Bir tarafta “Sanayi Devrimini” yakalayamamış, “çöküş dönemi”ne girmiş ve “hasta adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti; diğer tarafta ise sömürgeciliği kendine yol edinmiş Batılı devletler... “Fransız Devrimi” ile dünyanın gündemine oturmuş milliyetçilik akımları ve azınlık isyanlarına karşın birçok azınlığı içinde barındıran; “ulus devlet” yapısından çok uzak olan Osmanlı Devleti... İşte “Ermeni Sorunu”nun ortaya çıktığı dönemin “dünya düzeni” bundan ibaretti. Osmanlı, Batı'nın gözünde “topraklarına el konulması gereken hasta adam”dı. Batı'nın “böl, parçala, yok et” politikası ise çok uluslu yapıya sahip Osmanlı'yı bölmek için birebirdi.
Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletlerin, Osmanlı üzerindeki hedeflerini gerçekleştirebilmek için Ermenileri isyana teşvik etmeleri ve desteklemeleriyle sunî bir “Ermeni Sorunu” tarih sahnesinde baş göstermiş oldu.
Emperyalist Çıkarlar Doğrultusunda “Ermeni Sorunu”nun Ortaya Çıkışı
Fransa, Anadolu'da kurmak istediği ekonomik nüfuzu sağlayabilmek; ayrıca Akdeniz ve Ortadoğu'da denge politikası uygulayabilmek amacıyla Ermenileri aracı olarak kullanan ve uzun yıllar sunî bir “Ermeni Sorunu” yaratarak kontrol altında tutan ilk devlettir.
Çar I. Petro devrinden itibaren “sıcak denizlere inme” politikasını millî bir mesele haline getiren Rusya, Osmanlı'ya müdahale etmenin en etkili yolunu Ermenilerden geçer bulmuştur. Bu politikasını uygulayabilmek için Balkanlarda konsolosluklar kurmuş ve burada yaşayan azınlıkları Osmanlı'ya karşı teşkilatlandırmış; propagandalarla bölücülük zehrini zihinlere yerleştirmiştir.
İngiltere, her ne kadar önceleri Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü savunsa da Avrupa ve Asya'da meydana gelen gelişmelerle bu politikasından vazgeçmiştir. Osmanlı Devleti'ni parçalama ve bu devlet üzerinde kendisine bağlı ulusal devletler kurma siyasetini gütmeye başlamış ve tıpkı Fransa ve Rusya gibi İngiltere de amaçlarına ulaşmak için Ermenileri kullanma yolunu seçmiştir.
Yani, “Ermeni Sorunu” emperyalistlerin Osmanlı toprakları üzerindeki hedeflerini gerçekleştirebilmek için “Ermenileri aracı olarak kullanma” düşünceleriyle başlatılmış, temeli sömürgecilerin çıkarlarına dayanan sunî bir sorun olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalan Ayastefanos Anlaşması, Avrupalı devletler tarafından kabul edilmeyince imzalanan Berlin Anlaşması'yla Ermeni sorunu iki yönde gelişti. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı Devleti'nin üzerinde baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise çeşitli yerlerde yaşayan Ermenilerin başta Doğu Anadolu olmak üzere Anadolu'nun çeşitli yerlerinde örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır. 1887'de İngiltere'nin desteği ile Cenevre'de sosyalist eğilimli Hınçak; 1890'da ise Rusya'nın desteğiyle Tiflis'te terör, isyan ve bölücülük yanlısı Taşnak Komitelerinin kurulması sömürgecilerin Ermeni sorununun körüklenmesi için attıkları en büyük adımdır. Çünkü Ermeni isyanlarında en büyük kıyımı bu komiteler yapmıştır.
