Erdoğan'a suikastla suçlanan askerle buluşma
“Kerkük’ün zindanına attılar beni" diye haykırıyoruz. “Ne suçum ne günahım yaktılar meni” diyoruz. Çığlığın sahibini düşünmüyoruz. Bizim İslamcıların ümmetinden, bizim milliyetçilerin milliyetinden saymadıkları Türkmenlerin Irak’ta çektikleri çileleri anlatıyor.
Karşımda yıllarını zindanlarda geçirmiş bir Türk subayı oturuyor. Ömrünün dikenleri birer çizgi olmuş da yüzüne yansımış gibi. Kerkük’te Türkmen köyünde oturduğu yokluk içindeki yer sofrasını anlatıyor. Yemek olarak yalnız aşure var. Yemekte aşure olur mu? Çiğnerken içinden et çıkıyor. Bir gelenek, etler kurutulduktan sonra, değerli misafirlere aşure içinde ikram ediliyor. Yoksulluk yalnız bu lükse izin veriyor.
Elini masaya koyuyor. Avucunun içinde sanki bir harita varmış gibi diğer elinin parmağıyla Kuzey Irak’ta yaşadıklarını yer göstererek anlatıyor. Patlayan bombaları ya da yaşanan katliamları orada işaretliyor. Ben görmüyorum, ama o görüyor. Avucunun içi gibi bilmenin ne demek olduğunu şimdi anlıyorum.
Şüpheli polisler karşımızda
Onun adı Murat Eren. 2006 yılına kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda Pilot Yüzbaşı olarak görev yaptı. Üzerindeki üniforma onu kimi sarp dağlara, kimi uzak düzlüklere götürdü. Ölümü hep yakınında bir ihtimal olarak taşıdı. Ama onu vuran kurşun sırtından girdi.
18 Mayıs 2006’da Amasya’nın Merzifon ilçesinde bir internet kafeden gönderilen isimsiz ihbar mektubuyla hayatı değişti. İhbarcı, kumpaslarda alıştığımız gibi adını yazmamıştı. Dalga geçer gibi kendisine bir rumuz bulmuştu: Vatansever.
Ne garip, ihbar postasından kısa süre önce gittiği benzin istasyonunda Fethullahçı bir polisle kavga etmişti. Tartışmanın sonu Eren’in Fethullah Gülen’e küfür etmesiyle bitmişti. O gün tartıştığı polis, Eren’in karşısına gözaltındayken Terörle Mücadele Şube Müdürü olarak çıkacaktı.
İhbar postasıyla başlayan soruşturma ve ardından yapılan operasyon, kumpas halkalarının ilkiydi. Henüz Ergenekon davaları başlamadan, 30 Mayıs 2006’da evi basıldı. Fethullahçıların “eliyle koymuş gibi” bulduğu dijital delillerle suçlandı.
Tesadüf değil, Eren’in suçlandığı CD üzerinde ilk incelemeyi yapan, Ergenekon kumpasının meşhur 51 No’lu DVD’sini “çıkaran”, avukat Serdar Öztürk’ün ofisinde “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nı “bulan” kişi aynıydı: Başkomiser Mehmet Yayla.
Erdoğan’a suikast senaryoları
Murat Eren, “Atabeyler örgütü” denilen uydurma yapının parçası olmakla suçlandı. En ağır itham o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan’a suikast iddiasıydı.
“Suikast” sihirli bir kelimeydi. 2006 ile 2014 aralığında yaşadığımız senaryo hep aynıydı. Erdoğan’a birileri hep sözde suikast yapmaya çalışıyordu. İnanırsanız, Fethullahçı polisler suikastları son anda önlüyordu!
TRT’de bir dönem Fethullahçı polisler tarafından hazırlanan Büyük Takip programında Erdoğan’ın Atatürk ve Abdülhamit’ten sonra en çok suikast planının hedefinde olan lider olduğu anlatılmıştı. Sabah gazetesinin 25 Ocak 2014 tarihli haberine göreyse 2002’den o güne Erdoğan’a yönelik tam 342 suikast girişimi boşa çıkarılmıştı.
