikan isteklerine uygun bir din adamı olarak tanıttığını anlatmaktadır.[11]

Kitabında, Emirdağ’a giderek Said-i Nursi ile görüştüğünü ve elini öptüğünü yazan Cemal Kutay, yıllar sonra Emirdağ’a gitmediğini açıklayacaktır.[12] Dahası, kitabında Said-i Nursi’yi yere göğe sığdıramayan Cemal Kutay, (Mustafa Yıldırım’ın iddiasına göre) yıllar sonra bu kitabı 100 bin lira karşılığında yazdığını itiraf edecektir.[13]

Cemal Kutay’ın tamamen Said-i Nursi’nin yazdıklarına, anılarına ve bazı başka anılara dayanarak kaleme aldığı, anılar dışında neredeyse hiçbir kaynak kullanmadığı “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı kitabı, sonraki bütün Said-i Nursi kitaplarının “ana kaynağı” olmuştur. Prof. Şerif Mardin bile “Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı” adlı kitabını yazarken “temel kaynak” olarak Cemal Kutay’ın bu propaganda kitabını kullanmıştır.

Aynı Cemal Kutay’ın 12 Eylül sonrasının “ateşli Atatürkçülerinden” biri olması da çok düşündürücüdür! 12 Eylül’de “içi boşaltılan Atatürkçülüğü” topluma benimsetme görevi de yine Cemal Kutay’a verilmiştir belli ki.

1950’lerde sadece Said-i Nursi değil, daha önce Türkiye’deki Hitler örgütlenmesinde görev alan Alman güdümlü Cevat Rıfat Atilhan da Almanya yenilince rotayı Amerika’ya doğrultmuş ve 1950’lerde Amerikan güdümlü İslam çalışmalarına katılmıştır.[14]

Soğuk savaş döneminde Amerika’nın, kırk yıl önce Almanya için “cihat fetvası” yazan Said-i Nursi gibi İslamcılara çok ihtiyacı vardı. Amerika, bu İslamcıları şimdi de “Amerikan malı cihat fetvası” yazmaları için kullanacaktı. Cengiz Özakıncı bu geçeği, “Said-i Nursi hem eski Almancı, yeni Amerikancı, hem İslam birliği yandaşı, hem Osmanlıcı, hem Kürt, hem hilafetçi olması bakımından Amerika’nın Bullit tarafından kurallaştırılan soğuk savaş stratejisinin Türkiye’deki kanaat önderi ve ruhani lideri olup çıkmıştır.”[15] diye ifade etmiştir.

SAİD-İ NURSİ ABD ETKİSİNE GİRMEDİ Mİ?

Türkiye’yi II. Dünya Savaşı’nda Sovyet saldırısından Kuran’ın koruduğunu ileri süren[16] Said-i Nursi’ye göre Komünistler, “serserilere ve fakirlere zenginlerin malını peşkeş çekilmektedirler.”[17]

Said-i Nursi, 1950’lerde açık bir ABD taraftarıdır.
Anlaşıldığı kadarıyla İslam dünyasını komünizm tehlikesine karşı ABD’nin koruyacağını düşünmektedir.

Şu sözler Said-i Nursi’ye aittir:

“Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükunet ve müsamaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan müddeayı ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.”[18] Yani, Said-i Nursi, “Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle dini hakikatlere sahip çıktığını, Amerika’nın, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdiğini, Amerika’nın yeni doğan İslam devletlerini okşadığını ve onlarla ittifak ettiğini” bütün dünyaya ilan ediyor!

Nursi’nin bu sözleri, bugün onun yolundan giden Fethullh Gülen’in sözlerine ve yaşam biçimine nasıl da güzel örnek oluşturuyor.

Said-i Nursi’ye göre kominizim tehdidi nedeniyle ABD ve Avrupa, Müslümanları desteklemek zorundadır:

“…Rehber risalelerindeki Leyle-i Kadir meselesi: şimdi hem Amerika hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için şimdiki bu hükümetimizin hakiki kuvveti, hakiki Kuran’iyeye dayanmak ve hizmet etmektir… Eskiden Hıristiyan devletleri bu İttihad-ı İslama taraftar değildiler.Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika hem Avrupa devletleri Kuran’a ve İttihad-ı İslama taraftar olmağa mecburdurlar…”[19]

Said-i Nursi, anılarında DP’ye, ABD’yi desteklemesi yönünde akıl verdiğini iddia etmiştir. Necmetin Şahiner bu konuda şu bilgileri vermiştir:

“Üstad’a, Tahsin Tola geliyor. Ankara’ya gidiyormuş. Üstad: ‘Hemen git Menderes’e, İngiliz ve Fransız elçisini reddedip Amerikan elçisinin dediğini kabul etmesini söyle’ diyor. Tahsin Tola hemen gidiyor. Menderes o sırada İngiliz elçisiyle konuşuyormuş. Biraz sonra Fransız elçisi geliyor. Daha sonra Amerikan elçisi geliyor. Tahsin Tola içeri girip de Menderes’le bir türlü konuşamıyor.”[20]

24 Şubat 1955’te ABD’nin isteğiyle Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında ortak güvenlik ve savunma kuruluşu CENTO kurulmuştur. O günlerde Said-i Nursi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e birer mektup göndererek komünizme karşı Hıristiyan ve İslam dünyasının birlikte hareket etmesinin iyi olduğunu belirtmiştir.[21]

ABD’ye yaranmak için kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin oluşturulmasında ve çalışmalarında Said-i Nursi talebelerinin çok önemli katkıları vardır. Bu gerçeği Fethullah Gülen şöyle anlatmıştır:

“İsmi Ali’ydi. Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençlerle Caferiye Camii’nin (Erzurum) önünde toplandık. Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti. Dernek ve cemiyet işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O gelip bizi uyardı, bize yol gösterdi… Arkadaşlar da benim derneklerle bu kadar içli dışlı olmamı biraz fazla buluyorlardı. Benim hareketlerimden rahatsız oldular. ‘Bu Komünizmle Mücadele Derneği’ de nerden çıktı? Sen Nur’ları oku. Bundan iyi mücadele olmaz’ dediler. Daha sonra da ‘Meğer biz yanılmışız’ diyecekler ve Komünizmle Mücadele Derneği’ni onlar kuracaklardı.”[22]

DP iktidar olduktan sonra Türkiye büyük bir hızla ABD etkisine girmeye başlamıştır. (Aslında Türkiye’nin ABD etkisine girme süreci İsmet İnönü döneminde, 1946 anlaşmalarıyla başlamış, 1950’den sonra DP ve Menderes döneminde bu süreç hızlanmıştır). 1950’lerde NATO’ya girmek için çırpınan Türkiye, ABD’yi memnun etmek ve bu sayede NATO’ya girmek için Kore iç savaşına asker göndermiştir.

O günlerde Said-i Nursi de ABD’nin yanında savaşa katılmayı desteklemiştir. Hatta kendisinin de bir ordu kurup bu ordunun başında gönüllü olarak Kore’ye savaşmaya gitmek istediğini belirtmiştir:

“Hükümet Kore’ye asker gönderiyormuş, eğer bana da izin verseler, 5000 genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle harbetmek için ben de giderim.”[23]

NUR’CULAR VE MOON’CULAR


Kore Savaşı’nda ABD’nin tarafında yer alarak bu savaşa katılmak isteyen Said-i Nursi o dönemde yine ABD’nin yanında yer alan başka bir Koreli’ye çok benzer!

Bu Koreli; ABD ile ilişkilerini geliştiren ve savaş sonrasındaki diktatörlük döneminde CIA ile işbirliği yapan “Unifiacation Church” (Birleştirme Kilisesi)’ü kuran Sun Moyung Moon’dur.[24]

Mustafa Yıldırım
, “Meczup Yaratmak” adlı kitabında Sun Myung Moon yapılanmasıyla Said-i Nursi hareketinin yollarının 1980’lerin sonuna doğru kesişmiş olduğunu ve Moon’cuların Türkiye’den Nurcular’dan büyük bir destek aldığını anlatmıştır.

Şimdi sözü Mustafa Yıldırım’a bırakalım:

“Moon öncelikle tüm Hıristiyanları birleştirerek kendisini bir tür Mesih olarak tanıtır. Adem ve Havva’nın günah işleyerek insanoğlunun kanını kirlettiğini, İsa’nın ise siyaset bilmediğinden başarılı olamadığını ileri sürer. Örgütlülük ağı geliştikçe de öteki dinden insanları yanına çekmek için ‘Mesihlik’ propagandasını yükselterek Müslümanları da birliğe çağırır; onlarla akademik, kültürel ve sonra da ticari ilişkiler ağı kurmayı başarır.

Moon, okullar medya, kültürel örgütler, şirketler, finans kurumlarından oluşan bir model yaratır. Onun Türkiye ilişkileri içinde yer alanlar devlette önemli görevleri üstlenirler.[25] Türkiye’den giden ilahiyatçılar Moon’un okullarında ders verirler.

