EKONOMİ POLİTİĞİN EKONOMİSİ VE POLİTİKASI (X)
Demokrasi ve Sınıf Savaşı
Bu yazı dizisinde, toplumlardaki tarihsel/felsefî/hukuksal/ekonomik ve politik gelişmeleri belli bir ‘bütünsellik’ içinde ele alan tarihsel materyalizm yerine, salt ‘ekonomi politik’ açısından yaklaşmanın bile ‘sözde ekonomi bilimi’nin yetersizliğini göstermeye yeteceği düşünülmüştü.
Ancak, görüldüğü kadarıyla, yazı dizisi kimi çevrelerce Marx-Engels ya da Lenin’in ‘biyografi’si biçiminde anlaşılmaktadır. Ya da Batı’da kapitalizmin gelişmesi üzerine yapılan yorumların bir özeti.
Sözgelimi neden bir ‘Osmanlı Tarihi’ ya da Rusya ve Çin’deki gelişmelerden sözedilmemektedir?
Alet Kutusu
Ekonomi öğretimine başlayan öğrencilere, sınıfta anlatılanların özde ‘ekonomik olguları’ çözümlemek için bir ‘alet kutusu’ olarak verildiği söylenir. Ekonomi doktoru olunca, bu alet kutusundan, sözgelimi dinleme aleti çıkarılarak İstanbul Borsası’nın kalbi dinlenmeye çalışılır.
Ya da Türkiye ekonomisinin gelişimi ile ‘toplumsal değişim’i arasındaki ilişki kurulmaya çalışılır; sözgelimi Turgut Özal’ın ‘orta direk’i nasıl canlandırdığı ya da nasıl ‘yeni bir burjuva kesimi’ ortaya çıkardığı anlaşılmaya çalışılır.
Ancak, ‘sözde ekonomi politik’ yaklaşımlar, toplumsal gelişmenin bir ‘sınıf savaşı’ temeli üzerinde yükseldiğini ya görmezden gelmekte ya da politik ‘demokrasi’ kavramı içinde eritmektedirler.
O nedenle, burada, Marx ve Engels’in salt klasik denilen ‘ekonomi politik’in ‘eleştirisi’ne dayanan çözümlemeleri, bugün bile geçerli olan ‘eleştirel bakış’ın ‘alet kutusu’ olarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Demek ki, zaman zaman gönderme yaptığımız Fransa’da ‘köylü savaşı’, Almanya’da ‘köylü ayaklanması’ ya da İngiltere’de ‘işçi sendikaları’, onların tarihsel özetlenişi olarak değil, ama onların ‘çözümleniş biçimi’nden çıkarılabilecek ‘kuramsal teoremler’ olarak değerlendirilmelidir.
Tarihin T’si
Örneğin Fransa’da Restorasyon döneminde (1815-1830) Thierry, Guizot, Mignet Thiers ve Michelet gibi, sosyal tarihçiler denilen kimi tarihçiler de ‘sınıf savaşı’nı biliyorlardı. Ve hatta onların ‘sınıf savaşı’nı ‘keşfettikleri’ bile söylenebilir.
Benzer biçimde, Türkiye’de kimi tarihçilerin de ‘sınıf savaşı’nı bildiklerini varsayalım.
Ancak bu ‘sınıf savaşı’ modern Türkiye’nin tarihini anlamak için bir ‘anahtar’ olarak kullanılabilecek midir?
Nitekim Fransa’da Temmuz Devrimi’nde (1830) Guizot ‘düzen düzen’ diye çığlık atıyor, 1871’de Thiers döneminde, Engels’in deyişiyle “işçi sınıfının tüm Cumhuriyet hayali sönüyordu. Burjuvazinin egemen olduğu Devlet biçimi (ise) en son halini alıyor ve gerçekleşmesini tamamlıyordu””.
Günümüzde ise, genel seçim, cumhuriyetin kurumları ve basın özgürlüğü ve işçi sendikalarının çabaları da dikkate alındığında, barışçıl ve anayasal bir ‘Burjuva Cumhuriyeti’nde ‘sınıf savaşı’nın yeri neresidir?
Salt geçmiş dönemde elde edilmiş kimi ‘kazanım’ların savunulması, ‘demokratik mücadele’ olarak değerlendirilip yeterli olarak görülebilir mi?
‘Burjuva devlet’ yapısında yapılması öngörülen ‘devrim’lerde dinsel ya da etnik ayaklanmaların ‘katkısı’ olacak mıdır?
Kaldı ki, yine Engels’in gönderme yaptığı gibi, Fransız tarihiyle ilgili bir ‘somut’ gelişme için Mignet ya da Thiers’den doğru tarih öğrenilebilir; Pazar gecesi miydi Salı sabahı mı, ama Cumhuriyet’in geleceğine ilişkin hangi çıkarımlarda bulunabilecektir?
Oysa Manifesto’da değinildiği üzere, “orta sınıflar, küçük üreticiler, perakendeciler, zanaatkâr ve köylüler devrimci değil, tutucudurlar; dahası tepkicidirler, onlar tarihin tekerleğini tersine çevirmeye çalışanlardır”.
Demek ki, “benim işçim, benim köylüm, benim zanaatkârım” demek yetmediği gibi, zaman zaman “benim tüccarım, benim sanayicim”le de bir yere varılması mümkün değildir.
İşte bu yazı dizisi, tam da bu ‘yetmezlikler’i ortaya koymak için kaleme alınmaktadır.
Ne Yapmalı?
Herhangi bir şey yapmak için, ‘ne yapılacağı’ önceden kafada tasarlanabilmelidir.
