EKONOMİ POLİTİĞİN EKONOMİSİ VE POLİTİKASI (VII)

EKONOMİ POLİTİĞİN EKONOMİSİ VE POLİTİKASI (VII)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Sal Mar 29, 2016 12:25

EKONOMİ POLİTİĞİN EKONOMİSİ VE POLİTİKASI (VII)
Ticaretin T’si
Ticaretin ‘değer’ üretip üretmediğini sorarak bitirdiğimiz bir önceki yazıda, kimi okurun, hemen ‘ticaret’in meziyetlerini sayan örneklere gönderme yapacaklarına kuşku yok.
Hz Ömer’in devesinin kuyruğunun dibine takılacaklardır hemen.
Kervanlar, ‘İpek Yol’u, ‘Denizaşırı ticaret yolları’ falan..
İşte, hemen yürüyen kervanların ‘en önü’ne geçmelerine fırsat vermeden, tarihsel bakış açısıyla, ticaretin kapitalizm öncesi dönemde uygarlıklararası bir ‘iletişim aracı’ olduğuna kimsenin itiraz etmediğini belirtelim.
‘Ülke ekonomisi’nin konumunu yaprakların kımıldayıp kımıldamadığına bakarak anlamaya çalışanlara da, ‘pazar’ın, ekonominin ‘çok ötesi’nde, bir toplumbilimsel kategori olduğunu anımsatalım.
Bu konuların ‘ayrıntısı’na değineceğiz.
Burada sadece sermeye-ticaret ilişkisinde ‘ticaret’in yerine değinmek istiyorum.
Turgut Özal’ın ‘dışa açılma model’indeki, devlet destekli ‘Dış Ticaret Sermaye Şirketleri’ndeki sermaye/ticaret ilişkisi kaç ekonomi profesörünün dikkatini çekmiş olabilir?
Bu şirketlerde ‘yönetici’ olarak çalışan biri olarak, bu ‘şirket modeli’yle, ‘sermaye yoğunlaşması’nın hedeflendiğini ve ‘yaprak kımıldaması’na bakan ekonomistlere bakacak yaprak bırakmadığını, çünkü yaprakların sermaye ağacının dallarına yapıştırıldığını söylemeliyim.
Zamanında ‘ticaret’, sermaye birikiminin öncüsü olmuş olabilir (merkantilizm, kameralizm vb) ama nasıl zamanında ticaret ‘üretim’i, yani ekonomi politiğin nesnesini, fethettiyse, ‘sermayenin tekelci aşaması’nda bu kez, tekelci sermaye, önce üretimi ve ardından ticareti de fethetmiş olmaktadır.
Ne var ki, bu aşamadan sonra, yeniden yeşil yaprakların kımıldayacağını beklemek de, bir ‘eskiye özlem’, bir nostalji olmaktan ileri gidemeyecektir.
Büyük Alış Veriş Merkezleri’nin kapatılıp yeniden ‘bakkal’ların açılacağını sanmak, bir politik hedef olsa bile, içinden geçilen çağa aykırı düşmektedir.
Çağın hedefleri, Büyük Alış Veriş Merkezleri’nin, yapılabiliyorsa, sermayenin denetiminden kurtarılıp halkın denetimine sokulması yönünde olabilir ancak.
Ticaretin Serbestleşmesi
‘Serbest Ticaret’ diye Türkçemize yerleştirilen terim de yanlıştır. Ona batılılar ‘libre-échange’ diyorlar, yani ‘serbest-değişim’.
Merkantilist dönemde, hatta giderek kapitalizmin ‘serbest’ döneminde, yani tüm 19ncu yüzyıl boyunca (1815-1914), bir tarihçinin deyimiyle “Batı dünyası birkaç serbest ada dışında bir korumacılık okyanusu” idi.
Olgunlaşmakta olan ‘Devlet-Uluslar’, ülkelerinin çevresine ‘gümrük duvarları’ örüyorlardı. Zaten o da, ‘varoluş’larının bir gereği idi.
Ticaretlerini ‘kısıtlayan’ ne bir kural ne de bir ‘kurum’ vardı.
Ticareti yönlendiren de ‘değişim-değeri’ idi.
Endüstrilerini kuran ülkeler, endüstri malları satıp hammade ve tarım ürünleri alıyorlardı.
Görüldü ki, malarının ‘değer’ini bilmeyen azgelişmiş ülkeler bu ‘serbest ticaret’ yoluyla giderek yoksullaşmakta, bir başka terimle ‘sömürülmekte’ler.
O nedenle, gelişmiş ülkeler, göreli bir ‘dürüstlük’le dillendirdikleri değişimin serbest olmasını dayatırken, azgelişmiş ülke ‘ekonomi politikçileri’, en azından Türkiye’de, bunu ‘ticaret’in serbestliği olarak, algıladılar (-anlamadılar da denilebilir).
Ticaret serbest olabilirdi ama ülkeler kendi malarının ‘değer’ini, gümrük vergileriyle kendileri ayarlayabilirlerdi.
İngiltere bunu iki yüzyıl önce uygulamamış mıydı?
İşte sözde ‘ekonomi politikçi’ler, fiyatların değerleri yansıttığı üzerine binbir model ve kuram kurarak, fiyatların (dolayısıyla değerin) uluslararası boyutta ‘piyasa’larca belirlenmesi gerektiğini ve bunun ekonominin ‘evrensel yasaları’na uymak olduğunu ileri sürdüler.
Ekonomi dalında profesör olmak için de, önce bu ve benzeri ‘evrensel yasalar’a iman edilmesi koşulunu getirdiler.
İkinci Dünyası Savaşı ertesinde ise, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar kurarak, o söylediklerini, uluslarası kurumlar aracılığıyla ‘yaptırım’lara bağladılar.
Türkiye’de ise 1971’de Atilla Karaosmanoğlu ile başlayan süreç 1980’lerde Turgut Özal, 1990’larda Tansu Çiller ve Kemal Derviş, 2000’lerde Mehmet Şimşek ve Ali Babacan’la devam edegelmektedir.
Bu süreç, ayakta takunya, başta takke ya da türban ve beyinde ‘serbest-değişim’in ayırdında olmadan ‘serbest ticaret’ türküsü olarak çağırılma sürecidir.
CHP’nin yeni sözcüsünün söyledikleri de o yolun ‘yeni’ temsilcisi olduğu izlenimini vermektedir.
Haydi ticaret serbest olsun diyelim, ki kimse kısıtlanmasını düşünmemektedir, ama değiştireceğimiz şeylerin ‘değer’i nasıl belilerlenecektir?
Azalan Verimler Yasası
Klasik ‘İngiliz’ Ekonomi Politiği, ülkeler arasındaki ticarette ‘karşılıklı avantajlar’, ‘azalan verimler’, ‘faktör fiyatları’ vb kuram, teorem ve yasalar ‘icat etmişler’dir. ‘Keşfetmişlerdir’ yani. Bizim gibi ülkelerin ekonomistleri de ‘inkişafî’ incelemelerle, bu büyük keşiflerin varlığına ve doğruluğuna iman etmişlerdir.
Bunlardan ‘azalan verimler yasası’ da, Ricado’nun ‘rant kuramı’nın sonuçlarından biridir.
Ekilen tarım alanlarının nüfus artışıyla birlikte genişlemesi sonucu, daha az verimli topraklar da ‘üretim süreci’ne katılmaktadır. Ne var ki daha ‘az verimli’ topraklardan elde edilecek, diyelim 1 ton buğdaya karşılık, ‘verimli’ topraklardan 1,5 ton buğday elde edilmektedir. İşte 500 kg’lık farka ‘rant farkı’ (rente différentielle) denilmektedir.
Buradan da görüleceği üzere, klasik İngiliz ekonomi poltiğinin ‘doğal yasaları’, ne sermayenin işlevini ve ne de toplumsal ilişkilerin niteliğini dikkate almayan, deyim yerindeyse Aristo mantığıyla, ‘evrensel yasalar’ icat etmektedirler.
Verimli toprakların sürekli olarak işlenmesi sonucu, toprağın kendisini ‘yeniden üretmesi’ne olanak tanımayan ve doğanın ‘tüketilmesi’ne varan bir yaklaşımla, Orta-Asya’da Aral gölünün kurutulmasından başlayarak, Türkiye’de başta Çukurova olmak üzere nice ‘verimli topraklar’ın katledilmesi bir yana; bir toprağın sürekli işlenilmesi bir başına ‘azalan verimler’in nedenidir.
Verimi düşen toprakların, gübre vb daha fazla ‘sabit sermaye’ yatırımı gerektirmesi de ‘ülke geneli’nde kâr oranlarının eşitlenme sürecini etkilemektedir.
Çok daha önemlisi, toprakların ‘mülkiyet’i, bu yaklaşımda sanki ‘yok’muş gibi değerlendirilmekte ya da ‘tekel’de imiş gibi düşünülmektedir.
Nitekim, Ricardo’dan sonra gelecek ‘radikal ricardocu’ James Mill, John Stuart Mill, Hildritch gibi ‘klasik’ ekonomistler, tüm toprakların (burjuva) Devlet mülkiyetine geçirilmesini ileri süreceklerdir.
Ne acıdır ki, bilmeden sosyalizm karşıtlığı yapan yeni yetme ‘liberal ekonomistler’, toprakların devletleştirilmesini bir ‘komünist öneri’ olarak söyleyip gelmişlerdir.
Kuşkusuz ‘devletleştirme’, ‘ulusallaştırma’ ve ‘toplumsallaştırma’ (sosyalizasyon) arasında da dağlar kadar fark vardır. Diferansiyel farklar yani...
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x