ECE TEMELYIKAN
Ece Temelyıkan diye bir gazeteci var.
Neci olduğunu bilmediğim için ‘gazeteci’ diyorum.
Bir televizyonda gördüm; ‘Çok Mühim Kadın’ mı ne izlencesinde idi.
Babasını yalanlarına ‘alet’ ediyor, yüce halkımız da kuzu kuzu dinliyordu.
Bu Ece hanımın babası ‘köy öğretmeni’ imiș, büyük olasılıkla da ‘köy enstitüsü’ çıkıșlı.
Görev yaptığı köye gittiğinde ne görse beğenirsiniz?
Çocukların hemen tümü Türkçe bilmiyorlarmıș.
Kızı gibi akıllı ve yurtsever olan baba Milli Eğitim Bakanlığı’na bir yazı yazmıș.
‘Sayın yetkililer beni gönderdiğiniz köyde Türkçe konușulmamaktadır. Burada Türkçe öğretebilmem için gerekli alet adevatı göndermenizi arz ederim’.
Ece’nin babası sayın Temelkuran’ını saygıyla anmak isterim.
O’nun böyle bir istekte bulunmuș olabileceğine kesinlikle inanmam.
Eğer o, 12 Eylül’den sonra öğretmen olmadıysa ki öyle olmadığı ortadadır, gönderildiği köyde önce Türkçe öğretmekle yükümlü olduğunu bilir.
Bu yalanı uyduran kızı Ece Temelyıkan’dır.
Baba Temelkuran’ın bir eksiği varsa o da böyle ‘Çok Mühim Kadın’ izlencelerinde yalan söyleyen bir kız babası olmasıdır.
Dizini ne kadar dövse azdır.
Șu Türkçe bilmeyen köylü sorununa gelinirse eğer, bu ‘sorun’ zamanla evrilerek Ece gibi ‘Çok Mühim Entellektüel’ yetiștiren ‘sorun’a dönüșmüș bulunmaktadır.
‘Sorun gazete ve gazeteciler’, ‘sorun televizyonlar’, ‘sorun yazar ve kitaplar’, ‘sorun parti ve politikacılar’..
‘Sorun’ bunlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluș yıllarında Türkçe bilmeyen yurttașllar kușkusuz vardı.
Okur-yazar oranı da ‘hiç yok’a yakın bir durumdaydı.
‘Türk Devrimi’nin en önemli bașarılarından biri hızla Türkiye’de okuma-yazma oranını artırmak olmuștur.
Beș yıllık öğretim parasız ve zorunludur.
Eğitim-öğretim dili ‘Türkçe’dir.
Demek ki beș yıllık öğrenim görmeyen bir kișinin ‘Türk vatandașı’ olmak hakkını kazanması da olanaklı değildir.
Türkçe dıșında kalan kimi ‘yerel diller’, ‘anadiller’i de denilebilir, varlıklarını sürdürebilirler.
Yasaklanmıș olup olup olmamaları ‘ayrı bir sorun’ olmakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttașlık bağı ile bağlı olabilmek için en az beș yıl eğitim almak ve ‘Türkçe okuma yazmayı öğrenmek bir yasal zorunluluktur.
‘Öğretmen’ olanlar ise ilk beș yılda, Edirne’den Van’a ve Datça’dan Ardahan’a değin yurdun dört köșesinde Türkçe öğretmek zorundadırlar.
Ece’nin babası gibi, daha doğrusu Ece’nin ba basının günahını alarak anlattığı gibi, bakanlığa yazıp ‘șimdi ben ne yapacağım?’ diye sormak görevden alınma nedenidir.
Böylece ‘sorun’ sorununa gelmiș bulunmaktayız.
2010 Türkiye’sinde, devlet dairelerinde Türkçe bilmediği için ‘tercüman’ arayan, mahkemelerine ‘kafa tutan’ her kim ise Türkiye Cumhuriyeti yurttașı sayılmamak gerekir.
Bu ‘yok hükmünde’ki yurttașlara en az beș yıl (șimdi sekiz mi ne?) boyunca Türkçe öğretmeyen öğretmen, bașöğretmen, il müdürü, genel müdür, bakan ve bașbakan ile Cumhur’un bașı her kim ise ‘cumhuriyete ihanet’ etmiș demektir.
Onlar da cumhuriyet açısından ‘yok hükmünde’dirler.
Menderes miydi Demirel miydi önemi yoktur.
‘Anasının dili’ ne olursa olsun siz bu ‘yurttaș benzerlerine’ Türkçe’yi öğrettiniz mi öğretmediniz mi?
Öğretmedi iseniz suçun büyüğü sizde.
Bugün Türkçe’yi öğrenmemiș olmayı bir ‘kazanım’ olarak görenleri ‘Cumhuriyet yıkıcılığı’na getiren de sizsiniz.
Ece Temelyıkan ve benzerlerinini aynı çizgiye getiren de..
Ve insan bu yola girmeyegörsün, bu yolda babasını bile satabilir.
Habip Hamza ERDEM, 20 Eylül 2011