Dünyanın Yeni Hâkimleri: Küresel Şirketler
Pek az gündeme getirdiğimiz, hemen hiç tartışmadığımız çok önemli bir olgu var: Küresel şirketler, ulusötesi şirketler… Hep Amerika diyoruz, Avrupa Birliği diyoruz, İngiltere, Almanya diyoruz, ancak bu şirketlerden pek az söz ediyoruz. Çok yanlış bir tutum, çünkü o ülkeleri asıl yönlendirenler, küresel şirketler… Son 50- 60 yıl içinde çok güçlendiler. Hemen bütün ülkelerin yönetimlerini, politikalarını, dünyanın gidişini, geleceğini belirleyecek, âdeta dünyayı sahiplenecek bir konuma geldiler.
I) Nasıl Bir Şeydir Bu Küresel Şirket?
Cumhuriyet gazetesinde [29.7.2012] bir başlık: Alman Devleri Sarsılıyor, haber şöyle: Avrupa’nın en büyük ihracatçı ülkesi olan Almanya da Avro krizinin etkisi altına girmeye başladı. Bazı Alman devleri, öncelikli ihracat pazarı sayılan Avro ülkelerindeki krizden her geçen gün daha olumsuz etkilendi. Almanya’nın en büyük sanayi şirketi Siemens, çevre ekonomilerdeki konjonktürel gerilemeden payına düşeni almaya başladı, 2012’deki kâr beklentisi geriledi. Şirketin, 5.2 milyar Avro olarak tahmin ettiği kârı gerçekleştirmesi çok zor. Kimya devi BASF da şirket kârının bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 16’lık bir gerilemeyle 1.2 milyar Avro olarak gerçekleşeceğini duyurdu.
Ocak 2012’de ise ABD'de yine küresel bir şirket, Kodak iflas koruma başvurusunda bulunmuştu. Kodak 1996'da Interbrand'ın sıralamasında Disney, CocaCola ve McDonald's'ın ardından dünyanın en değerli dördüncü markası olarak yer alıyordu.
Niçin söz ettim bu olaylardan? Çünkü burada adı geçenlerdir işte, küresel şirketler!…
a) Peki, neyin nesidir küresel şirketler veya ulus-ötesi şirketler?
Bir “ulus-ötesi şirket” ya da “çok uluslu şirket”, doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan, birden fazla ülkede katma değer faaliyetlerinde bulunan bir şirkettir. Ulusötesi şirketler (UÖŞ) dünya ekonomisinin yeni aktörleridir. Dünyada gittikçe artan miktarda sermayeyi kontrol altına almakta; faaliyetleri, gittikçe artan bir hızla “ulus-devlet”lerin kontrol ve hukuki düzenlemelerinin dışına çıkmaktadır. Başka bir deyişle dünya ekonomisi hızla UÖŞ’lerin denetimi altına girmektedir.
UÖŞ’ler, Batı’da Sanayi Devrimi’nin ardından, 19. yüzyılın sonlarında, uluslararası faaliyet gösteren güçlü sanayi şirketleri olarak ortaya çıktı. Özellikle 1920’lerden itibaren tekelleşmeye, daha fazla küreselleşmeye yöneldiler. Diğer birçok ülkeden kendi ülkelerine aktardıkları kârların itici gücüyle, rakipleri üzerinde üstünlük kurdular. Birleşme ve satın almalarla, dev boyutlu dünya şirketleri haline geldiler. Singer, Standart Oil, General Electric, Kodak AEG, Siemens, Bergmann, Shell, Unilever, Philips, Bayer gibi şirketler Batı’nın ilk UÖŞ’leri oldu. 2008 itibariyle ulusötesi şirketlerin sayısı 82 053, şube sayısı 807 360’tı. Bunların %90’ı sanayileşmiş ülkelere (ABD, Avrupa ve Japonya’ya) aittir. Asıl servet zirvedeki 100 şirket elinde yoğunlaşmıştır. Yasa ve anlaşmalarla sağlanan bir “izomorfizm” (tek biçimlilik, bütün dünyada yasaları ve kuralları aynılaştırma) UÖŞ’lerin yeryüzünde çok sayıda ülkeye yerleşmesine ve faaliyet göstermesine imkân tanımaktadır. 1
b) Ulus ötesi şirketler kendi ülkelerine ne kadar faydalıysa, girdikleri ulusal ekonomiler için de o kadar zararlıdır. Aşağıda sayıyorum başlıca sakıncalarını:
• Ulus-ötesi şirketler son derecede değişik yapılanmalara, büyük siyasî ve mali güce sahiptir.
