
Başbakan dedi ki, “Anayasa’yı mevcut duruma uyduruyoruz.”
Bu ne demektir, “Anayasa’yı mevcut duruma uydurmak” ne anlama geliyor? Kısaca yanıtlayayım: “hukuku hayata uyduruyoruz” demektir.
Peki, hukuk nedir, nasıl tanımlanır? Hukuk, bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacıyla konulan, toplumsal yaşamı düzenleyen kuralların tümüdür.
Demek ki hukuk, toplumu, yani yaşamı düzenler; uygun kurallar koyarak toplumsal yaşama biçim verir. İnsanların hayatta nasıl davrandıklarını değil, nasıl davranmaları gerektiğini belirler. Hukuk insan ihtiyaçlarından kaynaklanan ilişkileri mantıklı ve en yararlı şekilde kurallara bağlar. Mevcut olan mantıksız ve zararlı kurallara destek vermez, hukukileştirmez. Hukuk bununla da kalmaz, insan ilişkilerinde adaleti sağlamaya çalışır. Mevcut adaletsizlikleri sürdürmez, kaldırır; dolayısıyla adaletsizliğe uymaz, tersine ona son verir.
Kısacası, toplumun mevcut durumuna uymaya çalışmaz. Tam tersine insanlara, “Bana uyacaksın; beni gerçekleştireceksin” diye seslenir ve bunu yaptırıma bağlar.
Başbakanın ifadesinde ise hukukun bu “kendine özgü” işlevlerine yer vermeyen, başka bir deyişle hukukun kendisine tamamen aykırı olan bir yaklaşımla karşılaşıyoruz.
İnsan, özgür bir varlıktır. İradesini hukukun buyrukları doğrultusunda kullanabileceği gibi, onlara aykırı bir yönde de kullanabilir. Bu nedenle insanların tutum ve davranışlarının hukuk kurallarına uymaması, her zaman mümkündür. Başbakan işte bu aykırı durum içinde bulunuyor ve zımnen hukuksuzluğun hukuk haline getirilmesini savunuyor. Bu son derecede şaşırtıcı ve aynı zamanda üzücü olan bir harekettir.
Peki, bu konuda Atatürkçü öğreti ne diyor? Başbakan’ın bu sözünü yorumlayıp değerlendirirken Atatürkçülüğün hangi “yönelti”lerini kullanmalıdır? Bu yöneltilerden bazıları ezberimde idi, diğerlerini arşivimdeki belgeleri tarayarak buldum. Aşağıda, kimi yorumlarımı da ekleyerek sunuyorum. Yorumlarımı << >> işaretleri arasına aldım.
* * *
1- Kuvvetin kaynağı ve sahibi tektir, millettir. Egemenlik kayıtsız koşulsuz milletindir. Millet, bu kuvvetini meclis aracılığıyla kullanır. Türkiye’de bu meclise Türkiye Büyük Millet Meclisi denir. O Türk milletinin yüzyıllar süren arayışlarının özüdür, “kendini bizzat yönetme” bilincinin canlı simgesidir. Halkımızın tek temsilcisidir.
