EKONOMİK REFLEKSİVİTE (8)
‘Devletin İdeolojik Aygıtları’na geçmeden önce, özellikle profesyonel/akademik ekonomistler için ‘ekonomik yeniden üretim’ üzerinde ana hatlarıyla durmak gerekebilir.
Bu, daha çok, Türkiye’de, gelişigüzel kullanılan ‘üretim ekonomisi’ teriminin gelişigüzelliğini ortaya koymak için gereklidir.
Keynes ve daha sonra gelişmiş/azgelişmiş ayırımı yapan ya da Üçüncü Dünya’cı ekonomistler ve onları izleyenlerce, ‘yeniden üretim’ şemasında, ‘kredi’ ve ‘para’nın işlevinin ‘nötr’ olarak yeraldığı saptamasıyla başlanabilir.
Dahası neo-klasik ekonomistlerin ‘reel ekonomi’ tanımlamaları da, benzer bir yaklaşımla, kapitalist ekonomik sistemin kendi üzerine kapandığı varsayımına dayanmaktadır.
Bu durumuda ‘kapital’in ‘yeniden üretimi’, istenirse ‘büyüme’ de denilebilir, özellikle kolonizasyon biçiminde olduğu gibi, ‘dışarıdan’ işletilme (ya da sömürme) sayesinde mümkün olabilecektir.
Ki, çoğu kez bu ‘ekonomi-dışı’ (extra-économique) şiddeti de beraberinde getirmektedir.
İşte bu ‘sorunsal’ın temelinde ‘para’ya olan bakış yatmaktadır.
Nitekim Rosa Luxemburg’un ‘para’ya olan karşıtlığı, ekonomistlerin ‘mal-para’ ya da ‘meta-para’ dedikleri marchandise-monnaie’nin tüketim malları ya da üretim araçları ile değiştirilmesi durumunda, ne kendisi ve ne de değiştirildiği şey olarak değil, ama bunun üçüncü bir kesim olan ‘toplumsal yeniden üretim’ içinde değerlendirilmesine ilişkindir.
Yani kapitalist ekonomik sistemde ve giderek bir ‘toplumsal sistem’ olarak kapitalizmde, ‘para’nın işlevi, çok net olarak yazıyorum, profesyonel/akademik ekonomistlerce yeterince irdelenmemektedir.
Denildiği üzere, at yarışı spikerleri gibi, hangi atın önde gittiğini anlatır gibi, paranın değerinin ne kadar düştüğünü ya da geriden gelen atın ne kadar yaklaştığını anlatır gibi altının değerinin ne kadar arttığını bağırmaktan başka bir ‘iş’ yapmamaktadırlar.
Bildiğimiz kadarıyla ve daha önce sözünü ettiğimiz Suzanne de Brunhoff’un 1967’de yayımlanan La Monnaie chez Marx ile 1976’da yayımlanan ve Türkçe’ye de çevrilmiş olan Devlet ve Sermaye (Etat et Capital) başlıklı çalışmaları, ‘paranın işlevi’ konusunda oldukça yetkin çözümlemeler içermektedir.
Brunhoff’a göre, anahtar-sorun, paranın ölçü birimi, dolanım, kredi ve değer saklama (thésaurisation) işlevlerini tamamlayıcılığı sırasındaki ‘genel eşdeğer yeniden üretim’ işlevindedir.
Ki, bu son işlevi, sermayenin yeniden üretimine ilişkin olarak, daha başlangıçta özel bir risk barındıran bir koşul olarak ele alınmalıdır.
Örneğin, kolonyal aşamada, ‘saf kapitalizm’ sınırları içinde kalındığında ‘genişletilmiş yeniden üretim’ sözkonusu olmayacaktır. Çünkü tüketici talebi yapısal olarak yetersizdir (déficitaire).
Eğer öyleyse, günümüz ‘borçlu ekonomileri’nde benzer bir durum sözkonusu olmayacak mıdır?
Nitekim, post-luxemburgcu denilebilecek Wallerstein ve David Harvey’lerin ‘sömürücü kapitalizm’ (capitalisme extractive) kuramları, ilk birikimin (accumulation primitive)’in ‘şiddet’i ile Dünya Ekonomisi’nin (Empire) şiddeti arasındaki ‘süreklilik’e vurgu yapmaktadırlar.
Bu ‘şiddet’, emeğin, özellikle de ücret-dışı emeğin (non-salarié) köleleştirilmesinden, doğal zenginliklerin talanına değin uzanmaktadır.
Ki, her ikisi de ‘yeniden üretilememek’tedirler.
İşte bu koşullarda, örneğin Türkiye gibi bir ‘Devlet’in, ‘yeni-kolonyalizm’ girişimlerinin, ‘ekonomik’ yani ‘parasal’ mı yoksa ‘ideolojik’ bir temele mi dayandığı sorusu sorulabilir.
Öncelikle ekonomi-dışı yani her türlü ‘şiddet’e dayanan bir yöntem olacağını söylemek bile fazla.
Sonra, bu girişimlerin kendisini ‘yeniden üretebileceği’ bir potansiyel taşıyıp taşımadığı sorusu gelecektir.
Ya da Nicos Polantzas, Henri Lefebre ya da E.P.Thomson’un deyişiyle yeni bir ‘formasyon’ oluşumuna yol açabilecek midir?
Çünkü bu yazarlarca, bu son tanımlama tam da ‘yeniden üretim’ kavramı karşılığı kullanılmaktadır.
Açıktır ki, ‘enerji yolları’ ya da benzer her hangi bir başka gerekçeye dayandırılırsa dayandırılsın, tamamen ‘ideolojik’ bir temele dayandığı ileri sürülebilecektir.
Başarı şansına gelince, şimdiden başarısız olacağı söylenebilir.
Kaldı ki, bu ‘ideolojik’ girişimin ‘patalojik’ sonuçlar doğuracağı da cabası olacaktır.
İşte ‘üretim ekonomisi’ diye çırpınan ekonomistlerin, hele ‘pür kapitalizm’ taraftarlarının, hâlâ ‘para’nın, ölçü birimi, dolanım, kredi ve değer saklama (thésaurisation) işlevlerine bakarak çözümleme yapmalarının, ‘ekonomik refleksivite’ bakımından ne denli eksik olduğu kolaylıkla ileri sürülebilir.
Bu parantezden sonra, ‘yeniden üretim’ ve ‘genişletilmiş yendien üretim’in, üst-yapıda nasıl işlediğine, başta eğitim/öğretim olmak üzere ‘ideolojik’ ve ‘kültürel’ biçimlenişine geçebiliriz.
(Sürecek)