EKONOMİ ve ÖTESİ (VI)
Fetişizm
Yazı dizimize ‘ekonomi ve ötesi’ dedik, ama giderek görüyoruz ki, onun bir ‘öte’si yok, koca bir ‘dünya’ ve hatta dünyanın ta ‘kendisi’.
Ne var ki, hiç de ‘bize göründüğü gibi’ değil.
Tersine biz onu ‘fetişleşmiş’ olarak görmeye alıştırılmışız, sanki ‘her şey doğal’mış gibi geliyor.
Dahası, bu doğallıkta bir ‘kutsallık’ da var.
İşte, din dahil, etnoloji ve psikolojide kullanılan bu terim, ‘ekonomi politik’e de girmiş bulunuyor.
Tam Türkçe karşılığı yok, ama yabancı dillerde de, yine etnoloji ve psikolojide kullanıldığı biçimde ‘fetişizm’ deniyor.
Fetişizm, Para da var, özel mülkiyetde de, Devlet’te de var.
Bizdeki İdris Küçükömer gibi, sonradan değişen İtalyan Lucio Coletti’nin, sağlıklı olduğu dönemde dediği gibi:
“Her sosyal nesnenin hem maddi ve hem de manevi bir yönü var. Ancak toplumsal olguları (phénomène) yöneten daha çok bu manevi yön gibi görünüyor.”
Ve ekliyor; “maddi olgular sanki çelişkisiz (non-contradiction) olarak yönleniyorlar, oysa toplumsal olgular duyular-üstü (supra-sensible) bir diyalektik çelişki karakteri taşımaktalar”.
Örneğin, ekonomi politiğin nesnesi olan ‘değer’, bir çelişki taşımaktadır, ama yeter ki, onu sezmenin yolu bilinebilsin, değil mi ama?
İşte, zaman zaman, yöntem yöntembilim diye üstelememizin nedeni budur.
Olgu ve olayları göründükleri biçimin ‘öte’sinde kavrayabilmek.
Zaten ne denilmişti; eğer olgu ve olaylar göründükleri gibi olsalardı, bilime ne gerek olurdu.
Memleketim Elazığ’da depremin olacağını, o jeo-fizikçiler görerek ve ölçerek olduğu kadar, ve çok daha fazlasını, ‘bilimsel yöntem’leriyle bilebilmekteler.
Bu konuda, fizikten bolca örnek verilebilir.
Kendi konumuza dönülecek olursa, ekonomi politikte bir ‘değer sorunu’ var.
Arkaik ekonomi politiğin uzantısı olan günümüz ‘ekonomi bilimi’ne göre böyle bir sorun yoktur, çünkü ortada ‘çelişkili bir durum’ sözkonusu olmayıp, her şey matematik, istatistik ve giderek ‘yapay zekâlı’ programlarla ölçülüp/bilinebilmektedir.
Kuşkusuz, bizim onlara laf yetiştirmek diye bir kaygımız yok.
Onlara ‘yapay-zekâ’dan hareketle ‘yamalı-zekâlı’lar deyip geçeceğiz.
Ve daha önce sözünü ettiğimiz, ‘mal’ların bir ‘kullanım-değeri’ ve bir de ‘değişim-değeri’ olduğunu anımsatacağız.
İşte bu ‘iki değer’ arasındaki ‘çelişki’, değişim sürecinde bir ‘başkalaşım’a (methamorphose) yol açıyor ki, Marks bunu ‘mal fetişizmi’ diye adlandırıyordu.
Burada fetişizm bir ‘tapınma’ olayı gibi anlatılmak istenmiştir.
Nitekim, güncel yaşamda ‘paraya tapanlar’ türü deyimler de bolca bulunabilir.
Ancak, para ve giderek sermaye, sahiplerinin olduğu kadar ve hatta daha fazla olarak, onlara sahip olmayanlar tarafından, hem para ve sermayeye ve hem de onların sahiplerine karşı bir ‘tapınç’ duygusu taşımaktadırlar.
Böylece ‘mal fetişizmi’ giderek bir ‘toplumsal fetişizm’ biçimine dönüşmektedir.
Ve ‘kapitalizm’, bu fetişizmin doruk noktasını oluşturmaktadır.
Ancak ve ne var ki, gündelik yaşamımızda gelişgüzel kullandığımız bir ‘süreç’ terimi var ki, bu felsefî ve bilimsel kavramın asıl kullanılması gereken yer burasıdır.
Yani, ‘paranın sermayeye dönüşüm süreci’.
Demek ki, ‘ekonomik değer’, özde bir ‘süreç’tir.
Öyle ki, doruklara çıktığı gibi, ekonomik depremler sonucu yerlebir de olabilir.
Burada, ulusal paraların zaman zaman ‘değer yitirmesi’, demek ki, gerçekte onların da bu ‘süreç’in bir parçası olmalarındandır.
(Sürecek)