EKONOMİNİN DİYALEKTİĞİ (V)
İdeolojinin rolü
Ekonomide ‘fetişizm’, değişim değerine yönelik bir ‘yanlış bilinç’ olarak tanımlanabilir.
Eğer ekonomi ‘alt-yapı’ ise, bilinç ya da yanlış bilinç ‘üst-yapı’da olacağı için, ekonomik fetişizmin, salt ‘ekonomi alanı’nda kalınarak açıklanamayacağı açıktır.
Kaldı ki, bu açıklama ‘ilişki’ (relation) temeline de oturtulamaz, ancak bağ (rapport) olarak ele alınması gerekmektedir.
Örneğin kişinin ‘para’sı ile olan ilişkisi, sıradan bir ilişki olmaktan öte, kedisi, köpeği hatta giderek eşi ya da çoluk-çocuğu ile olan bağa benzer ‘sahiplenme bağı’dır.
Gerçekte olmaması gereken, ama artık ‘ideolojik’ olarak belirlenmiş bir bağ.
XVIInci yüzyılda Fransızca’ya Portekizce’den (feitiço) geçen ‘fétiche’ sözcüğü, özde yapay (artificielle) veya sahte (artefact) ürün anlamında kullanılıyordu.
Ancak zamanla doğaüstü bir güç anlamı yüklenmeye başlandı.
Demek ki, örneğin insanın Tanrı ile bir ‘ilişki’si değil ama ’bağ’ının olabileceğinden hareketle, değişim değerini temsil eden ‘para’yla da insanlar böyle bir bağ kurdular denilebilir.
Az yukarıda, bu bağın ‘ideolojik’ olarak kurulmuş ya da belirlenmiş olduğunu söyledik.
Burada ‘ideoloji’yi, yanlış ya da sahte bilinç, yani bir ‘toplumsal mantık’ (logique sociale) olarak, ve doğası gereği, ama aynı zamanda, ‘toplumsal çelişkiyi çözen’ bir güç olarak kullandık.
Tam da bu nedenle, Jean Baudrillard, değeri salt değer olarak değil ama bir gösterge/değer (valuer/signe) olarak tanımlamakta.
İşte bu ‘gösterge/değer’ öylesine bir güç oluşturmaktadır ki, hem toplumsal farklılıklar yaratmakta ve hem de bu farklılıkların ‘çelişkisiz’ olduğunu sağlamaktadır.
Sıradan ekonomi kitaplarında sanat değeri yüksek bir tablonun değeri konusu psikolojik, estetik veya romantik bir konu olarak ‘ekonominin dışı’na taşınmaktadır.
Oysa, ideolojik indirgemecilik gerçekte bir toplumsal katmanlaşma, bir kastlaşmanın da önünü açmaktadır.
Örneğin, milyonlarca dolara satılan tablolar ya da benzer ‘açık artırma’larda ileri sürülen ‘para’lar ile onları ileri süren kesimlerin ‘para’ ile olan bağları, bu ideolojik indirgemecilik aracılığıyla sanki ‘ekonominin dışında’ imiş gibi görülebilmektedir.
Sandwiç alırken pazarlık eden bu kesimler, şu tabloyu aldı ‘desinler’ diye milyonları harcayabilmektedirler.
Burada ‘ekonomik değer’in yıkımından (destruction) sözedilebilir, ancak toplumsal bir ‘egemenlik’ ürettiği kolaylıkla ileri sürülebilir.
Buna Türkiye’de, banal bir yaklaşımla ‘itibardan tasarruf olmaz’ denilebilmiştir.
Oysa, bu bir ‘sınıf atlama’ veya bir ‘kastlmaşma’nın oluştuğunun kanıtıdır.
İşte burada, ‘ideoloji’ çelişkiyi kapatan bir ‘toplumsal mantık’ rolünü oynamaktadır.
Yine Baudrilard’a gönderme yapacak olursak, açık artırma örneğinde, tablonun artık bir ‘mal’ olmadığı ve değişim-değerinin de ‘sermayenin yeniden üretimi’ne girmediğini ama toplumsal bir gösterge (signe) oyunu sayesinde, bir toplumsal kast üretiminin aracı olduğunu söyleyebiliriz.
Kısaca, kapitalizm öncesi dönemin ‘aristokratik modeli’nin kapitalizmle birlikte aldığı yeni bir biçim sözkonusudur.
Burada ‘dinsel ideoloji’ ancak ve sadece ‘ikincil’ bir rol üstlenmektedir denilebilir.
O nedenle, Diyanet İşleri Başkanığı’na oturtulan kişi dahil, tüm diğer tarikatları ‘dinsel’ değil ama bu ‘ekonomik fetişizm’ bağlamında değerlendirmek gerekir.
Bu yanlış bilinç, sahte bilinç bağlamında.
Bu herşeyin açık ve çelişkisiz olduğu, ideolojik indirgemecilik bağlamında..
(Sürecek)