EKONOMİNİN DİYALEKTİĞİ (III)
Diyalektik Maddecilik
Mantıksal ‘karşıtlık’ ile diyelektik ‘çelişki’ arasındaki ayırıma değinmiş bulunuyoruz.
Ekonomide ‘kullanım değeri’ ile ‘değişim değeri’ arasındaki ilişki, demek ki mantıksal ‘karşıtlık’ bağlamında ele alınamaz.
Çünkü bir malın ‘kullanım değeri’ üzerine karar verilmişse, ‘değişim değeri’ mantıksal olarak çürütülmüş (négation) olmaz, ama sadece reddedilmiş (renonciation) olur. Yani onu ortadan kaldırmış olmuyor.
Kaldı ki, ona yüklenen ‘değer’ değişmiyor, sadece öznenin ona yüklediği ‘yüklem’ değişmiş oluyor.
Ancak ve ne var ki, ‘değer’in bu ‘değişmeyen’ kısmının ne olduğunun belirlenmesi en büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor.
İşte arkaik ekonomi politik buna ‘fiyat’ diyerek sorunu çözmüş olduğunu ileri sürecektir.
İleride fiyat konusuna geleceğiz ama, burada en temel yöntembilimsel bir ilke olarak, ‘diyalektik mantık’ın, ‘formel mantık’ı, yoksaymadığı ama onu aştığını belirtmemiz gerekmektedir.
Tam da bu nedenle, toplumda ‘değerin dönüşüm süreci’ni birbaşına açıklayamayan formel mantık yerine, ‘maddi dönüşüm hareketi’yle bütünleştirilebilen diyalektik mantıktan yararlanmak gerekmektedir diyeceğiz.
Bu yöntembilimsel seçim, demek ki, araştırmacının ‘keyf’ine bağlı olmayıp, ‘bilimsel bir zorunluluk’ olarak kendisini dayatmaktadır.
Toplumsal ilişkilerin ‘fetişize’ edilmiş olduğunu söylemek, böylece, fiziksel parçacığın cisimsik ve dalga gibi iki niteliksel farklı yönü olduğunu söylemekle birdir: gerçek hali ve fetişize edilmiş hali.
Ki, bu da, ancak, ‘maddeci’ bir diyalektik mantıkla ele alınabilmektedir.
Öte yandan, ‘Kullanım değeri’ maddi bir ‘şey’ olmayıp, üretim ile tüketim arasında ‘aracı rolü’ oynayan ‘şey’lere yüklenen bir ‘işlev’i göstermektedir.
Daha doğrusu, aracı rolü oynayan o ‘şey’lere harcanmış ‘somut emek’i temsil etmektedir.
‘Değişim değeri’ ise iki ‘kullanım değeri’ arasındaki ilişkiyi kuran ‘soyut emek’i göstermektedir.
Örnek olsun, cebimizdeki on Tl ile bir şişe zemzem suyu almaya karar verdiğimizde, ‘para’dan vazgeçip, susuzluğumuzu gidermiş oluruz.
Günde yüz Tl kazandığımızı düşünecek olursak, somut emeğimizin günlük karşılığı olan ‘para’nın %10’unu, su satıcısının somut emeği ile şişe suyunun üretimindeki somut emeklerle değiştirmiş olduk.
İşte bu 10 Tl ile belki de yüzlerce kişinin ‘somut emekleri’ değiştirilmiş oldu.
Hesaplanamayacak kadar çok kişinin somut emeklerine ‘soyut emek’ demekten başka seçenek kalmamış gibidir.
Bu konuyu da açacağız, ama burada, iki malın ‘maddi hareketi’nin sözkonusu olduğunu söyleyelim: para gitmiş su gelmiştir.
Buna ‘değerlerin dönüşüm olasılığı’ diyelim.
Şimdilik ‘susuzluk isteği/gereksinmesi/tercihi’ gibi psiko-biyolojik güdüleri da bir kenara bırakıyoruz.
Ve ‘değerlerin devinimi’ni belirleyen asıl şeyin, toplumun ‘maddi yapısı’, yani işbölümü biçimi ve insanlar arasındaki güç ilişkilerinin ne olduğuna geliyoruz.
Kimin büroda çalışacağı, kimin su satacağı ya da ayakkabı boyayacağı falan.
Böylece toplumda bir gerçek karşıtlık (opposition réelle) olduğunu göreceğiz.
Öyle bir ‘karşıtlık’ ki, ‘mantıksal karşıtlık’la kesinlikle bir ilgisi bulunmamaktadır.
Ve bu nesnel gerçeklik, bu ‘maddî karşıtlık’, yineleyelim, ancak diyalektik mantıkla yaklaşıldığında anlaşılabilecektir.
Burada, bir başka önemli yöntembilimsel ilkeye dikkat etmek gerekmektedir.
O da, kimi vülger solcuların, bu ‘maddî karşıtlık’ ile ‘diyalektik çelişki’yi bir ve aynı şeymiş gibi görmeleridir.
Çünkü gerçekten, fetişize olmuş bir toplumda bu ikisi, genelde biribirine karışmış durumdadır.
Doğal bir eğilim olarak, ‘maddî karşıtlık’lar uzlaşmaş (antagoniste) ‘diyalektik çelişkiye’ dönüşeceklerdir, ama bu ikisinin de ‘aynı’ olduğu anlamına gelmez.
O zaman bu ayırımı ‘Emek/sermaye’ örneği üzerinden açıklamaya çalışalım.
(Sürecek)