Köy düğününde ortalık kararmaya başlayınca kalkmak için izin istedik, düğün sahibi "Olmaz valla, hem daha İzzet gelecek" dedi...
Israr, itiş kakış...
Sık sık "İzzet'i izlemeden bırakmam" deyince, İzzet solist olmalı dedik, oturduk...
Durmadan tekrarladı:
"İzzet gibisini görmeden gitmek olmaz..."
*
Cana yakın, samimi insanlar...
Andree'ye çocuklarla haber gönderdim:
"İzzet gelecekmiş, izleyip gidelim..."
"İzzet kim?.."
"Sanatçı..."
"İzzet geldi-geliyor" diye bir telaş herkeste... Rakı sofrası kenara çekildi, meydan açıldı, içimden "iyi ki gitmemişiz" dedim...
Türk sanat müziği ise, özlüyor insan...
"İzzet geliyor mu?" diye bu kez ben sordum...
*
Bir zil sesi duyuldu "Aha İzzet.." diye fırladılar...
İzzet karanlığın içinden zillerini çalarak ve kıvırarak çıka geldi:
Zenne...
*
Yere kadar parlak, pullu, boncuklu bir etek giymiş, tüylü cepkeni var, yüzüne tül çekmiş ama bıyıklar alttan gözüküyor... Uzamış sakalını, belki 45 numara tozlu mokasenlerini görmesen, kadın sanırsın...
Başladı dönmeye...
Bir elini ufka bakar gibi gözünün üstüne, öbür elini çenesine getirip, kalçalarını bir o yana, bir bu yana salladığında, düğün sahibi "Gördün mü?" anlamında keyifle beni dürttü...
Rakıyı çekenler, ellerinin tersi ile bıyıklarını sildiler...
Ellerini dizinin üstüne koyarak, kalçalarını değirmen taşı gibi çevirdiğinde de "Gördün mü?" diye ben dürttüm...
*
Diyeceğim...
Madem TBMM Başkanı tiyatroda kadın görünce tahammül edemeyip sahneden attırıyor...
Erkek sanatçılar da kadın rol arkadaşlarının sahneden atılmasına tepki gösterip iki laf söylemekten korkuyorlar...
Çözüm; zenne...
Biraz İzzet'iniz olsun...
*
Yukarıdaki satırlar; dokuz köyden kovulan, onuncu köyün sahibi cesur kalem Bekir Coşkun'a ait.
Türk basınının duayeni, değerli büyüğüm Rahmi Turan'ın basın camiasına ve Türkiye'ye hediyesi idi.
Hatta, "Dokuzuncu Köy" sütununun adını, "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" atasözünden ilham alarak Rahmi Turan koymuştu.
O günden bugüne sadece inandığını yazan Coşkun, ne yazık ki amansız hastalığına yenik düşüp hayatını kaybetti.
Geriye korkusuzca yazdığı satırları kaldı.
*
Çocukluğumdan beri takip ettiğim birkaç gazeteciden biriydi.
Türk siyasi tarihine de "göbeğini kaşıyan adam" kavramını sokan kişiydi.
Miting meydanlarında eleştirildi...
Sordular; "Acıyla yaşamaya alışıyoruz. İşte ben en çok ondan korkuyorum." dedi.
*
Korkuyordu ama korkak da değildi.
Milletin derdi ve çıkarları yerine yandaş olup küpünü doldurmak varken, halkın derdiyle dertleniyordu.
Adliyelerin müdavimiydi.
Acısıyla, tatlısıyla yaşadı ve gitti.
Pek tabii ölümü üzdü...
*
Ardından taziye mesajları paylaşıldı.
Baş sağlığı dilendi.
*
Ama sosyal medyada gördüğüm bazı mesajlar inanın çok üzücüydü. Seversin sevmezsin ayrı konu.
Ama Hakk'ın rahmetine kavuşanın ardından "göbeğini kaşıyan adam demişti" diyerek arkasından gıybet edenleri, "rahmet dilemem" diyenleri gördükçe de inanın insanlığımdan utandım.
*
Biz ne ara bu kadar ayrıştık?
Nasıl bu kadar kutuplaştırıldık?
*
Oysa Müslüman, ölenin arkasından gıybet eder mi?
Günah değil mi?
Müslüman ahlakı rahmet dilemeyi gerektirmez mi?
*
Diyeceğim; madem ölenin arkasından kötü konuşulmayacağını bilmiyorsunuz, açıp okuyun Kur'an'ı da biraz İzzet'iniz olsun bari.
Edep yahu...