İsmail ŞAHİN
Dursun adı
Dursun adı...
O gitti dursun adı... Dursun Önkuzu'nun hikayesi Süleyman Özmen'le başlar desek hata mı etmiş oluruz?
Rivayet odur ki, Teknik Öğretmenli Dursun,
Yüksek Öğretmen'de mahsur kalan arkadaşlarına ekmek götürmek isterken vurulan Ziraatli Süleyman'ın yaralı bedenini sırtlamış ve hastaneye ulaştırmak için bir taksiye koymuştur.
Bu hikayeyi kız kardeşinin yazdığı bir mektup teyid ediyor:
"....Süleyman Özmen Y.Ö Okulu'nda şehit edilmişti. Ağabeyim o olayı bizlere göz yaşları içersinde anlatmıştı. Anneme kan lekeleri olan bir ceketini saklamak üzere yıkamamasını tembih ederek emanet etmişti. Bu kan Süleyman'ın kanı sakın yıkama, mübarek şehit kanı; yarın Allah'ın huzurunda şahitlik edecek inşallah' demişti." Önkuzu ve Özmen'in hikayesi dönemi çok güzel resmetmektedir. Kuşatılan bir okul, aç kalan arkadaşlarına ekmek götürebilme uğruna kurşun yiyen gençler; seyreden kolluk kuvvetleri.
Ve tabii ki unutulan hikayeler...
Dönemin Türkiye'sine dair iki tür hikaye vardır; unutturulan ve dayatılanlar...
Dayatılanları hepimiz biliyoruz. O hikayelerde Mahir, Deniz, Hüseyin vardır. Devrim uğruna banka soyan, adam öldüren "kahraman"lar. Hep akıldadırlar, en hafif suçları "banka soygunculuğu" olan bu tipler çocuklarımız için "ideal" örnek gibi sunulurlar; suç ortakları tarafından...
Unutturulanlarda ise, Ruhi Kılıçkıran, Süleyman Özmen ve Dursun Önkuzu gibi isimleri bin bir meşakkatle nesilden nesile aktarılan, akılda tutulmaya çalışılan çocuklar vardır. Bu Anadolu'dan şehre düşmüş "kavruk" yüzlü çocuklar, kendilerini unutturmak isteyenler için, otuz yıl önceki kavgada "zayiat"tan başka bir şey değildi; kimi pencereden aşağı düşerek ölmüştür, kimileri de serseri kurşunların önüne kendilerini atmıştır.
Tam bir mensubiyet şuuru ile katilleri kahraman yapan bu "alçak" güruhun tanımlamasıyla
"Erkek Teknik'in 3. Katından düşen" Dursun Önkuzu bu "kavruk yüzlü" çocuklardandı.
Mektepli olmak için geldiği şehirde, belki de anlamını bile bilmediği "komprador" olmaktan "mahkum" edilerek öldürüldü...
Tek ceketini arkadaşının kanıyla kaybeden, iki göz bekar evinin tabanına serdiği kilimle "odayı donattık" diye sevinecek kadar gariban Dursun, "Faşist Komprador" olmak suçunu işlemişti.
Anadolu köylüsünün mektebi olan Erkek Teknik'te bir "komprador"!... Zileli Sobacı Abdullah Emmi'nin mahzun ve mahçup tavırlarıyla temayüz eden oğlu Dursun, ömründe hiç Amerikalı görmeden "Amerika'nın yerli işbirlikçisi olmak" suçunu da işlemişti...
Tabii suç büyüktü: Amerikan işbirlikçisi, sermayenin "aç" uşağı...
Her "komprador" gibi dinine bağlı bir çocuktu. Din onu öylesine "uyuşturmuştu" ki, kılamadığı namazları küçük not defterine kaydediyordu...
22 Kasım'da not defterine kaza namazı kaydetmedi...
Sabah erkenden kalktı. Olaylar yüzünden okula gitmeme kararı alınmasına rağmen,
"bana ne yapacaklar" diyerek,
"dersinden olmamak" için okuluna gitti...
Daha o yıl çıktıkları evine dönüp baktı. Yürüyerek okula gidebileceği, "güvenilir" bir yerde evi olduğu için şanslıydı...
Okula giderken Yüksek Öğretmenin önünden geçti. Süleyman'ı düşündü belki de; hala kanının sıcaklığını sırtında hissettiği arkadaşını. Kuşatma altındaki arkadaşlarını kurtarmak için bir araya geldikleri İlahiyat'taki gece aklına geldi; marşlar söyleyerek sabahı etmişlerdi...