< tek bir şahıs aracılığıyla kullanılmaz, Meclis aracılığıyla kullanılır. Eğer mevcut durum, “tek bir şahıs aracılığıyla” şeklinde ise, hukuk bunu engeller, ortadan kaldırır. Yapılacak iş, hukuku mevcut duruma uygulamaktır.>>
<<Milletvekilleri bilmelidir ki, seçilmiş olmakla egemenlik onların eline geçmiş değildir; sadece görevlendirilmişlerdir; ancak bu da şarta bağlıdır: Egemenliği Millî İrade sınırları içinde kullanacaklardır. Bu yetki bölünemez, tek bir adama veya bir gruba herhangi bir şekilde devredilemez. Dolayısıyla, bu yolda aldıkları karar tamamıyla, gayrimeşrudur. Böyle bir kararı milletin onayına sunmaya kalkışmak da hukuk dışıdır; ahlaki değildir, milleti aldatmaya yöneliktir.>>
<< Başbakanın tanımladığı şekildeki bir davranış; milletvekillerinin, milletten emanet aldıkları egemenliği millet iradesine aykırı şekilde kullanmaları anlamına gelmektedir. Bu noktada Atatürk’ün şu sözü bütün doğruluğuyla kendini kabul ettirmiş olunuyor: Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme. Çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir, despotluk yapabilir. Üstelik bu, kişisel despotluktan daha tehlikeli olabilir.>>
2- Atatürkçü Öğreti’de yazılıdır ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün programlarının ilkesi şu iki esastır: Tam Bağımsızlık, kayıtsız şartsız Millî Egemenlik… Birinci ilkenin ifadesi “Misak-ı Millî”dir. İkinci ilkenin ifadesi “Teşkilatı Esasiye Kanunu”dur, Anayasa’dır. Anayasa’nın asli ruhu; bu kanunun kitaplara geçmesinden önce milletin beyninde ve vicdanında toplanmış olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere kurduğu meclise verdiği asıl görev ile ortaya konmuştur. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Milletin gerçek ve biricik temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dışında hiçbir birey, hiçbir kuvvet ve hiçbir makam ulusun yazgısına hâkim olamaz.
<< Yaptığınız değişiklik TBMM’nin programlarına aykırıdır. Asıl görülmesi gereken budur, bu realitedir. Değişikliği yapanlar asıl ve doğru olan durumu görmezden gelmişler, işlerine geleni, yapay ve kişisel olanı mevcut durum olarak kabul etmişlerdir. >>
3- Tarihî olay ve tecrübelerimiz bize şunu göstermiştir: Milleti koyun sürüsü halinde keyfin, arzu ve hırsların, hiçbir şekilde tatmin edilemeyen çıkarların elde edilmesine sürüklemekle mahvına sebep olan mahiyete dönüşen idare şekillerinin, ülkemizde uygulanmasına artık imkân kalmamıştır. Millet; değil egemenliğini, egemenliğin tek bir zerresini bile başkasına terk etmenin ve bırakmanın sebep olabileceği felaketin, yok oluşun, hüsranın elemini her an kalbinde ve vicdanında hissedecektir.
<< Bu uygulamanızla milleti birilerinin keyfi, arzu ve hırsının, çıkarlarının tatmin aracı haline getirmiş oluyorsunuz. Bu, hukukun var olma gerekçesine aykırıdır. Çünkü hukuk halkın özgürlüğü, iyiliği ve mutluluğu içindir.>>
4- Atatürk öğretisinden bir diğer “yönelti” daha: İradenin ve egemenliğin bölünemez ve ayrılamaz olduğunu bilim açısından ve hakikat olarak düşündükten sonra, böyle bir görüşün fiilen uygulanmasına kalkışmak, ancak teorik ve yapay bir işe zorunlu olarak girişmekten başka bir şekilde yorumlanamaz. Oysa, Millet ve ülkemiz için bu zorunluluk [96 yıl önce] def edilmiştir. Çünkü milleti egemenliğinden yoksun bırakan engel, milletin haklı isyanı ile biraz zahmetli ve fakat sonuçta başarılı şekilde ortadan kaldırılmıştır. Var olmayanı canlandırmaya kalkışmak ise, elbette mümkün olmayanın mümkün olduğu sanı ve anlamsızlığında inat olur.
