ENTELLEKTÜEL DÜZEY ÜZERİNE
Şu son günlerdeki tartışmalar, Türkiye’deki entellektüel ‘düzey sorunu’nu daha net bir biçimde ortaya çıkarmış bulunyor.
Felsefî bir terim olan düzey (niveau) yerine, yanlış bir biçimde kullanılan düzlem (platforme) terimi, zaten bir ‘düzeysizlik’ örneği olarak önümüzde durmakta.
Platform (ki Fransızca’da plate-formes olarak da yazılabilmketedir) üzerine formun oturduğu zemin demek.
Uni-forme’da olduğu gibi tek-biçim yerine, bu zemin üzerinde çoklu biçimler yeralabilmekte.
Türkiye’deki düzlemciler, üzerinde yeralacak çeşitli biçimleri (kimi zaman kanı, görüş, kuram vb) güya düz bir zemine oturtuklarını düşünmektedirler: kuramsal düzlemde, stratejik düzlemde vb.
Oysa Henri Guitton, örneğin -Kuramsal düzey, -sanatsal düzey, öğretisel düzey ve politik düzeyler ayırımı yapmaktadır.
Kaldı ki, salt kuramsal düzeyde kalınsa bile; bu kez, tüm sistemi kapsayan ‘genel kuram düzeyi’, belli varsayımlara dayanan ‘pür kuram düzeyi’, belli bir tarihsel döneme özgü ‘yapısal düzey’ler gibi ‘soyutlama düzeyleri’ de var.
Sözün kısası, bu felsefî/bilimsel ‘düzey’ yerine, şimdi sözünü edeceğimiz ‘Türk entellektüelleri’, ‘düzlem’ demekle, özde kendi ‘düzeysizlikleri’ni ortaya koymuş oluyorlar.
Bunların ‘gerçek’ dedikleri, William James’in dediği gibi, kendi inandıklarını tanımlayıp ortaya koyabilmek için onları destekleyecek şeylere verdikleri isim oluyor.
Burada kalsa iyi.
1900’lerin başındaki ‘teknik sıçrama’ya ek olarak, 1930-1970 döneminde, istatisksel yöntemlerde ikinci bir ‘teknik’ sıçrama gerçekleşiyor ve Amerika’da ‘kuramsız ölçme’ye dayanan bir ‘tutum’ belirleniyor.
‘Ekonomi’de o çok bildiğimiz, şekiller, grafikler, endekslerin çoğu bu ‘kuramsız ölçme’nin ürünleri.
Ekonomide öyle de genel olarak toplumbiliminde böyle değil mi?
Dahası ‘askerlik’te de, ne yazık ki, böyle.
Şimdi şu Suriye’den gelen ölüm haberlerine bakalım.
Eğer ölenler ‘asker’ ise, zaten doğrudan ‘şehit’ oluyorlar.
Yurt savunması, bayrak taşınması bir yana, bizde genel olarak ‘kamusal görev’ yapan bir kişi ‘görev başında’ ölürse, genel kanı olarak ‘şehit’ sayılmakta.
Ve ne kadar çok ‘şehit’ olursa, o kadar çok ‘yurtseverlik duygusu’ kabarmakta.
Kuşkusuz ardından, ‘misliyle mukabele’ geliyor gündeme.
Bir tür ‘kan davası’.
Sorumlu da, doğal olarak, kim vurmuşsa o oluyor.
‘Esed’ ya da ‘Putin’ örneğin.
Bir üst düzeyde, Suriye, Rusya ve yarın büyük olaslıkla İran ‘sorumlu’ olacak.
İşte bu yaklaşım, bir ‘düzlemci bakış’, bir ‘kuramsız ölçme’ yaklaşımıdır diyeceğim.
Siz, bu kuramsız ölçmenize, ne kadar tarihsel bilgi ne kadar bilinçaltı duygularınızı eklerseniz ekleyin, buradan somut ‘bilimsel çözümleme’ çıkmaz.
Yukarıda değinildiği üzere, “kendi inandıklarınızı tanımlayıp ortaya koyabilmek için onları destekleyecek kanıtlar üretmek”ten öte bir şey yapmamış olursunuz.
Kuşkusuz bu da ‘benim görüşüm’ diyerek ayrıca övünebilirsiniz.
Ancak ve ne var ki, bu askerlerin, kendi ülke toprakları dışında, hangi ‘kamu görevi’ni yerine getirmek için bulundukları sorusu yanıtsız kalacaktır, bu bir.
Sonra, bu askerlerin sözde ‘başkomutanı’, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hükümlerine göre, ‘İrticai eylemlerin odağı’ olmak suçundan ‘mahkûm’ olmuş mudur olmamış mıdır? Bu da iki.
Devlet Başkanlığı seçimi ‘şaibeli’ midir değil midir? Eder üç.
Dördüncüsü, sadece askerî değil ama ekonomik, politik, sanatsal ve diplomatik alanlarda, her karar ve eylemi, anayasaya ve yasalara ‘aykırı’ mıdır değil midir?
Beşincisi, bu ‘aykırılıklar’ hem ‘hukuk dışı’ ve çoğu kez ‘yasa dışı’ olarak saptanmakta değil midirler?
Sorular uzatılabilir ve bu bağlamda sorulacak hiçbir soruya ‘ussal bir yanıt’ verilemeyeceğini, değil ‘entellektüel’ler ama sıradan yurttaşların çoğunluğu da kabul edeceklerdir, ki buna da altı diyelim.
O halde, altı, yani ‘plate-forme’mun ‘plate’ı bu sayılanlar olursa, bu altlığın üzerine siz hangi biçimi (forme) koyarsanız koyun, ‘biçimsiz’ (informe) kalacaktır.
Nitekim, Türkiye’de şu son günlerde yapılan ‘savaş/şehit’ yorumlarının, tümü, ve hatta büsbütünü bir ‘biçimsizlik’, bir ‘kuramsızlık’, kısaca bir ‘düzeysizlik’ örneği olarak sürdürülmektedir.
Daha öncekiler ‘düzeyli’ miydi ki diye sorulabilir.
Hayır, diyeceğim, onlar da ‘düzlemci’ idiler.
Dümdüz.
Ve boş!