Moon’un parasal-siyasal ilişkilerine temel yapmış olduğu Hıristiyanları giderek tüm dinleri birleştirme senaryosunu birtakım dinsel temalara indirgemek, asıl olanı buğular altında bırakmak olur. Ancak örgütlenme modeli son derece tutarlı ve başarılıdır. Devlete karşı durmak yerine, kişiler aracılığıyla kurumları ele geçirmek ise, en örnek alınası tarzdır.

Yıllar sonra bu model Türkiye’de de Said-i Nursi ardıllarınca benzer biçimde kurulur. Bu modelin simgesi olan kişi de tıpkı Moon gibi ABD’ye yerleşir.

Said-i Nursi de, Moon gibi ABD örgütlülüğünde ‘antikomünist’ mücadelenin yararını kavramış görünmekte ve ABD’yi desteklemenin gerekçesi olarak Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında dinsel bir ayrılık olmadığını, Müslümanlarla Hıristiyanların birleşmeleri gerektiğini ileri süren satırlar yazdırır:

‘Ehl-i iman Hıristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medarı-ı ihtilaf mes’eleleri nazara almamak gerekir.Çünkü küfr-ü mutlak hucum ediyor.’[26]

Bu sıralarda ABD’de CIA’yı kurmuş ve Londra merkezli bir karşı casusluk, karşı propaganda ağı oluşturmaktadır.

Ortadoğu ve özellikle Asya ülkelerindeki Müslümanları kendi cephesinde tutup savaşımında kullanmak amacıyla ‘komünizme karşı din’ propagandasıyla ve örgütlenmesiyle ülkeler içinde kendisine bağlı odaklar oluşturmakta ve bu odakları etkisine aldığı devlet kurumları ve işadamı çevreleriyle desteklemektedir…

Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin insanları Haçlı saldırılarını unutmamışlardır. Müslümanları Hıristiyanların saflarına çekmenin yolu ‘İslamiyetin, Museviliğin ve Hıristiyanlığın’ kardeşliğini ileri sürmekten geçmektedir.”[27]

Yıldırım’ın belirttiği gibi
gerçekten de ülkemizde Said-i Nursi’den “el alan” bir cemaat, Moon tipi örgütlenmiş ve Moon’la işbirliğine girmiştir.

Söz konusu cemaatin, “devlet içinde devlet olacak” biçimde gizli ve derinden yapılanması, devlet kurumlarını ele geçirmeye çalışması, Mesih düşüncesini canlı tutması, cemaat burjuvası oluşturması, STK’lar, medya ve eğitim yoluyla toplumu biçimlendirmek istemesi, dinler arası diyalog peşinde koşması ve ABD’yle sıkı ilişkiler içinde olması, Moon tipi örgütlendiğini kanıtlamaktadır.

İSA SİZİ KORUSUN!

Söz konusu cemaatin, “Aksiyon” adlı dergisinin, 8 Aralık 2003 tarihli 470. sayısında Hz. İsa kapak konusu olarak işlenmiştir. Kapağında kocaman bir İsa ikonasının yer aldığı derginin içindeki yazıya, “Hıristiyan dünyası Hz. Mesih(Christ)’in doğum yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken Müslümanlar salat ve selam getirerek Hz. İsa’ya diğer peygamberlere olduğu gibi hürmet gösteriyor. Ve iki dinin müntesipleri geçmişte oluşan önyargıları yıkarak insanlığı tehdit eden tehlikelere karşı ortak noktalarda buluşmanın yollarını arıyor.” denilerek başlanmıştır. Belli ki burada “…Ve iki dinin müntesipleri geçmişte oluşan önyargıları yıkarak insanlığı tehdit eden tehlikelere karşı ortak noktalarda buluşmanın yollarını arıyor.” denilerek, “dinler arası diyalogun” altı çizilmiştir.

Türkiye’de “dinler arası diyalog” arayışları Said-i Nursi’yle ivme kazanmıştır. Hıristiyan-Müslüman çekişmesinin geçici olduğunu ileri süren Said-i Nursi, kavga edecek bir şey olmadığını belirtmiştir:

“Ahir zamanda İsevilerin dindarları ehl-i Kuran’la ittifak edip müşterek düşmanları olan zendekaya (zındıklara) karşı dayanacakları gibi, şu zamanda ehl-i diyanet (dine bağlı) ve ehl-i hakikat (hakikata bağlı) değil, yalnız din daşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakiki dindar ruhanileri (din önderleri) ile dahi medarı ihtilaf (anlaşmazlık nedenleri) noktaları muvakkaten medarı münakaşa (geçici tartışma nedenleri) ve niza (kavga) etmeyerek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.”[28]

Yani, Said-i Nursi, Hıristiyanların dindarlarının Müslümanlarla birleşip ortak düşmanları olan “dinsizlere” karşı dayanacaklarını, dine bağlı olanların, Hıristiyan din önderleriyle kavga etmeyerek “dinsizlerle” karşı birleşmek zorunda olduklarını belirtmiştir.

