EKONOMİ POLİTİĞİN EKONOMİSİ VE POLİTİKASI (III)
(Devrimin Ülkesi)
Fransız Devrimi ve Marx ve Engels’teki Yeri
Tüm yaşamı boyunca Fransız Devrimi’ni döne döne inceleyecek olan Marx’ta, Devlet kadar onun Robespierre’in kişiliğinde yansıyan ‘politik biçim’ de ilgisini çekmektedir. Öte yandan, ‘Temsili devlet’, hem toplumsal gerçekliğin ve hem de aynı zamanda ‘burjuva sömürüsü’nün temsilcisi olmaktadır.
Ancak, Napolyon Bonapart’la birlikte ‘Devlet aygıtı’ göreli bir ‘özerklik’ kazanacaktır.
Öylesine bir ‘özerklik’ ki, ‘burjuva diktatörlüğü’ne değin gidebilmektedir. O halde, diyalektik bir yaklaşımla neden bir ‘proletarya diktatörlüğü’ne evrilmesin diye sorulabilecektir.
Buradan ‘Devlet aygıtı’nın ‘ele geçirilmesi’ (fetih)’nin birden ya da aşamalı mı olması sorununa ve oradan da yine bununla ilintili olarak, ülkede ve ülkelerarasında ‘sürekli’ bir ‘devrim’in olup olmayacağına yönelinecektir.
Denilebilir ki, bu üç ‘politik’ sorunun ‘maddî temel’i ‘keşfedilmeden’ ileri sürülebilecek her türlü ‘politik söylev’ ve ‘felsefî yorum’ boşlukta kalacaktır.
Ne var ki, sıkça ileri sürüldüğü üzere, bu arayışın ‘ekonomizm’ ya da ‘ekonomik belirleyicilik’ gibi bir kolaycılığa yolaçtığını, en azından Marx ve Engels için ileri sürmek ya sözkonusu ikiliyi hiç okumamak ya da okuduğunu anlamamakla mümkündür.
Marx’ın ‘ekonomik görüşlerini’ taslak olarak yirmi yıldan fazla ‘gizlemiş’ olduğuna değinmiştik. Ancak bu, kütüphanenin bir köşesinde tozlu raflarda kalmayıp, her ‘politik canlanış’ta yeniden ele alınmış ve her kezinde Fransız Devrimi’ne yeniden dönülmüştur.
İlginç olan, ‘politik canlanış’ dönemlerinin de ‘ekonomik bunalım’ dönemlerine rastlamalarıdır.
İşte, Ekonomi Politiği ekonomi politik yapan da bundan başkası değildir. O nedenledir ki, politika yapanların ‘ekonomi’yi bilmeleri zorunlu olduğu kadar, politikaya bulaşmadan ‘ekonomi’yle uğraştıklarını sananların da herhangi bir ‘şey’ bilmeden önce kendilerini bilmeleri bir zorunluluktur.
Paris Komünü ve Sonrası
1869-70’li yıllarda, Marx ve Engels, Alman işçilerini, başlangıçta ‘vatan savaşı’ (guerre de défense) olarak başlayan sürecin sonradan bir ‘Alman fethi’ne dönüşebileceği konusunda uyarırlar.
Ardından gelen Paris Komünü’nde ise yenilginin, hem proletarya’nın bir ‘örgüt’ten ya da ‘kendi kendini yönetme’den (autogéstion) yoksun olmasına ve hem de ülke genelinde hareketin ‘yaygın’ olmamasına bağlayacaklardır.
Bu saptamalar her ikisinde de ‘yeni’ bir ‘düşünsel dönem’in başlangıcı olacak, özellikle Marx’ın ‘ekonomik öğretisi’ni tamamlamış olduğu dikkate alındığında, kuramsal bütünselliğe kavuşturduğu ve hatta ‘meta-kuram’ına doğru ilerlediği söylenebilecektir.
Ancak, her kezinde, 1789 ya da daha çok 1793 Devrimi’ne geri dönecek ve denilebilir ki, Komünden ölümüne (1883) değin Fransız Devrimi hep gündeminde kalacaktır.
Devrimin Ülkesi
Blankist ve anarşist’lerin 1872 La Haye Kongresi’nden itibaren, Marx, devrimin merkezinin Fransa olup olmayacağı ve Fransa’dan başlatılıp başlatılamayacağı konusunda yoğunlaşmıştır.
Şöyle de denilebilir, İnternasyonal’in, her şeye karşın varlığını sürdürmesi gerekmekte midir?