• Ulusötesi şirketler ulusal yasalardan kolayca sıyrılırlar; vergi vermezler, mâli açıdan denetlenemezler; çalışma koşullarını kendileri belirlemek ister.
• Ulusötesi şirketler yasal olsun olmasın, her türlü kazancın meşru sayılmasını isterler. Bu nedenle legal ya da illegal, her türlü işin içindedirler. Sahip oldukları devâsâ finans ve üretim gücü sayesinde gelişmekte olan ülkelere her türlü ekonomik ve siyasi müdahalede bulunurlar. Ulusal ekonomileri kendi çıkarları doğrultusunda etkileyip yeniden yapılandırırlar.
• Ulus-ötesi şirketler kamu girişimlerinin özelleştirilmesini teşvik ederek, devletin kontrolündeki üretim alanlarını ele geçirirler.
• Günümüzde ulus ötesi şirketlerin gücü o denli artmıştır ki bunlar artık yalnız ülke ekonomilerinin kurallarını değil, dünya ekonomisinin kurallarını da belirlemektedirler. “Küreselleşme” dayatması bunların eseridir. Ulus-ötesi şirketler girdikleri ülkenin siyasal egemenlik ve bağımsızlığını zedeler. Büyük ekonomik güçleriyle, “devlet içinde devlet” konumuna gelirler. İsteklerini kabul ettirebilmek için ilgili hükümetler üzerinde baskı yaparlar.
c) Stefania Vitali, James B. Glattfelder ve Stefano Battiston’un 2011 yılında yaptıkları “Şirketlerin Küresel Denetim Ağı” adlı araştırmaya göre bu şirketler mülkiyet üzerinden birbirine bağlı devasa bir “ağ” oluşturuyorlar. Bu ağın içinde bir yoğun yumak hemen göze çarpıyor ki Vitali ve arkadaşları 1318 firmadan oluşan bu iç ağa “sistemin merkez firmaları” adını veriyor. Bu şirketler küresel dünya ekonomisinin toplam cirosunun yüzde 60’ını gerçekleştiriyor. Bu yumağın içinde daha küçük bir grup, yine iç içe geçmiş 147 firma dünya ekonomisinin yüzde 40’ına hâkim. Bu hâkimiyet üzerinden devletlere hükmediyorlar. Listenin ilk 49 firması, banka veya benzeri finans kurumları: Bir numara, İngiliz Barclays Bank. İki numara, Capital Group Companies... İlk yirmi firma arasında JP Morgan, Goldman Sachs, UBS, Credit Suisse gibi bankalar var. Bir avuç elit –bir tür aristokrasi- hedeflerine ulaşmak için, birlikte hareket ediyor, planlarını önceden yapıyor, hükümetleri, medyayayı satın alıyorlar; savaş dahil her araca başvuruyorlar. 2
II) Hiper-Birikim ve Sömürü
Küresel şirketlerin ulaştığı güç, insanlık için felaket sayılabilecek boyutlardadır günümüzde. Genç iktisat profesörlerimizden Erinç Yeldan bir makalesinde, Kaliforniya Üniversitesi sosyoloji profesörü William Robinson’un Focus on Trade sitesinde yayımlanmış olduğu bir yazısından faydalanarak bu durumu şöyle özetliyor: 3
Kapitalizm son otuz yıl içinde önemli bir yeniden yapılanma süreci içine girdi. Ulusal sınırların dışına taşan sermaye, küresel ölçekte artık ulus-ötesi (trans-national) şirketler tarafından yönlendiriliyor. Bir yandan da finans sermayesinin spekülatif birikimleriyle beslenen ulus-ötesi sermaye, tarihte görülmemiş ölçekte sanal bir hiper-birikim uğraşına yöneldi. Gezegenimizin tüm kaynaklarını piyasanın kâr ve birikim mantığının emrine sunan bu dönüşüm, insan emeğinin acımasız bir ölçekte sürdürülen hiper-sömürüsüne dayanıyor.
