EKONOMİ POLİTİĞİN EKONOMİSİ VE POLİTİKASI (VIII)
Rant’ın R’si
Latince reddiata sözcüğünden türetilen ve ‘verilen şey’ anlamına gelen rant, Aşık Veysel’in ‘karnın yardım kazma ile... yine beni karşıladı gül inen’ dediği biçimde anlaşılıp, salt ‘doğanın verdiği’ ya da ‘Tanrı’nın lütfu’ olarak değerlendirilmiştir.
Ekonomistlerimizin de, en azından Türkiye’de, bu anlayışın üzerine çok şey kattıklarından sözedilemez: toprak sahibinin bir yıl boyunca yaptığı yatırımların yıl sonundaki ‘getirisi’..
Fransız atasözü ise ‘düzen ranttan değerlidir’ (mieux vaux règle que rente) diyecektir. ‘Allah ne verdiyse’ diye sakalı sıvazlamak yerine, bir ‘düzen’ kurmak gerekir diye düşünmüş olmalıdırlar.
O nedenle rant’ın oluşturulabileceğini (rente constitué) ileri süreceklerdir. Örneğin, bir toprak parçasını işlemek için alınan faizli para karşılığında elde edilen ‘ürün’ ya da ‘gelir’ bölüşülecek ama anapara değil sadece faizi ayrıca (geri)ödenecektir.
Diyelim topraksız köylü, 5 000 Tl borç alarak, soğan üretimine giriştiği zaman, o beşbin lira ile kıska, tohum, gübre, su parası, vergi her ne ise tüm giderleri karşılayacak ve elde edilen bir kamyon soğanın değeri 20 000 Tl ise, rantiyeye 10 000 Tl’lik soğan verecek ya da parasını ödeyecek, üstüne de 5 000 Tl’nin faizi olan 1000 Tl’yi ayrıca ödeyecektir. Böylece köylünün kazancı 9 000 Tl, toprak sahibinin geliri de 11 000 Tl olacaktır. Toprak sahibi ayrıca verdiği 5 000 Tl yi istemeyecektir.
Toprak sahibi başlangıçta verdiği 5 000 tl anaparayı da isteyecek olsa, köylünün geliri 4 000 Tl olacak ve toprak sahibi hem yatırdığı parasını geri almış alacak ve hem de geliri yine 11 000 lira olacaktı. Bu durumda, artık ranttan değil ama belki tefecilikten sözedilebilecektir.
Burada sözkonusu olan ‘ürün rant’ ya da rant olarak ‘irat -gelir’dir.
Köylünün senyörün tarlasında çalışarak üretitiği ‘değer’, emek-rant’ın ürün-rant’a dönüşümüdür; köylünün ekonomi-dışı gerekçelerle kendi toprağından elde ettiği ürüne de doğal rant denilebilir. Her ikisinin parasal karşılığına ise ‘para-rant’ denilmektedir.
Ne zaman ki, köylü yerine tarımsal işletmelerde işçiler ücret karşılığında çalışmaya başlar o zaman kapitalist-rant’tan sözedilebilecektir.
Bütün bu tanımların önemi, tarımda feodalizmden kapitalizme geçişi doğru değerlendirebilmek içindir.
Eğer rant, toprağın ya da herhangi bir taşınmazın (ev, değirmen vb) ‘mülkiyetini’nin devredilmesine ilişkin olarak belirlenecek olursa ona da ‘taşınmazın fiyatı’ anlamında (rente foncière) denilmektedir. Yani toprak ya da binaların ‘fiyatı’ değil, ‘rant değeri’ vardır (bail à rente).
Çünkü toprak dahil tüm gayrimenkullerin sahibi önce Tanrı (ya da Doğa) sonra da başlangıçta kral ve sonradan Devlet’tir. O nedenle zengin yoksul tüm ‘fani’ler ancak ‘geçici kiracılar’ olarak anlaşılmaktadır.
Bu ‘kiracılık’, ülkesine ve dönemine göre, ‘ömür boyu’ ya da ‘sınırlı süre’ler için verilmektedir ki, tüm insanlık tarihi zengin örneklerle doludur. Yine belirli bir ‘karşılık’la olabildiği gibi ‘karşılıksız’ da verilebilmektedir.
Eğer ‘karşılık’ olarak belirli bir sermaye olarak ödenmişse ve ömür boyu ‘rant’a bağlanmışsa, rant sahibi öldüğünde sözkonusu karşılığın hesabı sorulmaz, o gitmiştir.
1789 Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesi’nde, “Mülkiyet hakkı, taşınmazlarını, gelirlerini, emeğinin ya da işletmesinden elde ettiği kazançlarını (meyve) her yurttaşın kendi isteğine göre kullanmak (tasarruf etmek-disposer) hakkı”dır diyecektir.