Lenin’in 1917 yılında “Tüm iktidar sovyetlere” dediği gibi, 1874 yılında Blankistlerin, “Tüm iktidar komüncülere” çağrısı üzerine, Marx ve Engels, bu ‘iradeci’ (volontarist) tutumun ‘hayalci’ (illusoire) olduğunu söyleyecek ve Edouard Vaillant’ın, yeni-jacoben orijinal sentezini destekleyeceklerdir.
İnternasyonal’in, giderek toplumsal devinimi ‘kemikleştireceği’ne, o arada devrimin de ne Fransa’dan başlatılabileceği ve ne de ‘merkez’inin Fransa olacağı sonucuna varacaktır.
Marx da Engels de, her ülkenin ‘ütopik sosyalizm’den kopmuş işçi sınıfı temelinde ‘kitle partisi’ kurmaları gerektiğine ve ‘resmî olmayan’ (informel) bir biçimde İnternasyonal’le ilişki kurabilecekleri görüşüne varacaklardır.
Fransa’da öncelik işçi sendikaları içinde örgütlenmeye dayandırılmalı ve Cumhuriyet’in kurumsal kazanımları savunulmalıdır. Mac-Mahon ve Broglie’nin 1877-79 ‘kaba güç’ girişimlerine karşı çıkacak ve daha sonra Jean Jaurès’in de benimsediği, 1789-94 Cumhuriyet deneyimini doğuran koşullar üzerine yeniden düşüneceklerdir.
Doğu’ya yönelmek ve ötesi
1873 yılında, Marx, ‘toprak rantı’nı ele alacağı Kapital’in üçüncü cildinin hazırlıklarını sürdürürken Rusyanın kırsal ‘komün’ü (Mir)’i inceleme gereği duyacaktır.
Rus köylüsünün ‘eşitlik’ isteklerinden gelecekteki sosyalist toplumun eşitlikçiliğine bir ‘geçiş’ sözkonusu olabilecek midir?
Burada ikili bir ‘sorun’ vardır: Rus köylüsünün ‘gelenek’lerini de sosyalizme taşıma sorunu ve salt tarıma dayalı ve ‘kapitalist-olmayan bir yol’la sosyalizm için gerekli ‘sermaye birikimi’ni sağlama sorunu.
Demek ki, ‘Devrimin merkezinin doğuya kayması’ da, uzaktan gelen davul sesine uyarak değil ama ‘maddî temelleri’nin olup olmadığına bakılarak çözümlenmek durumundadır.
O nedenle öncelikle, Fransa’da Devrim öncesi köylü kesiminin konumunu incelemek gerekmektedir. Yaşamının son günlerinde bile, tamamlayamadığı ancak 17nci yüzyıl ortalarına kadar getirebildiği “Notes chronologiques” çalışması da, dolaylı olarak Fransız Devrimi’ne giden yolları araştırmaya yönelecek ve 1881-82 yıllarını alacaktır.
Marx, 1879 yılında, Karéiev’in 18nci Yüzyılın Son Çeyreğinde Fransa’da Köylülük ve Köylü Sorunu (la Paysannerie et la question paysanne en France dans le dernier quart du 18ème siècle) kitabını hararetle okur.
O arada, Fransa’da Guesde’in tarımda yoğunlaşma üzerine olan çalışmalarından haberdar olduğu gibi, Lafargue’ın Fransa’da Toprak Mülkiyetindeki Değişiklikler (Mouvement de la propriété foncière en France) kitabını da inceler.
Ve ‘kafakol ilişkilerinden’ uzak olan Marx, kendisine yakın Guesde ile Clemeceau’ya yakın Charles Longuet arasındaki tartışmada, Guesde’i Fransız Devrimini ‘dar çerçevede görmek’le eleştirecek ve Fransız Devrimi’nin ‘eşitlikçilik’ gibi ‘ideal’lerinin daha gerçekçi ve hatta ‘komünist’ isteklere dönüştürebileceğine dikkat çekecektir.
Yani Marx, Doğu’ya yönelirken Batı’nın ‘ideal’lerinden kopmayı düşünmemektedir.
Ancak bu, Marx’ın dikkatini çeken ama daha sonra Engels terafından işlenecek olan, Rusya gibi ülkelerdeki ‘feodalizm ve mutlakiyet karşıtlığı’nın, Batı ülkelerindeki ‘işçi hareketi’ni tetikleyebileceği biçiminde formüle edilecektir.
Nitekim 20nci yüzyılın başında gerçekleşen Rus, İran, Genç-Türk ve Çin Devrimleri, Batı ülkelerindeki işçi hareketini tetiklemeseler de, tarihsel olarak bir ileri adımın örneği olacak ve ‘Ulusal Demokratik Devrim’ler olarak adlandırılacaklardır.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem