DÜŞÜNÜYORUM O HALDE…
Düşünüyorum, o halde ben bir ‘insan’ım.
Düşünüyorum, o halde ben öneclikle ‘insan hakları’ nedir onu öğrenmek zorundayım.
Düşünüyor ve görüyorum ki, bugün ‘piyasa’ya sürülen ‘insan hakları’ benim düşündüğüm, bana uygun ya da insana göre ‘haklar’dan değildirler.
Benim savunduğum ‘insan hakları’ ; Aydınlanma dönemi düşünürlerinin temellerini attıkları ‘insan hakları’dır.
Büyük Fransız Devrimi, ona ‘yurttaş hakları’nı da eklemiştir.
Bu ‘İnsan ve yurttaş hakları’, Devrimden hemen sonra, 1795’lerden itibaren ‘rafa’ kaldırılmış ve özde ‘insan hakları’, deyim yerinde ise ‘burjuva hakları’na dönüştürülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da ‘emperyalist güçler’in elinde bir ‘araç’ olmuşlardır.
Oysa ‘İnsan Hakları’, insanlığın ulaşması tasarlanan en yüce ‘amaç’, sonul ‘erek’in tanımlanmasıdır.
Ondan ötesi olmayan yerin ve düzenin tanımlanması..
İnsanlar o ereği tasarlayamıyorlarsa, ‘insan’ olmalarında bir ‘eksiklik’ vardır.
Felsefenin kaynağı, bilimin nesneleridirler.
Sanatın da, dinin de, düşüncenin de ‘mihenk taşı’dırlar.
Günlük yaşamın ve geleceğin ‘özü’dürler.
‘İnsan Hakları’ üzerine düşümeyen hiç kimse ne filozof, ne bilim adamı, ne hoca, ne imam, ne sanatçı, ne politikacı ne de herhangi bir ‘şey’ olamaz. Ya da insandan gayri her şey olabilir ama ‘insan’ olamaz.
Dönüyor ve yioneliyorum : günümüzde ‘piyasa’da sözü edilen ‘insan hakları’nın benim savunduğum, yani ‘insan doğası’ ya da ‘insanın organik yapısı’na uygun, ‘bütünsel insan’ın ‘hakları’ değildirler.
Düşünüyorum, o halde, bir ‘insan’ olarak ‘haklar’ımın ne olduğunu bilip, öğrenmek zorundayım.
Dönüp tarihe bakmak durumundayım. ‘İnsan hakları’ tartışmasına katılmak zorundayım.
Aile üyeleriyle ve yakınlarımla tartışıyorum.
Bir siyasal partinin üyesiyim, partideki arkadaşlarımla bu konuyu kıyasıya tartışıyorum.
Dernek üyesiyim, derneğimizde bu konuda ‘tartışma’lar açıyorum.
Yazıyorum, okurlarımın akıllarına soru işaretleri takmakla uğraşıyorum.
Türk’üm, Türkiye’de ‘nasıl olması gerektiği’ konusunda ‘görüş’ bildiriyorum. Fransa’da yaşıyorum, Fransa’da neler yapılması gerektiği konusunda ‘görüş’ geliştiriyorum.
İnsanım, dünyanın nereye sürüklendiğine kayıtsız kalamıyorum. ‘Kalıplarla düşünme’nin tam karşısındayım.
Her düzeyde ‘komplo’ yapılabileceğini biliyorum.
Ama her olayın ardında bir ‘komplo’ aramıyorum.
Her ‘komplo’nun farklı ‘sonuç’lar doğurabileceğini biliyorum.
Olgu ve olaylara ‘at gözlüğü’ ile bakmamaya çalışıyorum.
Bilime güveniyorum.
En yalın bilim tanımı, ‘bir eşşeğin iki kez aynı çamura batmayacağı’ tezine dayanır.
Tarih ve tekkerrür bu demektir.
Tarih her zaman tekerrür eder ama her defasında bir ‘başka düzeyde’ tekerrür eder.
11 Eylül ABD olmuştur.
7 Ocak 2015 Paris olayı, 11 Eylül’ün benzeri sonuçlar verecek demek, tarihe, bilime, felsefeye, sanata ve ‘insan aklı’na aykırıdır.
Düşünme kapasitesi olanları, düşünmeye davet ediyorum.
Ve iddiası olanlara hodri meydan diyorum.
Uzun süredir yazıyorum : Dünya büyük bir ‘dönüşüm’ün eşiğindedir.
Düşünce savaşçılarını, emekli generaller gibi, eski savaş tekniklerine göre düşünmemeye çağırıyorum.
Güneşin her doğuşu, yeni bir günün başlangıcıdır.
Habip Hamza Erdem