EKONOMİ ve ÖTESİ (III)
Zarf mı mazruf mu ?
‘Ekonomi’nin dışına çıkmak diye başlamıştık.
Peki ama ekonominin neresinden girmiştik diye sorulabilir.
Çok iyi biliyoruz ki, ekonomi konusunda konuşacak olan her kim olursa olsun, ‘mal ve hizmetler’ diye başlamaktadır.
Yani ‘üretim’in sonucu ve genel olarak değişimin konusu olan ‘mal’lar (marchandise) ekonominin abc’sini oluşturmakta. (Ki, buna meta da denilmektedir).
Malın en belirleyici özelliği, bir fiyat karşılığında satılmak amacıyla üretilmiş olmasıdır.
Alıcı, kuşkusuz ondan yararlanmak ve bir gereksinmesini gidermek için mal alacaktır, ancak satıcının biricik hedefi iyi bir fiyattan para kazanmaktır.
Böylece ekonomik yazınımıza ‘para’nın da belirleyici bir parametre olarak girmiş olduğunu görmüş oluyoruz.
O zaman, bu malın, mal olmadığı, yani para kazanmak amacıyla üretilip/satılmadığı, dolayısıyla ‘ekonomik dolanım’ diye bir sürecin, insanlık tarihi boyunca yaşanıp yaşanmadığı sorusu sorulabilecektir.
Ki, ileride, ‘üretim’in değil ama ‘değişim’in ekonominin temeli olacağını ileri süren tartışmalara da gireceğiz.
Kuşkusuz, o arada ‘para’nın, bugünkü anlamda zenginlik kaynağı yani ‘sermaye’ye nasıl dönüşmüş olduğu konusuna da girmiş olacağız.
Ancak, şöyle bir soru sorulabilir; acaba ‘para’nın olmadığı bir ‘ekonomi’ de mümkün müdür?
Öyle ki, tüm yaşamlarını ‘paranın hikmetleri’ne hasretmiş olan ekonomistlerimizin ‘işsiz’ kalacakları bir ‘ekonomi’ sözkonusu olacağı için, onlar için bunun düşünülmesi bile abasle iştigal olacaktır.
İşte, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın doğunda, Pasifik Okyanusu içinde öyle küçük adacıklar var ki, Polinezi (Polynésie) denilen bu adacıkların yerli halkları, uzun süredir, ilkel yaşam biçimleriyle tüm bilimcilerin dikkatini çekmiştir.
Orada insanlar arasındaki değişim armağan (don- étrenne) biçiminde yapılıyor denilmektedir.
Hem de, bizdeki ‘zarfa değil mazrufa bak’ biçimindeki sözün tam karşıtı olacak bir durumda..
Oysa, Fransızca ve başka dillerde, ‘Sunuş biçimi verilecek şeyden daha önemlidir’ (la façon de donner vaut mieux que ce que l’on donne) diye bir deyiş daha var.
Çünkü, sunuş biçimi verilecek nesneye daha bir anlam ve hatta ‘değer’ yüklemektedir.
İşte, bu ‘sunuş biçimi’ dahil olmak üzere, bu Polinezyen halklardaki ‘değişim’, ‘ekonomik anlamdaki’ değişim anlayışını altüst etmektedir denilebilir.
Çünkü bu halklar yakından incelendiğinde, yine ‘arkaik ekonomi’nin sözde temelini oluşturan gerek ‘yararcılık’ (menfaat da denilebilir) ve gerekse ‘bireycilik’ anlayışı tersyüz olmaktadır.
Böylece, kimi antroploğ ve sosyoloğlar ve o arada Durkheim ve Mauss’un sonradan ‘holizm’ olarak adlandırılacak bir ‘yöntem’i de doğmuş olacaktır.
1929 yılında Jan Christiaan Smuts (1870-1950)’un Holism and Evolution başlıklı çalışmasıyla, bilimsel yazında yeredecek olan holizm anlayışına göre, “doğal oluşan kimi bütünsellikler, yaratıcı evrim sırasında, kendi parçalarının toplamından daha anlamlı bir bütün olarak karşımıza çıkarlar”.
Ontolojik olarak, bu, bir varlığın, bir entitenin ya da bir olgunun özellikleri, onların parçalarının özellikleri incelenerek anlaşılmaz, ancak kendi bütünselliği tarafından anlaşılabilir demektir.
İşte toplumsal bilimlerde, Durkheim ve kısmen Marx’ta, bu yöntembilimsel bir ilke olarak, kimi temel toplumsal olguların (fait) yine diğer toplumsal olgularla açıklamasına gidilse de, toplumsal bütünün bunlara indirgenemeyeceği biçiminde yorumlanmıştır.
Ne demiştik, biz de ‘ekonomi’ denilen ‘fil’imizin orasını burasını elleyerek bütünü hakkında bir yargıya varmada acele etmeyelim demiştik.
Yine de, hortumu, o koca dişleri ve kulakları, şişkin karnını ayrı ayrı ele alacağız; ama bütünü hakkında karar verebilmek için, onun bütünselliğini ‘soyut’ olarak kendimizin kurması gerekecek.
Ki, ancak ondan sonra ‘somut bütünsellik’ üzerine konuşabilelim.
(Sürecek)