![](http://img291.imageshack.us/img291/4207/kampr.jpg)
Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım…” sözü Türkiye’de, “Düşünüyorum öyleyse vurun”a dönüştü.
İlhan Selçuk Ağabey’in kitabının adı da buydu: “Düşünüyorum, Öyleyse Vurun.”Düşünene vurdular Türkiye’de. Karşı çıkana vurdular. Filistin askılarına astılar. Çarmıha gerdiler. Elektrik verdiler. “Tam bağımsızlık” diyen, “kahrolsun ABD emperyalizmi” diyen gencecik fidanları darağaçlarına çektiler. Çoluk çocuk, torun yüzü göstermediler onlara.
Sıkıysan düşün Türkiye’de. Düşünürsen seni dört duvar arasına atarlar. Düşünürsen seni çoluğundan çocuğundan, doğadan ederler. Güneşi yasaklarlar sana. Gökyüzünü yasaklarlar. Bulutları, rüzgârı, denizi, ormanı yasaklarlar. Gençliğini çalarlar. Hayatını çalarlar.
Daha da çok düşünüp, direnişe geçersen vururlar… Hem de arkadan vururlar. Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden vururlar. Taylan Özgür’leri vurmadılar mı? Hablemitoğlu’nu, Kemal Türkler’i vurmadılar mı? Ya da bomba atarlar, bomba koyarlar arabana. Uğur Mumcu’ları, Ahmet Taner Kışlalı’ları katletmediler mi?
12 Martlar’da, Ziverbey Köşklerinde İlhan Ağabeylerin üzerine köpekleri salmadılar mı?
Düşünmek yasak Türkiye’de. Hakkını aramak, örgütlü toplum olmak yasak. Suç. Hem de suçların en büyüğü. Gerçekleri ortaya koymayacaksın. Gerçekleri konuşmayacaksın. Doğruları söylemeyeceksin. Hırsızları, talancıları, vurguncuları, hayali ihracatçıları görmeyeceksin. Hele hele vatan satıcılarını, vatan bölücülerini, ABD’nin, AB’nin kurşun askerlerini, emir erlerini, yeni mandacıları hiç görmeyeceksin.
“Tam Bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye”yi kesinlikle istemeyeceksin. “Amerika defol!” demeyeceksin. Gemiciklerden haberin yokmuş gibi hareket edeceksin. “Haberim var ve ben bu haksızlığa baş kaldırıyorum” dersen, işte o zaman ya torbaya girersin ya hapse.
Mehmet Faraç gibi CHP’yi falan da eleştirmeyeceksin. Gazetedeki bazı köşe yazarları gibi akıllı uslu durmasını, yeri geldiğinde boyun eğmesini de bileceksin.
Gazete yöneticileri, patronlar yazını yayınlamasalar ya da bir bölümünü çıkarsalar bile asla, ama asla sesini çıkarmayacaksın. “Benim yöneticim, benim patronum işini bilir, hem de en iyisini bilir…” diyeceksin. Yoksa çalıştığın kurum Cumhuriyet Gazetesi bile olsa, soluğu ta kapının dışında alırsın.
Gazeteye uzun yıllar hizmet etmişsin, alın teri dökmüşsün, işe küçük yaşlarda başlamışsın, bir süre para pul almadan çalışmışsın, doğruları yazmışsın, iyi gazeteciymişsin, çok sevenin, çok okurun varmış…
Geç bunları efendim, geç…
Ya idare-i maslahatçılık (işi oluruna bırakmak) yapıp liboşluğa soyunursun, sabuna suya dokunmadan pis gezersin ya da işte böyle soluğu ta kapının dışında alırsın…
O yazar daha Silivri Zindanlarına atılmadığına şükretsin, yatıp kalksın dua etsin…
Şimdi bana “hadi canım sen de, abartıyorsun ama… Olacak iş mi bu?” diyenler çıkacaktır.