Sonra, işte şuracıkta düşmüştü Süleyman. Elinde ekmek filesi, sımsıkı; arkadaşlarına bir lokma ekmek götürebilmek için şehid olan Süleyman. Destan olmuştu arkadaşı:
"Öz menem! ... / Öz menem! ...
Onlar kabuk... öz menem! ..
Sen yelde savrulan kül..
Yüreklerde köz menem! ..
Ülkü uğruna şehid
Men Süleyman Özmen' em! .." Tek tesellisi buydu belki de; destan olması... Nerden bilebilirdi ki, arkadaşıyla aynı kadere doğru yürüdüğünü...
O saatte okula gelen yalnız o değildi. Kendisi gibi derslerinden geri kalmak istemeyen iki arkadaşı ve onları bekleyen onüç "devrimci"...
Dursun'u görünce etrafını çevirip "koltukladılar"; diğer iki arkadaşıyla birlikte...
Merdivenlerden yukarıya sürükleyerek çıkarttılar. Direnişini kırmak kolay olmadı Dursun'un; "anti emperyalist"ler için yorucu bir "iş" oldu.
"Aman bana bulaşmasın" diyen arkadaşlarının ve belki de "memur"ların gözleri önünde, yumruklana yumruklana ölüme sürüklendi...
"Halk" mahkemesine çıktığı zaman ayakta duracak hali kalmamıştı zaten. "İşbirliği" içinde olduğu "sermaye güçleri" ve "ajanlık" yaptığı "CIA yetkilileri" hakkındaki soruları yanıtlayacak sesi yoktu...
Sobacı Abdullah'ın tek oğlu, Kuzu İmamların "erkek" torunu Dursun, Halk Mahkemesi üyelerinin karşı devrimci, komprador, konformist ne kadar işbirlikçi / hain varsa onlara uygulanan "sorgulama teknikleri"ne tabi tutuldu...
Saatlerce işkence edildi; bayılınca ayıltıldı.
Artık denenecek işkence yöntemi kalmadığına kanaat getirdiklerinde ise...
Devrimin önünü tıkayan Faşist kompradorun nefes borusundan aşağıya bir hortum saldılar...
Hortum Dursun'un "boş" midesini kaldırsa da o bunun farkında değildi. Ciğerlerine dolan havayı hissedemedi bile, bütün kemikleri kırılmış; koma halinde yatıyordu. Vahşet histerisine tutulan topluluk Dursun'un iç organlarının parçalanmasını yeterli bulmadı. Cansız bedenini üçüncü katın penceresinden aşağıya atarak ondan "kurtuldular"...
Sonra...
Berber Cemal'dedir aileye acı haber verme vazifesi...
Bu ülke için ürettikleri tek şey olan "vahşet"in en kanlısı ile tarihe geçen "devrimci"lerin kurtulduk zannettikleri Sobacı Abdullah Emminin "komprador" oğlu; mahcup, utangaç ve mahzun Dursun, arkasından gelen gençlik için bir "değer" oldu. Uğradığı vahşet, bir dönemin "belgesi"...
"Kan yerde kalmaz! Süleyman Özmen şehit oldu. Kuşatılmış, aç bırakılmış arkadaşlarına ekmek götürürken... O şehittir, yeri şüheda katıdır. Fakat biz artık ölmeyeceğiz, bu sallanan topraklar üzerinde, doğum sancısı, yeni, güçlü büyük Türkiye'nin sancısını çeken bu topraklar üzerinde biz artık ölmeyeceğiz." demişti merhum Dündar Taşer, Dursun'un sırtladığı Süleyman'ın arkasından...
Doğruydu Taşer'in söyledikleri. Önkuzu ölmüş olsaydı otuzyedi yıl sonra, sürüklendiği, kanının döküldüğü koridorlarda gezen şu çocuklar Dursun'un hikayesini bilebilirler miydi?
Süleyman'ı destanlaştıran Şair onun için,
"Dursun adı... Dursun adı.../ O gitti, dursun adı.
Dillerde türkü olsun, / Yürekte vursun adı!..." demişti. Dursun'un hikayesinin en önemli gerçeği belki de bu; başına gelenlerin ismi ile müsemma olmasına vesile olması.