DTP, DİNE YÖNELİYOR !!!
AKPnin, geçtiğimiz 22 Temmuz Genel Seçimlerinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden % 56 gibi bir oy alarak 75 milletvekili çıkarması ve DTPnin bölgede önemli ölçüde oy kaybına uğrayarak ikinci parti konumuna gerilemesi sonucunda, bugüne kadar ki sürdürmüş oldukları etnik temelli siyasetin geçerliliğini kaybetmeye başladığını değerlendiren DTP yönetiminin, AKPye kaptırdıklarını düşündükleri oyların geri alınması amacı doğrultusunda, son dönemde din motifli siyaseti özellikle ön plana çıkartmaya gayret sarf ettiği görülüyor.
Doğu ve Güneydoğunun yanı sıra, Kürt kökenli vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları bazı büyük şehirlerde de büyük ölçüde oy kaybeden DTP, yaklaşan yerel seçimleri, tam anlamıyla bir var oluş mücadelesi olarak görüyor olmalı ki, Doğu ve Güneydoğuda AKPye bir anlamda savaş açarak rövanşı almaya çalışıyor. Rövanşta kullanacağı kozun da, AKPnin kozu olarak gördükleri ve son dönemde sıklıkla ve hassasiyetle gündemleştirmeye çalıştıkları dini simgeler olarak tespit ettikleri anlaşılıyor. Çünkü, bazı DTPli yöneticiler tarafından, seçim yenilgisi sonrasında yapılan özeleştirilerde; Bölge insanının muhafazakar yapısı ve dini hassasiyeti bilindiği halde bizler, ne namaz kılıyor, ne oruç tutuyor ve ne de camiye gidiyorduk. Zaten, Marksist-Leninist bir temele sahip olduğumuz ve bu nedenle dinsiz olduğumuza dair yaygın bir kanaat de var. Hal böyle olunca, sadece etnik temelli bir siyaset ile AKP karşısında fazla da bir şansımız baştan beri yoktu şeklinde değerlendirmeler yapılmıştı.
Taban yitirme kaygısına dayanan bu yönlü değerlendirmeleri, sadece DTPli bazı yöneticiler değil, aynı zamanda İmralı sakini Öcalan da yapıyordu. Stratejik bir açılıma ihtiyaç duyan ve bu konuda din faktörünün önemine vurgu yapan Öcalan, avukatları vasıtasıyla DTPye verdiği talimatta, Urfa merkezli bir İlahiyat Akademisi kurulmasını istiyordu. Peygamberler şehri olarak bilinen Ş.Urfanın seçilmesi, belki bir tesadüf değildi ama, Öcalan, aynı zamanda memleketi olması nedeniyle, belki de Ş.Urfaya torpil geçiyordu.
Bütün bu taban yitirme kaygıları sonucunda yapılan değerlendirmeler ve verilen talimatlar neticesinde, DTPnin Diyarbakırda düzenlediği, TSKnın, Irakın Kuzeyindeki PKK kamplarına yönelik gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonları protesto mitingine, emekli bir imam, elinde Kuran-ı Kerim ile katılmış, terörist cenazelerinde imamlar ve Melle tabir edilen dini yönü ağır insanlar boy göstermeye başlamış ve bu yeni stratejik sürecin ilk emarelerini ortaya koyuyordu. Bilahare, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve 21 Mart Nevruz mitingleri de sürecin devamı niteliğindeydi ve bu etkinliklerde de, geçmişte hemen hemen hiç görülmeyen Türbanlı DTPlilerin çokluğu dikkati çekiyordu. DTP tarafından düzenlenen bazı etkinliklerde, yine geçmişte hiç görülmediği üzere, haremlik-selamlık uygulamaları başlatılmıştı. Son olarak, DTPnin TBMMdeki grup toplantısında, siyasi simge ile dini simge kaynaştırılmaya çalışılmış, sarı, kırmızı, yeşil renkli türban takan 3 kadın, planlı bir biçimde ve mesaj niteliğinde yan yana oturtulmuştu.
Aslına bakılırsa, İstanbulda düzenlenen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliğinde, DTPli kadınlar tarafından atılan Kadınlar Aponun fedaisidir ve Cumhuriyet kadını olmayacağız sloganları, durumu ve yeni stratejiyi tek başına özetliyor, Diyarbakırdaki mitingde, Hz. Muhammedin bir sözüne yer verilen bir pankartın asılması da durumu pekiştiriyordu.
Ancak, olan oluyor, şapka düşüyor, kel görünüyor ve Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceği bir kez daha ve bütün çıplaklığıyla anlaşılıyordu.
Yüksekova'da düzenlenen Nevruz etkinlikleri sonrasında, DTPli kitle tarafından, dini yapısı bilinen Mustazaf adlı derneğin Yüksekova Temsilciliği'ne saldırı düzenlenmiş ve dernekteki dini eserlerin yanı sıra, maalesef ki kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim dahi yırtılarak yerlere atılmıştı. Ele alınırken besmele çekilmesi gereken Kuran-ı Kerim, sadece yırtılarak yerlere atılmakla kalmamış, üstelik üzerine bira şişesi konularak yapılan, kelime bulunamayan, son derece ahlaksız, fütursuz, insanlık dışı bu eyleme, kendilerince bir süsleme dahi yapılmıştı.
Menfur olay sonrası DTPli bazı yetkililer, öncelikli olarak, konunun basına yansımasından duydukları rahatsızlıkları dile getirmiş ve bilahare kuru bir özür dileyerek, ne denli samimi olduklarını göstermişlerdi. Yani, konunun meydana gelişi, hassasiyeti ve vahametinden ziyade, olayın basına yansımış olması onlar için çok daha önemliydi. Öyle ya, kullanılması planlanan koz, ters tepmiş, gerçek ise, gün yüzüne çıkmıştı.
Sonuç olarak, kısaca ve özetle; kim ne yaparsa yapsın, kim ne derse desin, amiyane tabirle Yırtık don, yama tutmuyor, alışmayınca da durmuyor, düşüyordu.
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com
yazarın kendi isteğiyle yayınlanmıştır