Fethullahçılar, “yaşanmamış suikast”ların altında hep “Ergenekon” buluyorlardı. O dönem, İstanbul Emniyeti “Erdoğan’a suikast girişimleri listesi” hazırlamış ve Silivri’deki davaya göndermişti. 2005-2008 arasında Erdoğan’a tam 36 suikast girişimini önlediklerini anlatıyorlardı. Nasıl oluyorsa, bu suikastlar filmlerde olduğu gibi birinin kurşunların önüne atlamasıyla değil, “isimsiz ihbar mektupları” ile ortaya çıkıyordu.
F tipi “Erdoğan’a suikast senaryoları” hiç kanıtlanamadı. Nitekim Murat Eren de yargının halen FETÖ’nün kontrolünde olduğu 2012 yılında suikast ve örgüt suçlarından beraat etti.
Proje belliydi. “Erdoğan öldürülecek” senaryosu Fethullahçıların devlete yerleşmesine ve ilerlemesine yaratılmış bir gerekçeydi. İşin ilginci, 15 Temmuz’da canlı canlı izlediğimiz Erdoğan’a suikast girişimini, dün “Erdoğan suikastı senaryosu” sayesinde devletin kalelerini zaptedenler yapmıştı.
Kendi çilelerini anlatmıyor
Filmin sonu belli oldu. 13 yıl sonra artık herkes görüyor.
Ama şarkıdaki “elbet bir gün güler bize seneler” denilen umut gerçekleşmedi.
Murat Eren, 2006’da henüz hakkında mahkeme kararı yokken YAŞ’ta bazı komutanların itirazlarına rağmen askerlikten atılmıştı. Kumpaslarda ilk hapsedilen askerdi. 3 kez tutuklanıp bırakıldı, toplam 4 yıl hapis yattı. Kimileri için çabuk gelen adalet ona halen uğramadı. Atabeyler kumpasını yaratan polisler, savcılar, hâkimler bugün FETÖ’den cezalandırılıyor. Ancak Murat Eren’in 13 yıla yayılan davası, hakkında verilen yeniden yargılama kararlarına rağmen bitmedi. Hapiste kırılan bacağını, hastane yolunda kelepçe takmayı reddettiği için kendisinin kaynattığını biliyordum. Cezaevinde onuruna yediremediği muameleye karşı çıktığı için yediği dayağı öğrenmiştim.
Hapisten çıkınca sokakta çay satarak ailesini geçindirdiğini, zemheri ayazında kar maskesiyle yakacak bir şey arayarak evini ısıtmak zorunda kaldığını duymuştum. O günlerde ekmek parası için çırpınan Murat Eren’i görünce yolunu değiştiren komutanlardan haberdardım.
Sordum, ama bunları anlatmadı. “Benim davam Murat Eren davası değil. Ben Türk subayıyım. Üniformamın onurunu üstüme giymesem de korurum” diyordu. Çektiği çileleri konuşmak istemiyordu. Tek isteği halen üstünde bir hayal gibi taşıdığı üniformayı yeniden giymekti.
13 yıldır üzerine atılan lekeyi temizlemek için mücadele eden Murat Eren için yarın karar günü. Kalan iki davasından birinin belki de son duruşması olacak. Adliyenin mübaşiri yine “Murat Eren” diye bağıracak. Mahkeme, Türkiye’nin başına örülen çorabın ilk ilmeğini yapabilirse koparmış olacak. Utançları, acıları, ayıpları silmeye ise kuşkusuz hiçbir hâkimin kararı yetmez.
Bir ülke çökertilirken önce kurtlarını çakallara boğdururlar. Kahramanlarının etlerini yılanlara yem ederler. Bu son olsun, bu son…
Barış TERKOĞLU, 23 Eylül 2019