İsyan, İhanet ve Tehcir
Hınçak mensuplarının girişimiyle başlatılan ayaklanmaları, Taşnak komitelerinin başlattığı isyanlar izlemiş ve bu isyanlar sonucunda Ermeniler arasında bölücülük fikri giderek yayılmaya başlamış yani Batı yavaş yavaş amacına ulaşma yolunda ilerlemiştir. 1890'da Erzurum isyanı ile başlayan isyanları; Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon olayları; Sasun, Zeytun ve Van isyanları, Osmanlı Bankası'nın işgali ve Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi gibi olaylar izlemiştir. Osmanlı bu olaylar karşısında her devletin yapacağı şeyi yapmış ve isyanları bastırmıştır. Ne var ki isyanların bastırılması, dünya kamuoyuna “katliam” şeklinde yansıtılmıştır. Batı, iki yüzlüdür ve işine geldiği gibi davranır. Nasıl ki bugün taraflı haberler yayarak kendi propagandasını yapıyorsa yüz yıl önce de aynısını yapmış ve tek taraflı haberlerle isyanlar sonucu Ermeniler tarafından öldürülen masum insanları yok saymış ve Ermenilerin barbarca kıyımlar yaptığı isyanların bastırılmasını ise “katliam” olarak yansıtmaya çalışmıştır.
Önceleri savaşa katılmama kararı almış olsa da kendini Birinci Dünya Savaşı'nda bulan Osmanlı Devleti'nin seferberlik ilân etmesiyle Ermeni sorunu yeni bir boyut kazanmış ve Ermeniler bağımsızlık kazanabilmek için istedikleri ortamı bulmuşlardır. Her ne kadar seferberlik öncesinde toplanan Ermeni komiteleri( Hınçak, Taşnak, Ramgavar vb.) Osmanlı'nın savaşa katılması halinde, Osmanlı'ya bağlı kalacaklarını söyleseler de bunlar sadece devletin kuşkulanmaması için alınmış, aldatıcı kararlardı. Zirâ savaş öncesi bağımsızlık için isyanlar çıkaran, masum insanları öldüren Batı destekli Ermeni komitelerinin savaş sırasında Osmanlı'ya sadık kalması beklenemezdi. Öyle de olmuştur zaten, seferberliğin ilanından çok kısa bir süre sonra ilk olarak Zeytun'da başlayan Ermeni olayları giderek yayılmış ve Ermeniler oluşturdukları çetelerle çok sayıda kişiyi katletmişlerdir. Ermeniler, çeteler halinde, aktif gücü savaşta olan köylere, şehirlere saldırarak; evleri, tarla ve bahçeleri yakıp kadın, çocuk, yaşlı demeden yüz binlerce insanı katletmişlerdir. Cepheden dönen yaralı ve hasta askerlere saldırıp öldürmüşlerdir. Zâten birçok cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı bir de içten ihanete uğramıştır. Tüm bunlara rağmen, hemen tehcir kararı alınmamış, bunun yerine bir takım önlemler alarak isyan ve katliamların önüne geçilmeye çalışılmıştır. İsyan tahrikinde bulunan gazete ve dergiler kapatılmış, yurt dışından gelenlerin ülke içine girişi engellenmiştir. Enver Paşa'nın imzasıyla bir tamim yayınlanmış ve Ermeni çetelerine mensup kişileri yakalayıp hükümete teslim edenlere bir liradan az olmamak şartıyla ödül verileceği, duyurulmuştur. Ermeni asker ve jandarmalar silahtan arındırılıp yol yapımında istihdam edilmiştir.
24 Nisan 1915'te ise bu konuda en önemli adım atılmıştır. Ermeni komitelerinin vilayetlerdeki şubelerinin kapatılması, şubelerde bulunan evrakların imha edilmesine izin vermeden ele geçirilmesi, komite başkan ve üyelerinin tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu karara göre 245 kişi tutuklanmıştır. Bu tedbir Ermenilerin masum insanları katletmesini önlemek ve savaşta olan Osmanlı'nın içten ihanete uğramasını engellemek için alınmış olmasına rağmen Ermeniler tarafından “Soykırım Günü” olarak anılıyor. Yani, Ermenilerin her yıl “Soykırım Günü” diyerek andıkları gün, eli kanlı Ermeni çetelerinin yaptıkları katliamları önlemek için tutuklanmasından ibaret...