Said-i Nursi’nin halefi olan Fethullah Gülen de aynı kanıdadır. Gülen, Said-i Nursi’nin Emirdağ Lahikası’ndaki görüşlerini tekrarlayarak Müslüman-Hıristiyan birlikteliğine şöyle vurgu yapmıştır:

“İslam’da ve Katolik Hıristiyanlık’ta esas olan inanç hükümlerinden başka, her iki dindeki ahlaki esaslar da denilebilir ki aynıdır. Teferruat (ayrıntı) olan tali (yan) meseleleri bir tarafa bırakalım.”[29]

PAPA’YA RİSALE


“Dinler arası diyalog” çerçevesinde Said-i Nursi’nin risaleleri dünyanın değişik ülkelerine gönderilmiştir.
Talebelerinden Selahattin Çelebi ve oğlu Nazif Çelebi, kitapları teksirle çoğaltarak dünyanın değişik ülkelerine postalamışlardır. Said-i Nursi’nin risalelerinden oluşan bir paket kitap da Vatikan’ın İstanbul temsilcisine gönderilmiştir. Oradan da Papa’ya ulaştırılmıştır. Papa’nın özel kalemi 22 Şubat 1951 tarihli kısa bir mektupla Nurculara “teşekkürlerini” bildirmiştir.[30]

PATRİK’LE GÖRÜŞME


Said-i Nursi sadece Katolik Hıristiyanlarla değil Ortodoks Hıristiyanlarla da iyi ilişkiler kurmaya, onlarla da yakınlaşmaya çalışmıştır. 1953 yılında talebesi Ziya Arun’u yanına alarak Fener Ortodoks Rum Patriği Athanogoras’a gitmiştir. Patriğe, “Peygamberi ve Kuran’ı kabul ederlerse ehl-i necat (kurtuluş ehli) olacaksınız” demiştir.[31]

Said-i Nursi’nin ve talebelerinin Papa’yla kurduğu ilişkiler meyveleri zaman içinde vermiş ve yıllar sonra Said-i Nursi’nin halefi Fethullah Gülen, Vatikan’da Papa ile görüşmüştür.

WİLSON’A ÖVGÜ

Said-i Nursi, sadece Papa’ya değil, “dindar” olan bütün Hıristiyan liderlere övgüler dizmiştir. Örneğin, I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasındaki Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye yönelik yapmadıkları düşmanlığı bırakmayan Wilson, Lloyd George ve Venizolos hakkında şunları söylemiştir:

“Din-i İslamı Hıristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lakayıd olmak pek büyük bir hatadır. Evvela: Avrupa dinine sahiptir. Başta Wilson, Lloyd George, Venizolos gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinlerinde mutaassıp olmaları şahiddir ki, Avrupa dinine sahiptir…”[32]

CESARETİNİZ VARSA İLİŞİNİZ!


Said-i Nursi’nin “din eksenli” hayat görüşü, onun “din dışı” akımlara karşı “düşmanlık” beslemesine yol açmıştır. Özellikle “ateizme” ve “komünizme” karşı çok serttir. 1950’lerde CHP’ye karşı DP’yi; Rusya’ya karşı ABD’yi desteklemesinin temel nedeni bu “din eksenli” hayat görüşüdür. Atatürk devrimlerini uygulayan, laik ve çağdaş ulus devletin savunucusu CHP’ye karşı, “dinsel söylemleri” ve “uygulamaları” ön plana çıkaran DP’yi desteklerken; Sovyetlerden yayılan “din karşıtı” kominizim akımına karşı da Moon tarikatı gibi Hıristiyan tarikatların yuvalandıkları, komünizme karşı mücadele eden ABD’yi desteklemiştir. Bu sayede hem DP, hem de ABD, Said-i Nursi’den çok rahat bir şekilde yararlanmışlardır.

“Hoşgörü abidesi” ve “mazlum” olarak gösterilen Said-i Nursi, “dinsizlere” ve “düşmanlarına” karşı çok kindar ve acımasızdır.

Şu sözler Said-i Nursi’ye aittir:

“Ey din ve avretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz! İlişirseniz, intikamım katmerli bir suretle sizden alınacağını biliniz, titreyiniz!