<< Hukuk nafile olanla uğraşmaz. Geriye bakmaz, çağdaş olana ve geleceğe bakar. Siz geçmişte doğru olmadığı için dışlanmış olan bir kurumu yeniden canlndırmaya çalışıyorsunuz. Hukuk bir haksızlığı geçmişte düzeltmiştir, şimdi hukuku istismar ederek o durumu yeniden diriltmeye kalkışmanız son derecede yanlıştır ve kabul edilemez.>>
* * *
5- Bugün hükümet için asıl olan kurallardan biri, adalettir. Bunu sağlayacak olan, adliyedir. Bir ülkede adalet olmazsa, o ülkede anarşiden başka bir şey yoktur. Orada hükümet yoktur, orada hiçbir şey yoktur. Herkes, hükümet, cumhurbaşkanı adalete hürmetle yükümlüdür. Adalet yasalarla dağıtılır. Ülkede adaletin güvenle ve hızla dağıtılıp dağıtılmamakta olduğunu anlamak için mevcut yasalara, hukuk yapıtlarına bakmak gerekir.
<< Atatürkçü Öğreti burada, hukukun “adalet sağlama işlevi”nden söz ediyor. Eğer Anayasa değişikliği ile “mevcut durum”a uyum sağlanırsa, adalet daha mı iyi sağlanacaktır? Bu çok kuşkuludur, Yargı’nın bu iktidar döneminde ne hale geldiği ve şu anda ne durumda olduğu bilinmektedir. Değişiklikle Anayasa Mahkemesi’nin kimin emrine gireceği de apaçık ortadadır. Demek ki, mevcut duruma uymak çok yanlıştır. Adaletin yerine getirilmesi tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak lafa bırakılabilir mi? Bu, olacak şey midir?
6- Bilinen bir gerçektir ki, çağdaş ilerlemeler milletlerin medenî ihtiyaçlarını genişletir, çoğaltır. Bu olgu medenî ihtiyaçlarla orantılı olarak medenî hakların oluşmasını gerektirir. Her devletin, ait olduğu toplumun uygarlaşma derecesiyle orantılı hukuk mevzuatı vardır. Dünyada mevcut bütün uygar devletlerin medenî kanunları birbirine pek yakındır. Hukukta, medenî hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak uygarlık yoludur. Hukukta idarei maslahat, işleri oluruna bırakmak ve hurafelere bağlılık; milletlerin uyanmalarını engelleyen en ağır bir kâbustur. Türk milleti, üzerinde kâbus bulunduramaz.
<< Yasa koyucu; ”mevcut durum” derken, aslında mevcut durumu da tam göremiyor, işine gelen tarafı görüyor. Oysa asıl toplumun ihtiyaçlarına bakmalı, uygar dünyayı gözlemlemeli, bunlardaki gelişmelerin gerektirdiği yeni hakları görmeli ve onlar için yapmalı yasal değişiklikleri. Anayasa’yı toplumun gerçek ihtiyaçlarına, uygar dünyadaki yeni gelişmelere uydurmalı.>>
7- Atatürkçü Öğreti’nin başka bir “yönelti”sine (önermesine) geçiyorum: Yasa koyucuların bir takım seçkin niteliklere sahip olmaları gerekir. Bunlardan biri şudur: Kanun teklif eden, kanun yapan, kanun koyucu bir kimse; insanlığın bütün duygularını, bütün tutkularını herkesten daha çok kavramıştır, onları herkesten daha çok bilir. Ancak nefsini herkesten ziyade ve tamamen, bütün kapsamıyla bunlardan soyutlamak kudret ve yeteneğine de sahip olmalıdır. Bu seçkin niteliklere sahip olmayan insanlar, toplum için yasa yapmak hak ve yetkisinden men edilir. Kanunlar duygulara dayanarak ve uyularak yapılamaz. Ancak, saydığım üstün nitelikler nasıl sağlanacak? Yasaları yapanlar iyi yetişmiş olmalıdır; bilimsel zihniyet ve yüksek ahlak sahibi olmalıdır. Bir de yasa yaparken uzmanlardan, bilim adamlarından faydalanmaları gerekir.
<< Bu yasayı yapanlara bakalım: Yasa hazırlayıcı olarak kendileri iyi yetişmiş midir, bilimsel zihniyet ve yüksek ahlak sahibi midirler? >>Bazı seçkin niteliklere sahip olmaları gerekiyor, acaba öyle midirler? İnsanlığın bütün duygu ve tutkuları hakkında yeterli bilgi sahibi midirler? Daha da önemli olarak nefislerini bunlardan soyutlama gücüne sahip midirler? Yasayı hazırlarken bu hususlar göz önüne alınmış mıdır? Yoksa böyle olmadığı için midir ki, hukukun mantığına, var oluş sebebine aykırı olarak daha ilk adımı “Anayasa’yı mevcut duruma” uydurma fahiş hatası ile işe koyulmuşlardır? Yasayı yapan kurulun başkanı “Müslümanlar sakın içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur.” lafıyla ün yapmış biri ise, daha ne söylenebilir? >>
8- Yasalar gerçekçi, nesnel bir anlayışla hazırlanmalıdır. Yurttaşlarımızdan, dindaşlarımızdan, hemşerilerimizden her biri kendi beyninde yüce bir ideal besleyebilir, özgürdür, özerktir. Buna kimse karışmaz. Fakat, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin sabit, belirlenmiş, nesnel bir siyaseti vardır. O da, Meclis’in belli ulusal sınırı dahilinde hayatını ve bağımsızlığını sağlamaya yöneliktir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti; temsil ettiği millet adına çok mütevazıdır, hayalden tamamen uzak ve tamamen gerçekseverdir. Dolayısıyla kanunlarını yalnız bu noktadan ve bu hakikat dairesi içinde belirler. Geniş, yüce, fakat hayalî ve uygulama değeri olmayan birtakım duyguların peşinden koşarak kanun yapmaz ve böyle bir kanun uygulanamaz.
<< Anayasa’yı mevcut duruma uydururken, gerçekçi ve nesnel olabildiniz mi? Kendi beyninizde size göre “yüce” bir ideal olabilir. Buna karışmayız ama, tutup da onu milletimize dayatamazsınız. Çünkü bu devletin sabit, belirli, nesnel bir siyaseti vardır; o da milletin temsilcisi olan Meclis’in varlığını ve bağımsızlığını sürdürmektir. Meclis hayalden uzaktır, gerçekseverdir. Yasalarını bu açılardan yapar, yapmalıdır. Hayalî ve uygulama değeri olmayan birtakım duygularla yasa yapmaz. Oysa siz “Anayasa’yı mevcut duruma uydurma” safsatası ile, ne meclis bırakıyorsunuz, ne de onun bağımsızlığını. Siz hayalperestsiniz, gerçekçi değilsiniz. Tamamen kişisel duygularla, birilerini memnun etme saiki ile hareket ediyorsunuz.>>
9– Atatürk, bakın, daha ne diyor: Yasalarda aranacak üç özellik şunlardır: Ulusal ihtiyaçlara uygunluk, hukuk bilimine uygunluk, çağa uygunluk... Bu evrensel koşulları Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarındaki çalışmalarımızda da önemle göz önünde tuttuk: Yasalarımızı, bunların dayanak noktalarını, önce ülkemizin durumu, koşulları ve milletimizin gerçek sosyal ve vicdanî ihtiyaçları, fakat aynı zamanda ileri dünya ile temastan doğan zorunlulukları da dikkate alarak düzeltmeyi, yararlı hale getirmeyi ve canlandırmayı gerekli gördük. Ayrıca hukuk biliminin telkinlerine göre iyileştirilmesi ve tamamlanması için çalıştık. Çağın ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi uygulamak refah ve ilerleme nedenlerinin en önemlilerindendi.
<< Peki, siz ne yaptınız? Değişiklik yasasını hazırlarken bu üç evrensel koşula uydunuz mu? Ulusal ihtiyaçlara, hukuk bilimine, çağımıza uygunluk aradınız mı? Yoksa sadece şu sözün sahibinin doymak bilmez ihtirasını tatmin etmek için mi hareket ettiniz:
- Mevcut sistem bileklerimizde prangaydı! >>
Prof. Dr. Cihan DURA, 12 Şubat 2017