Söz konusu hiper-birikim ve hiper-sömürü rejimi, emeğin geçmişteki tüm sosyal kazanımlarını teker teker yok etti; sermayenin mantığına karşı çıkabilecek tüm sosyal, toplumsal ve kültürel direnç noktalarını, parçalayarak, küresel sermayenin tahakkümüne bağımlı kıldı.
Tüm ülkelerde gelir dağılımının emekçi sınıflar aleyhine bozulması, sosyal dışlanma ve çaresizlikle sonuçlandı. Yığınsal işsizler ordusu hızla toplumsal kutuplaşmaya, etnik, dinî ve benzer sosyo-kültürel boyutta şiddete varan ayrımlara itti. Sosyal tabakalar birbirine düşman hale geldi. Bütün bu gelişmeler de giderek açık faşizmin sosyal tabanını oluşturmaya başladı. Hiper birikim dünyası; bütün bu çelişkilerin bir sistem dışı çözüm arayışına yönelmemesi için, bir yandan da kontrolü altında tuttuğu medya aracılığıyla emekçi yığınlara borç batağına dayalı bir hiper-tüketim ve sahte cennetler dünyası vaat ediyor.
Profesör Robinson’a göre mevcut askerî-cezaevi-sanayi-finans-medya’nın karmaşık ilişkilerine dayalı ulus-ötesi, küresel kapitalizmin üç ana dayanağı bulunuyor.
• Birincisi, militarize olmuş, askerî harcamalara dayalı birikimin giderek artan önemi... Kapitalizmin yeni teknolojileri ve yeni kaynakları askerî teknoloji tarafından yönlendiriliyor. Kapitalizm, dünyamızı, savaş teknolojisi ve militarist baskı olanakları olmadan idare edemez hale geldi.
• Ulus-ötesi sermayenin ikinci müdahale alanı kamusal varlıkların ve kamusal/sosyal tüm hizmetlerin talan edilmesi…. Ulus devletlerin kamu gelirlerine spekülatif finansal sermaye araçları (borsalar, menkul kıymetlendirilmiş borç senetleri vb.) ile el konuyor. İflasa sürüklenen devlet bütçelerinin onarılması; yine emekçilerin sosyal kazanımlarının ve sosyal haklarının daha da daraltılmasına yol açıyor. Sosyal/kolektif olan her varlığın, yağmalanarak, küresel kapitalizmin kâr mantığına terk edilmesini sağlıyor.
• Finansal spekülasyona dayalı birikim rejimi bu sistemin üçüncü ve belki de en önemli dayanak noktası... Ulus ötesi sermaye, trilyonlarca dolarlık (sanal) fonları konut veya petrol, gıda ve benzeri emtia piyasalarında spekülatif köpükler yaratmak suretiyle çoğaltmaya çalışıyor; sanayi birikiminde karşılaştığı tıkanıklıkları bu yoldan aşma gayreti içinde…
Öte yandan sahte değerler dünyasına dayalı sanal kültür, insanlık tarihinin tüm sosyal ve kültürel değerlerini acımasızca tahrip ederken, sermayenin hiper birikim ve hiper sömürüsünün, açık faşizan siyasî rejimler altında sürdürülmesine olanak sağlıyor.
Peki çözüm nedir, emekçilere ve emek örgütlerine düşen görev nedir? Profesör Robinson bu soruyu şöyle yanıtlıyor: Sınıf bilincini ve sınıfa dayalı siyaset anlayışını canlı tutmak.
1 Ulusötesi şirketlerin ekonomik gücünün artış olgusu hakkında bakınız: Cihan Dura ve Zerrin Kılıçarslan, “Ulusötesi Şirketler Ve Ulus Devlet: Güç Kayması Üzerine Bir Araştırma”, http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/2011-2/5-%20_85-111.%20syf._.pdf (15.10.2012)
2 İsmail Tokalak, “Küresel Güç Aristokrasisi”, http://www.bafra2000tv.com/insanligin-dusmani-kuresel-guc-aristokrasisi-makale,55.html (15.10.2012)
3 Erinç Yeldan, “Hiper Birikim, Hiper Sömürü, Açık Faşizm”, Cumhuriyet, 15.06.2011. Yeldan’ın faydalandığı yapıt şudur: William Robinson, “The Crisis of Global Capitalism and the Spectre of 21st Century Fascism”, http://www.focusweb.org/
Prof. Dr. Cihan DURA, 16 Ekim 2012