Ben rahmet-i ilahiden ümit ederim ki: Mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak!

Cesaretiniz varsa ilişiniz!

Yapacağınız varsa göreceğiniz de var!”[33]


Korktunuz mu?

* * *
1950’lerde, “Hükümet Kore’ye asker gönderiyormuş, eğer bana da izin verseler, 5000 genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle harbetmek için ben de giderim” diyerek 74 yaşında ABD için Kore’de savaşmaya can atan Said-i Nursi, nedense 1919’da, üstelik 43 yaşındayken, Anadolu’daki Türk Kurtuluş Savaşı’na katılmak için kılını bile kıpırdatmamıştır.[34]


Resim


KAYNAKLAR:

[1] Malmisanij, Said-i Nursi ve Kürt Sorunu, 2.bs, İstanbul, 1991, s. 27; Şualar, s.377.
[2] Emirdağ Lahikası, s.280.
[3] Necmettin Şahiner, Son Şahitler, Bediüzzaman Sid Nursi Anlatıyor, İstanbul, 1992, s.381.
[4] Sözler, Redoks, s.747.
[5] Necip Mirkelamoğlu, Din ve Laiklik, İstanbul, 2000, s. 513; Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, 4.bs, İstanbul, 2010, s.726-727.
[6] Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, 2bs, Ankara, 2006, s.142.
[7] Şahiner, age, s. 413-415; Yıldırım, age, s.142,143.
[8] Yıldırım, age, s.146.
[9] Şahiner, age, s.415-416.
[10] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı, Yeni Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 2005, s. 145
[11] Bkz. Cemal Kutay, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Bediüzzaman Said-i Nursi, Yeni Asya Yay, İstanbul, 1981.
[12] Yıldırım, age, s.23.
[13] Age, s.66.
[14] Özakıncı, age, s.146.
[15] Age, s.146.
[16] Yıldırım, age, s.126.
[17] age, s.127.
[18] Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101.
[19] Emirdağ Lahikası, s. 54.
[20] Necmettin Şahiner, Hatıralarda Bediüzzaman, s.177.
[21] Şahiner, age, s.411; Yıldırım, age, s.142.
[22] Yıldırım, age, s.131.
[23] Şahiner, age, s.75-78; Yıldırım, age, s.127.
[24] Yıldırım, age, s.127.
[25] “Moon’un en kapsamlı Türkiye atağı, “Unification Movement” gezisidir. 35 ülkeden toplanan 150 kişi New York, Kudus, İstanbul, Roma, Yeni Delhi, Katmandu, Bangkong, Pekin, Tokyo, New York yolculuğu boyunca her kentte bir hafta kalarak işlerini gördüler! Sözde dinler arası ilişkinin amacı, Moon’un hedefine uygun olarak adam örgütlemektir. Bu o denli açıktır ki, Moon’un örgütçüsü Dr. Joseph Bettis, “Heyetimiz içinde yer alanlar bütün dünyada tek din olmasını amaçlıyorlar.Bu bizim ikinci turumuz. Bunu devam ettirmek istiyoruz’ dedikten sonra örgütlerin geleneksel yayılma yöntemlerine uygun bir açıklamada daha bulunuyordu: ‘Ancak tura katılanlar her yıl değişecek… Bu yıl sekiz Türk’ün de bizimle gelmesine çok memnun olduk.’ Türkiye’yi temsil edenler arasında Dünya Dinleri Gençlik Semineri’ne katılan Türk heyetinde Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniveristesi’nin öğretim görevlisi olan Davutoğlu, masumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu: ‘Amerika’da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak, daha açık bir ifade ile ‘gezici bir üniversite şeklinde’ dinler arasında diyalog ve fikir alış verişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıldı. Gerek ABD’de gerekse Kudüs’te gerçekten çok değerli gözlemler yapma imkanı bulduk.” Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, 13.bs, s.530; Yıldırım, Meczup Yaratmak, s. 128, dipnot:190.
[26] Emirdağ Lahikası, 1, Redoks, 206.
[27] Yıldırım, Meczup Yaratmak, s. 127-129.
[28] Lem’alar, s.151.
[29] http://www.fgulen.org
[30] Şahiner, age, s.384.
[31] Age, s.405.
[32] Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, s.312.
[33] Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, s.774.
[34] Bkz. (http://www.odatv.com/n.php?n=hur-adam-hurriyet-savasinda-neredeydi-0701111200)


Sinan MEYDAN / 18 Ocak 2011, sinanmeydancom.tr.gg
sinanmeydan75@mynet.com
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x