DÜŞEN KOCA BİR GÖKTAŞ’IDIR
Öyle bir ‘Göktaş’ı düştü ki, Türkiye’de beklenen ‘İstanbul Depremi’nden daha fazla bir ‘hasar’ açacağı söylenebilir.
Bu kez de üstü kapanacak, diyenleriniz olacaktır.
‘Derin Devlet’ edebiyatına bir sayfa daha eklenmiş olacak, o kadar.
Gerçekten ‘olgu’ öylesine karmaşık ki, kesin değerlendirmeler yapmak neredeyse olanaksız.
Ancak, kendi payıma kimi sonuçlar çıkardığımı söyleyebilirim.
Bu Levent Göktaş komutanı tanımam, ama ‘Ergenekon Davası’ndan yıllarca tutuklanmış olmasına, tanıdık diğer tutuklular arasında olduğu için tüm içtenliğimle karşı çıkmıştım.
Bir Kozinoğlu vardı, ki yine pek tanımadan, saf saf, gıyabında savundum.
Korgeneral Engin Alan derseniz, yine öyle.
Herbiri birer ‘Kahraman’!
Ancak ve ne var ki, aradan yıllar geçtikten sonra bu ‘kahraman’ların kahramanlıklarını, en azından benim nezdimde, koruyamadıklarını söylemeliyim.
Her ne kadar, pek çoğunun ‘Camoka Bıyığı’ bırakmalarından pek haz etmesem de, yine de ‘Türk subayı’ karakterini içselleştirmiş olabileceklerini sanıyordum.
Ama heyhat ki ne heyhat!
Ben de, bizlerin çabalarıyla bu ‘namuslu subaylar’ın Ergenekon’dan çıktıklarını sanıyor, bundan kendime pay çıkarıyordum.
Oysa bunlardan kimi gidip, Alaattin Çakıcı’yla, Mehmet Ağar’la, bilmem hangi mafya üyesiyle fotoğraf çektirmekten sakınmadı.
Rüşvet, Uyuşturucu ticareti, silah ve insan ticaretine bulaşmaktan çekinmedi.
Dr Recep’e sığınmaktan utanmadı.
Bulaşmak da ne ki, bütün o ‘pis işler’i organize etmekle suçlanmaktalar.
Kimse kusura kalmasın, ama bütün bu suçlamaların tümüne ‘FETÖ oyunu’ diyerek geçmenin olanağı yoktur.
Bu ‘üç madalyalı’ Levent Göktaş meğer Dr Recep’le ‘ailece’ görüşüyormuş.
Koynundan daha ne ‘haçlar’ çıkacağını da yakında göreceğiz sanıyorum.
Bunların çoğuna, ve özellikle Camoka Bıyığına bayılanlarına, benim bundan böyle zerre güvenim kalmadığının altını çizmeliyim.
Bunların ‘milliyetçilik’leri zaten Devlet Bahçeli’ninki kadardır.
Ki bu sonuncunun, Dr Recep’e neredeyse ana-avrat giderken, ani bir dönüşle onun emrine girmesini ‘siyaseten’ anlamakta güçlük çekiyordum.
Meğer ‘işin içinde iş varmış’...
Ve ta Türkeş’ten buyana bu ‘parti’ kılıklı militan örgütün Türklük’le, Türkiye’yle, Türkî soydaşlıkla ilgisinin olmadığı, ancak bu tür duygu ve düşünceleri sadece ‘paravan’ olarak kullandığı, her geçen gün biraz daha belirginleşmektedir.
Rahşan Ecevit ‘ben bunlarla biraraya gelemem’ dediği günlerde, abarttığını sanıyordum.
Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Gazi Mahallesi’nde, Sivas’ta hep bu ‘Camoka Bıyıklı’lar olmuştu.
Bizim zamanımızdaki Bahçelievler’de ise Devlet Bahçeli baş rollerde idi.
Önce Bahçeli’den kurtulan ve daha sonra dünyayı anlamak becerisini gösterenlere diyeceğim olamaz.
Ne var ki, başta Ordu olmak üzere, Jandarma’da, Polis’te, Bekçi’de, Güvenlik şirketlerinde yer alan, bu ‘sabit fikir’li, bu ‘dengesiz’, bu ‘bencil’ ve bu ‘hayta’ kesimden ne Türkiye’ye, ne de soydaşlarımıza ve ne de komşularımıza zerre yarar gelmez, tersine her kezinde zarar geliyor diyebilirim.
Buradan Sedat Peker’e de bir gönderme yapmadan geçmek olmaz.
Onun Türkiye’de, denildiği üzere bağırsakların temizlenmesinde, çok önemli bir işlev gördüğü ve bir ‘çığır’ açtığı bile söylenebilir.
Ancak hedefin Turan, Kızıl Elma türü kimi ideolojik yanılsamalar olarak belirtilmesi, bu ‘Camoka Bıyıklı’lar tarafından dejenere edilebilecektir.
Oysa ‘soydaşlarla buluşma’, önce ve ivedilikle Suriyeliler ile kucaklaşmaktan, Iraklılar ile barışmaktan, İranlılar ile anlaşmaktan, Yunanlılar ile uzlaşmaktan vb ilah, geçmektedir.
Kürtleri saymıyorum, çünkü zaten onlar ile kaynaşmaktan başka çaremiz yok.
Ve bütün bunlardan önce, Göktaş-möktaş, Alan-malan, Ağar-mağar, Soylu-soysuz ve bu alanda her kim var ise, ve kuşkusuz onları eşgüden ‘ağabey’in ile derin ve kesin bir biçimde ‘heşaplaşmak’ gerekmektedir.
Göktaşı çarpamadan önce, hızıyla ortalığı biraz aydınlattı gibi geliyor bana.