Ecnebinin Hükmü Altındayız!
Lozan müzakereleri yapılmaktadır; diplomasinin bütün hilelerine başvurarak Türkiye’yi Batı’nın sultası altına sokmak isteyen Lord Gürzon, karşısında bağımsızlıktan taviz vermeye asla yanaşmayan çelik gibi bir irade görünce kabalaşacak ve İsmet Paşa’ya diyecektir ki:
- “Paşa! Artık beklemeye tahammülümüz yok! İki saat içinde imza atmazsanız sulh olmayacaktır! Memleketini kurtarman için iki saatin var!”
“İki saat içinde şartlarımızı kabul etmezseniz Türkiye’yi işgale başlarız.” demek isteyen İngiltere’nin bu küstah Dışişleri Bakanı, aynı küçümseyici üslûpla konuşmasına devam eder. Sanki İsmet Paşa kendisini memnun etmek için Lozan’da bulunuyormuş gibi der ki:
- “Konuşmanızdan memnun değiliz. Hiçbirşeyimizi kabul etmiyorsunuz. Yarın harap memleketi imar etmek için önümüzde diz çökeceksiniz! Bizden yardım istediğinizde bütün redettiklerinizi birer birer çıkarıp, önünüze koyacağız!”
Bu tehditlere rağmen İsmet Paşa rahmetlisinin önüne sürülen metni imzalamadığını, konferans salonunu terk ederken de “ne oldu?” diye soran gazetecilere “esaret altına girmeyi kabul etmedik!” dediğini biliyoruz.
İstiklal Savaşı denen mucizeyi yaratanların, “harap memleketi imar etmek için” hiçkimsenin önünde diz çökmediklerini de biliyoruz.
Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nde “harap memleketin imar edilmesi için hiç kimsenin önünde diz çökülmeyeceğini” şöyle açıklıyordu:
- “Filhakika mâzide ve bilhassa Tanzimat Devri’nden sonra, ecnebi sermayesi memlekette müstesna bir mevkie mâlik oldu. Ve ilmî mânâsıyla denilebilir ki, devlet ve hükümet ecnebi sermayenin jandarmalığından başka birşey yapamamıştır. Ancak her medenî devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye dahi buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.”
Bugün Cumhuriyet’in 81. yılını kutluyoruz.
Ve maalesef ecnebi sermayesi çoktan beri memlekette müstesna bir mevkie sahip oldu. Yalnız sermayesi değil, ecnebinin bizzat kendisi de müstesna bir mevkie malik oldu memlekette.
Artık ecnebi ne derse onu yapıyoruz.
“Şeker pancarı ekme!” diyor, ekmiyoruz.
“Tütün tarımından vazgeç!” diyor, vazgeçiyoruz.
“Sigara üretme!” diyor, üretmiyoruz.
“Mısır ekim alanlarını daralt!” diyor, daraltıyoruz.
“Fındık fidanlarını sök!” diyor, söküyoruz.
“Tarımı desteklemekten vazgeç!” diyor, vazgeçiyoruz.
1995’te Türkiye’nin tarımı desteklemek için ayırdığı fon 5 milyar dolardı. Bu rakam 1999’da 2 milyar 900 milyon dolara, 2000 yılında ise 2 milyar 500 milyon dolara düşürüldü. IMF talep edince de tarıma verilen desteğin tamamen kaldırılacağı taahhüt edildi.
Fakat Amerika 1980’de tarıma 7 milyar 700 milyon dolar devlet desteği veriyordu. Bu rakam 1986’da 25 milyar 800 milyon dolara, 1995’de ise 97 milyar dolara çıkarıldı. Avrupa Birliği’nde de bu rakam 1980 yılı için 6 milyar 200 milyon dolar iken, 1986’da 21 milyar 500 milyon dolara, 1995’de ise 127 milyar dolara yükseltildi.
Sanayideki çöküş tarımdaki çöküşten pek farklı değil.
Bize ait olduğunu zannettiğimiz şirketlerin çoğu, ya doğrudan doğruya ecnebilerin malı veya ecnebilerin ortak olduğu şirketlerin. Sabancısı da öyle Koç’u, vesairesi de. Yani Atatürk’ün dediği gibi devlet ve hükümet yine ecnebi sermayenin jandarması oldu.
Cumhuriyet, son sözü halkın söylemesi, hükmü halkın vermesi demektir. Türkiye’de hükmü ecnebi veriyor, raconu ecnebi kesiyor.
Necdet SEVİNÇ, Yeniçağ, 29 Ekim 2004