“Benim Devlet’im, benim Demokrasi’m, benim ‘Ekonomi’m, benim ‘Eğitim’im, benim ‘Ahlâk’ım, benim ‘Dost’um, benim ‘Düşman’ımın” tanımlanması gerekmektedir önce.
Memet askere gider.
Belli bir eğitimden sonra, bir nöbet yerinde nöbet tutmaktadır.
Bir ara komutan denetlemeye çıkar ve Memet’in yanına gelir.
- Aslanım Memet, düşman karşıdan gelirse ne yaparsın?
-Hemen tüfeğimi doğrultup ateş ederim komutanım.
- Ya sağdan gelirse?
-Sağa döner ona da ateş ederim komutanım.
-Soldan gelirse?
- Ona da sola dönerek ateş ederim komutanım?
-Ya arkadan gelirse?
-!.. Eee bizahmet ona da siz ateş edin komutanım.
Çözümü bilmek
Şimdi Devlet, Demokrasi, Cumhuriyet, Eğitim, AB, ABD, İŞID, PKK gibi tonla konu var ne yapılacağı konusunda.
Burada sadece ‘Ekonomi politik’ alanına giren konularda kimi ‘tarihsel saptamalar’ yapmaya çalıştık.
Bu saptamaların başında, Klasik İngiliz Ekonomi Politiğinin ilkeleri üzerine kurulan neo-klasik ya da neo-neo-klasik ‘ekonomi bilimi’nin, bilimi olduğu ‘kapitalist sistem’in varlığı ve denildiği üzere ‘sürdürülebilir’ olması için varolduğu gelir.
Kapitalist sistemin kendisine özgü ‘ekonomik’ ve ‘politik’ bir yapısı vardır.
Sistem içinde kalıp, bu ‘ekonomik’ ve ‘politik’ yapıyı değiştirmeyi, geliştirmeyi, yönlendirmeyi düşünmek kendi kendini aldatmak demektir.
İnsan doğasına uygun bir başka ‘ekonomik’ ve ‘politik’ sistem tasarlamak için ise, kapitalizm kuramcılarının ‘bilimsel’ ve ‘evrensel’ diye nitelendirdikleri bütün ‘yasa’, ‘kuram’ ve ‘model’lerini yoksaymak gerekmektedir.
Bir ülkede ‘üretim ekonomisi’nden sözedildiğinde, üretimin, üretim için ‘karar alıcılar’ tarafından belirlendiğini; kararları ‘üretim araçları sahipleri’nin verdiklerini, onların da ‘ulusal’ değil ‘uluslararası merkezler’e doğrudan bağlı olduklarının bilinmesi gerekmektedir.
Uluslarası merkezler derken IMF, Dünya Bankası, Dünya Tıcaret Örgütü gibi kurumlar olduğu kadar ama onlardan da önce çok az sayıda ‘gerçek kişi’lerin olduğu belirtilmelidir.
Başta ABD olmak üzere, tüm Batı ülkeleri dahil, bugün çoğu ülkede, demokratik mekanizmalarla değil, sözüedilen uluslararası kurumlarla ‘sıkı ilişki kurabilecek’ politikacılar işbaşına getirilmektedir. Bunlara Batıda ‘politik sınıf’ denilmektedir.
Bu ‘politik sınıflar’, güya Devlet’in ‘göreli özerkliği’ni sürdürmeye çalışmakta olduklarından, Devlet’lerin ‘göreli bağımsızlık’larından sözedilebilir ama gerçekte ‘Bağımsız Devlet’ günümüzde kalmamış gibidir.
Herşeye karşın bağımsızlıklarını ‘göreli’ olarak koruyan devletlerin de, kurulu uluslararası işbölümünü bozacak bir ‘işbirliği’ne yönelmeleri, iç ve bölgesel savaşlar çıkarmak dahil, her tür ‘zor ve hile’yle engellenmeye çalışılmaktadır.
Bu bağlamda ‘dinsel’ ve ‘ayrılıkçı’ hareketler, sözde bilimsel özde ideolojik kurum ve kuruluşlarca desteklenmektedirler.
‘Siyasal islam’ anlayışı, ılımlı da olsa, tarihsel olarak son dönemine girmiş bulunmaktadır. O nedenle, ‘islamî terör’ biçimine evrilerek, tüm ülkeler için gerçek bir ‘tehlike’ boyutuna ulaşmıştır.
İşte gerek dünya genelinde üretimi artıcak yeni işbirliklerini engellemesi ve gerekse ‘düzen’i tehlikeye atan ‘islamî terör’ ya da benzerî ‘terör’ eylemlerinin artması, kapitalizmin kendi ‘üretim’i olmasına karşın, kendisinin gelişmesinin önünde bir ‘engel’ olmaya başlamıştır.
Kapitalizmin hala bir çözüm bulamadığı bugünkü ‘bunalım’ına çözüm, ister istemez ‘kapitalizm dışı’ndan bulunacaktır. O nedenle ‘sistem içi çözümler’e bel bağlayanların dönüp biraz daha tarihe bakmaları gerekecektir.
Ne var ki, bu tarih, Osmanlı, Selçuklu, Moğol ya da Göktürk tarihinden çok, Fransa’da ‘iç savaş’, Almanya’da ‘köylü ayaklanması’, giderek Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı olabilir.
Avusturya’da 600 yıl hüküm süren Habsbourg’ların tarihi insanlığa ne verdiyse, benzer bir biçimde Osmanlı tarihi de onu verebilir. Ne fazla ne eksik..
Ekonomi politiğin en temel ve şaşmaz yasası işte budur.
Habip Hamza Erdem