Bugün bile Fransa’da ‘mutlak mülkiyet hakkı’ gibi bir ‘hak’ yoktur. Öyle, mal benim değil mi, istersem dinamit koyup patlatırım demek, önce Fransa ve sonra göreli değişikliklerle tüm Avrupa’da sözkonusu değildir.
Ve tüm ‘rant’ların Devlet’in Kamu Borçları kayıtlarına işlenmek zorunluluğu vardır.
Devlet’in kayıtları dışında ‘yaprak kımıldamaz’ ya da her kımıldanış, yürürlükteki yasalara göre, ‘kayıt’lara geçmek zorundadır.
Devletçilikten Bırakınız Yapsınlara
Merkantilizmin’in Fransa versiyonu Jean-Baptiste Colbert (1619-1683)’in adıyla anılmaktadır: Kolbertizm
‘İngiliz Devrimi’ diye adlandırılan ‘süreç’ Fransa’daki kolbertizm ile atbaşı gitmektedir.
Colbert, 14ncü Louis döneminde, Fransa’nın ‘ekomik ve mali’ bağımsızlığını oluşturmuştur denilebilir. Bunun için toprak rantının çekiciliğini azaltıp, sermayeyi sanayiye (manufacture) ve Kolonyal Kampanyalar’ın kuruluşuna yöneltmiştir.
Ve yol, su, taşıma gibi kamu yatırımlarına ağırlık vermiştir.
İlkesi “hep Kral için ama her zaman Vatan için’dir (Pour le roi souvent, pour la patrie toujours).
Sözkonusu dönemde Fransa henüz ‘içsel bütünlük’ünü sağlamamış olup, prenslikler, baronluklar, düklükler arasında ‘iç gümrük’ duvarları vardır. İşte Colbert ‘dış gümrükler’i artırıp ‘iç gümrükleri’ azaltarak, bir ‘ulusal ekonomi’nin kurulmasına, ne ki, Devlet’in öncülüğü ve desteğiyle olduğundan, Devlet-Ulus’un kuruluşuna yönelmiştir denilebilir. (Denilebilir de değil, denilmek zorundadır!)
Marx’ın deyimiyle “Devletin girmediği en küçük bir hücre dahi bırakmamıştır”.
Devlet tarafından, yukarıda sözü edilen toprak rantı (rente foncière)nın vergilendirilmesi sonucu, bir tür sanal kamulaştırma sonucu diyelim, toprak mülkiyetinin (propriété foncière) yüceltilmesine yolaçmıştır.
Henüz ‘feodal’ nitelikte de olsa, Colbert ya da Fizyokrasi okulu, demek ki, bir sonraki yüzyılda A.R.J. Turgot (1727-1781) ve Ansiklopedicilerin görüşlerine ve ‘Bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar’ felsefesinin doğmasına yolaçmışlardır.
Turgot, devrime gidilen günlerde, 1776 Şubat Kararnemesiyle (Edit) korporasyonları dağıtacak, kamu yatırımlarında angarya’yı kaldıracak ve sadece tarımın vergilendirilmesi ilkesini getirecektir.
Artık Devlet, üretim ilişkileri (mülkiyet, hukuk ve adalet)nin önünde bir ‘engel’ olarak görülmeye başlanacaktır.
Devlet mükiyeti de ne demek, artık ‘özel mülkiyet’ten sözedilmelidir.
Devrim yıllarındaki (1789-94) parlamento tartışmaları, bu bakımdan, çok öğreticidir.
Ne var ki, yukarıda belirtildiği üzere, Fransa’da özel mülkiyet hâlâ ‘mutlak’ bir anlam kazanmamıştır.
Merkantilizmin ‘sermaye’ anlayışı
Biricik üretici kesim tarımdır.
‘Artı-değer’ de, toprağın ‘verimliliği’ ile tarım işçilerinin ‘verimliliği’ne bağlı olup, görelidir. Hatta ülke içi ‘toplam sermaye’ dikkate alındığında, bir artı-değer de yoktur. Çünkü bir kesimin kârı diğer kesimin zararı hanesine yazılacaktır.
Demek ki, artı-değer, ancak iki ülkenin (Devlet-Ulus) ticaretinden doğabilecektir. O halde yeni ülkeler fethetmek, koloniler kurmak, deniz-aşırı ticarete yoğunlaşmak gerekmektedir.
Önemli olan ‘dış ticaret dengesi’ni kurabilmektir.
Para, değişim-değeri bakımından ‘doğrudan ve özerk’ bir ‘ölçü’dür.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem