Erbakan Hoca'nın bütün suçu 'yerli' ve 'milli' olması mıydı?
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan bir partide üst düzey görev yapan iki zata yapılan iki farklı muamele, bir taraftan Türkiyedeki adalet sisteminin nasıl işlediğini ortaya koyarken, aynı zamanda geleceğe de ışık tutuyor.
Birinin sıfatı Genel Başkan idi.
Diğerinin ise Genel Başkan Yardımcısı.
Biri, kararların alınmasında belki en üst merci olarak görev yapıyordu.
Diğeri ise, hem o kararların hazırlık aşamasında, hem alınma aşamasında bizzat hazır bulunuyor, hem de uygulama aşamasında birinci dereceden vazife ifa ediyordu.
Alınan kararlardan dolayı hem parti teşkilatına, hem yargıya, hem de kamuoyuna karşı en az Biri kadar Diğeri de sorumluydu.
Ama aralarında maya farkı vardı.
Fark, Anayasa Mahkemesinin partileri hakkında aldığı kapatma kararının ardından iyice belirginleşti.
Birine beş yıllık siyaset yasağı getirildi.
Diğerine, Yola devam komutu verildi.
Biri, kaderine boyun eğip köşesine çekildi.
Diğeri el altından 28 Şubat kararlarına yeterince direnemedi şeklinde söylentiler yayarak, onun yerine genel başkan adayı oldu.
Kıl payıyla kaybetti.
* * *
Derken kayıp trilyon meselesi patlak verdi.
Maliye Bakanlığı, kapatılan partinin yönetimine bir yazı göndererek, 1997 yılında yapılan Hazine yardımının iade edilmesini istedi.
Ancak, paraların parti teşkilatlarına gönderilerek seçim için harcandığını öne süren parti yöneticileri, iade talebini geri çevirdiler.
Müfettişler tarafından yapılan incelemeler sonunda, yaklaşık 1 milyon YTLnin sahte belgeler ile harcanmış gibi gösterildiği iddiası ortaya atıldı.
Yargıtay Başsavcılığının suç duyurusu üzerine harcamalardan sorumlu yöneticiler hakkında dava açıldı.
Biri, siyasi yasağından dolayı milletvekili dokunulmazlığına sahip olmadığı için yargılandı.
Özel belgede sahtecilik suçundan tam 2 yıl, 4 ay hapis cezasına mahkûm edildi.
Çaldığı bütün bütün kapılar birer birer yüzüne kapandı, aldığı raporlar herhangi bir işe yaramadı.
Gerçi, yaş haddinden dolayı cezaevine girmedi, ama ne fark eder ki?
Ömrünün ahirinde ev gözetimine alındı, bütün malvarlığına, hatta ve hatta emekli maaşına dahi haciz konuldu.
Diğeri, üzerinde milletvekili dokunulmazlığı zırhı bulunduğu için yargılanmaktan kurtuldu.
Hakkındaki dosya geçici olarak rafa kaldırıldı.
* * *
Eğer ortada herhangi bir suç varsa, o suçu işleyen herkesin tarafsız yargı karşısında eşit muamele görmesi gerekmez mi?
Demek ki gerekmiyor.
Biri, yüz kızartıcı bir suçtan dolayı ceza aldığı için ömür boyu siyasetten ötelendi.
Diğeri, hiçbir şey olmamış gibi siyaset merdivenlerini hızla tırmanmaya devam etti.
Türk milleti çıkarılan suni krizler ile dize getirildikten sonra, okyanus ötesi memorandumlar ile şekillendirilip kurtarıcı hesabından tedavüle sokulan yeni partide ikinci adam koltuğuna oturdu.
Vekaleten başbakanlık yaptığı dönemde ABD ve AB ile çok gizli anlaşmalara imza attı.
Türkiyenin en düşük profilli Dışişleri Bakanı sıfatı ile tarihin sayfaları arasında yerini aldı.
ABden müzakere tarihi almak için önüne konulan bütün talimatlara boyun eğdi, Annan planı oyunları ile Kıbrısın Rum Kesimine teslim edilmesine, Irakın kuzeyinde kukla bir Yahudi/Kürt Devletinin kurulmasına göz yumdu.
Kırmızı çizgilerin ayak altına alınmasına ses çıkarmadı, askerin başına çuval geçirilmesini bile gülücükler ile geçiştirmeyi başardı.
Ve sonunda Dindar Cumhurbaşkanı söylemi eşliğinde gözünü Başkomutanlık makamına dikti.
O, şimdi Çankayada oturuyor.
* * *
Hey gidinin çarpık adaleti hey!..
Ortadaki çifte standart, adalet sisteminin ne kadar bağımsız, ne kadar tarafsız, ne kadar adil işlediğinin çok açık bir delilidir.
Diğeri için ortada bir suç yokmuş meğer.
O halde Birinin günahı neydi peki?
Amerikan karşıtı görünmesi miydi?
Yerli ve milli olması mıydı?
Birinin saf dışı bırakılması, diğerinin önünün açılması için miydi?
Kaynak