Ben de soruyorum şimdi onlara? Allah aşkına, Mehmet Faraç’ın ne eksiği var içeride yatan gazetecilerden. Ya da gazeteci Mustafa Balbay’ın, ne fazlası var Mehmet Faraç’tan? Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ya da Hikmet Çiçek çok korkunç suçlar mı işlediler? Çalıp çırparak, haksız kazançlar mı sağladılar? Yoksa vatanın yer altı ve yerüstü zenginliklerini yabancılara peşkeş mi çektiler? Bilim adamı Profesör Doktor Mehmet haberal zindana girdiği günden beri “suçum ne” diye soruyor? Doğu Perinçek, Tuncay Özkan “İddiaları çürüttük, iddia kalmadı, neden bizi burada tutuyorsunuz” diye bağırıyor. Kim duyuyor seslerini?
“Düşündüğü için” 83 yaşındaki İlhan Selçuk Ağabey’i sabahın köründe evinden alıp götürmediler mi? 40 saat sorguya çekmediler mi? Ölümünü biraz da onlar hızlandırmadı mı? Bu ölümde onların payı yok mu?
Hadi yok deyin. Hadi yapmadılar deyin.
Şu AKP iktidarında, AKP’nin bulunduğu mekânda “olmaz” diye bir şey yok… Gök ile yer arasında yaşıyorsan, tepende de AKP varsa başına her şey gelebilir, her şey olabilir…
Olmaz deme. “Olmaz” olmaz.
Bakın bir rektör çıkıyor, gençlere “Size düşünmek yasak, düşünemezsiniz, cumhuriyeti savunamazsınız, özgürlükten, tam bağımsızlıktan söz edemezsiniz, hele hele Atatürk’ten hiç görev alamazsınız. Size düşmez bu. Ben istersem veririm bu görevi, istemezsem vermem. Uslu çocuklar olacaksınız, uslu çocuklar gibi duracaksınız. Vatan, millet, bağımsızlık sizin işiniz değil. Kesinlikle yumurta, slogan atmayacaksınız. Taahhüt ediyorum, atarsanız, ben de sizi atarım…” diyor. Olayı ise Cumhuriyetin savcıları seyrediyor
Yani bu rektör, bu Profesör, öğrencisiz üniversite istiyor, tıpkı Meşrutiyet Döneminin Maarif Nazırlarından birisi gibi, o da “Keşke bu mektepler (okullar) olmasaydı. Maarifi (Milli Eğitimi) ne güzel idare ederdim” diyor.
Yine bir zamanlar “Komünizm propagandasından tutuklanan zanlıya, Ankara’nın kudretli Valisi Nevzat Tandoğan “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.” der. (Artık çiftçiye çiftçilik de yaptırmıyorlar yokluktan ve parasızlıktan…(A.Er.) (Doç. Dr. Özcan Yeniçeri, Yönetim ve Bürokrasinin Yozlaşmadaki Rolü.)
Şimdi yeniden soruyorum? Bu yukarıda söylenenler, anlatılanlar olacak iş mi? Ama olmuş.
Celal Bayar Üniversitesi Rektörü de üniversiteyi öğrencisiz idare etmeye kalkıyor. Oranın bir bütün olduğunu kabul etmiyor. Öğrencinin hiç söz hakkı yok ona göre. Sanki okul onun babasının çiftliğiymiş gibi istediğini atıp, istemediğini atmayacakmış? İstediğinin kimliğini toplayacak, istemediğinin kimliğini toplamayacakmış. Bu iş bu kadar basit mi? Kanun, nizam (düzen), hukuk yok mu? Orman yasası mı işliyor Türkiye’de?
Ama ne dedik biraz önce, AKP’nin ayak bastığı yerde her şey olabilir. “Olmaz” diye bir şey yok. İşte görüyorsunuz, şimdi de üniversitelere polis karakolları kuruluyor. Polis İstediğini durduracak. İstediğini arayacak. İstediğini soracak… Ama unuttukları bir şey var. DP iktidarı döneminde de, 12 Mart’da da, 12 Eylül’de de okullara karakollar kurulmuş, Turan Emeksiz’ler şehit edilmişti. Bugün Turan Emeksiz’ler, Deniz Gezmiş’ler halkımızın yüreğinde yaşıyor. Peki, onları şehit edenler nerede?
Ali Eralp - 1 Ocak 2011