Ne yazık ki alınan önlemler kesin çözüm getirmemiş ve Ermenilerin sebep oldukları isyanlar artarak devam etmiştir. Van'daki isyanın büyümesi şehrin elden çıkmasına sebep olmuştur. Bir taraftan cephelerde savaşan Osmanlı, bir taraftan da isyanı bastırmaya çalışmış çoğu zaman iki ateş arasında kalmıştır.
Osmanlı, yıllarca Ermeni isyanları ile mücadele etmiş, Cihan Harbi'nin başlamasıyla ihanete uğramış ve iki ateş arasında kalmıştır. Bir yandan Çanakkale'de bir ölüm kalım savaşı verirken bir taraftan da isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Aynı zamanda yüz binlerce vatandaşı Ermeniler tarafından katledilmiştir. Alınan tüm tedbirlere rağmen bitmek bilmeyen Ermeni isyanları ve Ermeniler tarafından Türklere yapılan katliamlar tehcir kararının alınmasına sebep olmuştur. Yani, isyan ve ihanet tehciri kaçınılmaz kılmıştır. 27 Mayıs 1915'te, Padişah Mehmet Reşad, Sadrazam Sait Halim Paşa ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın imzalarıyla “Tehcir Kanunu” onaylanmıştır. Ve “zorunlu göç” anlamına gelen tehcir kararı uygulamaya konulmuştur.
“Soykırım” iddiaları hakkında en çok istismar edilen konu şüphesiz ki tehcir öncesi Ermeni nüfusu ve tehcir edilen kişi sayısıdır. Osmanlı istatistiklerine göre Ermeni nüfusu yaklaşık 1.250.000 kişidir ve birçok yabancı kaynak da bu sayıyı desteklemektedir. Tehcir edilen kişi sayısı ise 500.000 civarıdır.
Tehcir “Soykırım” mıdır?
“Soykırım” kavramı, 1948 tarihli “BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” ile tanımlanmıştır. Türkiye de bu sözleşmeyi 23.03.1950 tarih ve 5630 sayılı kanunla(hiçbir çekince koymaksızın) onaylamıştır. Birleşmiş Milletler kararına göre bir olayın “soykırım” olarak kabul edilmesi için: Bir etnik veya dini gruba karşı resmi devlet politikası olarak katliam yapılması, katliamın bir defa değil sürekli yapılması ve bu katliamın tek bir yerde değil tüm ülke çapında yapılması gerekir. Bu tanımlama çerçevesinde düşünülürse 1915 olayları asla bir “soykırım” olarak nitelendirilemez. Zira tehcire tabi tutulan Ermeniler, tehcir sırasında taciz olunursa bunu yapanların ve görevini ihmal eden devlet görevlilerinin Divan-ı Harp'te yargılanacağı kararlaştırılmıştır. Sonraki yıllarda ise Nemrut Mustafa Paşa huzurunda birçok devlet memuru haksız yere yargılanmış ve kimileri idam edilmişir. Bunun dışında Talat Paşa'nın emriyle yargılanıp cezalandırılanlar da olmuştur. Yani, devlet suçlu bulduğu kişileri kendi eliyle cezalandırmıştır. Dolayısıyla devletin yok etme kastının olmadığının en önemli delillerinden biri budur. Ayrıca bütün Ermeniler tehcire tabi tutulmamıştır. Nitekim illere gönderilen telgraflarda hasta, âmâ, sakat ve yaşlıların sevk edilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri istenmiştir. Buradan da anlaşıldığı üzere tehcir kararının verilişindeki sebep Ermeni nüfusunu bilinçli bir şekilde yok etmek değil; isyan çıkararak masum insanları katleden ve savaş sırasında devleti zor durumda bırakan kişilerin bu hareketlerini önlemekti.
“Soykırım”ı dayatmaya çalışanlar iki kitabı kaynak gösteriyor. Bunlardan biri, Büyükelçi Henry Morgenthau'nun anıları; diğeri ise James Bryce ile Arnold Toynbee'nin yazdıkları ünlü “Mavi Kitap”tır. Morgenthau'nun kitabı hakkındaki en önemli iddia, kendisi tarafından değil de Ermeni sekreterleri tarafından yazıldığıdır. Ayrıca, Morgenthau'nun kitabındaki bilgilerle aynı dönemdeki Amerikan konsoloslarının raporları bile birbirini tutmamakta ve verdiği sayıların son derece abartılı olduğu görünmektedir. “Mavi Kitap” ise İngiltere'nin “Wellington House” adıyla bilinen propaganda bürosu tarafından yazdırılmıştır. Kitabın yazarlarından biri olan Toynbee, Wellington House'un maaşlı memurudur ve “tarihçi” kimliğini bir tarafa bırakarak kendisinden istendiği gibi, tarihi çarpıtarak bir “tarih kitabı” değil; propaganda kitabı yazmıştır. Sonuç olarak bu iki kitabın da güvenilir kaynaklar olmadığı ortadadır.
Eğer Osmanlı Devleti, Ermenileri soykırıma uğratmak isteseydi bunu “tehcir” gibi maliyeti yüksek bir yola başvurarak yapmaz; asimilasyon uygular ya da savaşı bahane ederek bunu kolayca yapardı. Kaldı ki Ermeniler, Rusların Ahiska Türklerine yaptıkları gibi iki saat içinde tren vagonlarına doldurularak, gidecekleri yere kadar aşağı dahi inmemek koşulu ile kapalı tren vagonlarında sürgün edilmedi. Tehcir, yıllarca süren isyanın ve ihanetin sonucuydu. Ve asla “soykırım” amaçlı olduğu iddia edilemez.
Türkler Neden “Soykırım” ile Suçlanıyor?
“Ermeni sorunu” hukuki bir mesele değil; siyasi bir meseledir. Çünkü tarihsel süreçte ortaya çıkışı bile emperyalist çıkarlara dayanmaktadır. Dün, Ermenileri kullanarak Osmanlı'nın iç işlerine karışmayı ve Osmanlı topraklarının parçalanmasını hedefleyen Batı, bugün “Türkler soykırım yaptı.” diyerek Ermenileri yine kendi siyasi çıkarları için kullanmaya çalışıyor. Artık şunu çok iyi anlamak gerek ki; Ermeniler, Batı'nın umrunda bile değildir. Batı, kendi çıkarları için Ermenilere “bağımsızlık” vaat ederek ayaklandırdı ve sadece 1915 öncesinde değil Kurtuluş Savaşı'nda da kendi çıkarları için kullandı. Ermeniler başka devletlerin üniformaları altında öldü ve öldürdü. Fransa, Antep'i işgal ettiğinde askeri varlığın yarısı Ermenilerden oluşuyordu; sadece Rus ordusunda ise Rusların kendi kaynaklarına göre 180.000 Ermeni vardı.
“İnsan hakları”, “demokrasi” ve “düşünce özgürlüğü” gibi kavramların içini boşaltıp kendine kalkan yapmayı çok iyi beceren Batı, konu kendi geçmişi olduğunda yaptığı propagandalarla gerçeklerin üstünü örtmek için çabalıyor. Türklerin “soykırım” yaptığını belgeleyemezken, bu konuda hiçbir belgeyi delil olarak kullanamazken “Soykırım yoktur.” demeyi yasaklamaya çalışarak kendi ürettiği yalan tarihi dayatmaya çalışıyor. İşte, Batı'nın “düşünce özgürlüğü” bundan ibarettir...
Bugün Türklerin “soykırım” ile suçlanması tamamen siyasi sebeplere dayanmaktadır. Ermeniler, Türkiye topraklarının bir kısmını da içine alan bir bölgeyi “tarihsel Ermeni toprakları” olarak görmektedir ve bugün de o toprakları Ermenistan toprakları içine katmayı “milli mesele” haline getirmişlerdir; “soykırım” suçlamalarının ardında yatan siyasi hedef de budur. Türkiye “soykırım” iddialarını kabul ederse Ermeniler tazminat isteme hakkı bulacak ve bu toprak talebine kadar gidecektir. Bize “soykırım” suçlamalarının dayatılmasının sebebi de budur.
Sonuç Yerine: Dün, Bugün ve Gelecek
Kendi tarihleri katliamlarla dolu olanlar, bugün bizi “soykırım” ile suçluyor. Batı güdümlü birtakım “aydın”larımız da başlattıkları “özür” kampanyalarıyla bu yalana ortak oluyor. Neymiş efendim, bir aydının görevi imiş bir milleti geçmişi ile yüzleştirmek... Hiçbir delil, hiçbir belge göstermeden “soykırım” yaptığımızı iddia edip; özür dilememiz gerektiğini söylüyorlar. Ermeniler, yüz binlerce Türk'ü akıl almaz işkencelerle öldürdüğü ve bu birçok belgede de yer almasına rağmen, “Türkleri katlettik, özür dileyip tarihimizle yüzleşmeliyiz.” diyen tek bir Ermeni aydını duymadım. Ermeni halkının “aydın”ı yok galiba(!) “İnsan hakları” diyerek bizleri “soykırım” ile suçlayanların ağzından Balkanlarda katledilen milyonlarca Türk'ü duyamazsınız, Ermeniler tarafından işkenceyle öldürülen yüz binlerce Türk'ü de. Vanlı Derviş Dede'nin gözleri önünde tecavüze uğrayan kızlarının dramını yazmaz onların kalemleri, Ermeniler tarafından; ekmek pişirilen tandırlarda çocukları pişirilerek önlerine getirilen annelerin dramını da... “Ermeniler soykırıma uğramıştır, artık tarihimizle yüzleşelim.” derler de sıra gerçek bir katliam olan Hocalı'ya gelince kör, sağır, dilsiz oluverirler...
Unutmayınız ki kendi halkının yanında olması gerekirken, halkına sırt dönmüş olan bu sözde “aydın”lar bu milletin omuzlarında yükselerek bir yerlere gelmiştir. Ve onlara, yaptıkları ihanet karşısında en güzel cevabı verecek olan da yine bu halktır.
Bizler artık suçlanan taraf olmaktan kurtulmak için harekete geçmeli ve bu konuda ciddi adımlar atmalıyız. Bizim arşiv belgelerimiz açıktır ve belgelerimiz de ortadadır. Bu belgelerde nüfus sayısından, tehcir edilen kişi sayısına kadar her şey açıkça yer almaktadır. “Soykırım”a uğradıklarını iddia eden Ermenilerin ise arşivleri kapalıdır. Bu konuda Ermenilere baskı yapılmalı ve arşivlerin açılması istenmelidir. Ya bu konuda ciddi adımlar atıp kendimizi uluslararası alanda da savunacağız ya da her 24 Nisan'dan önce “Acaba bu yıl ne diyecek; 'soykırım' mı, yoksa 'büyük felaket' mi?” diye birilerinin ağzına bakmaya devam edeceğiz...
Kaynakça:
Tarih Gelecektir, Yusuf Halaçoğlu
Tarihimizle Yüzleşmek, Emre Kongar
Ermeni İddiaları ve Gerçekleri, Prof. Dr. İsmail Özçelik
Arşiv Belgeleriyle Tehcir Ermeni İddiaları ve Gerçekleri, Necdet Sevinç
http://www.ermenisorunu.gen.tr/