‘ERGENEKON’DA GELİNECEK YERE GELDİK
‘Ergenekon davası’ bașladığı zamandı.
2007’nin Nisan ayı bașları.
Zekeriya Öz diye bir ‘müddei umumî’ öyle bir ‘iddianame’ hazırlamıștı ki; gülüp geçilecek bir türdendi.
O dönemde üç yazı yazmıștım.
‘Ne’ davası olabilirdi böyle bir dava; ‘kimin davası’?
“Bizim ‘örgüt’ün bu davada davalı mı davacı mı olduğu da dava görüșülürken belli olacak.” Diye yazmıștım.
Bugün, beș yıl sonra, ‘bizim örgüt’ bu davada davacı konumuna geçmiș bulunmaktadır.
‘Bizim örgüt’ün ise, yine o günlerde yazdığım gibi “yetmiș milyonluk Türkiye halkı” olduğu ortaya çıkmıștır.
Davalı duruma düșenler ise “Yetmiș milyonda yetmiș kișiler topu topu ve topun ağzındalar.” diye tanımlanandırlar.
Hani eski Anayasa Mahkemesi’nin ‘irticanın odağı’ diye mahkum ettiği..
O ‘zavallı’ ve sözde savcı ve yargıçları saymamıșım bile.
Onları ‘Reddi hakim’ bașlıklı yazımda ele almıștım.
Onlara sadece acıyabilirdim; acımıștım, șimdilerde acıyorum ama cezalarını çekecekleri zaman ‘acımayacağım’ da bir bașka gerçekliktir.
Cezalarını ‘bu dünya’da çekeceklerinden ise zerre kadar kușkum yoktur.
Șimdi, beș yıl önce yazdıklarımı yeniden okumanıza sunuyorum:
İTİRAF EDİYORUM (1)
14 Temmuz 2007 günü Paris’te Talat Pașa Komitesi’nin bir toplantısı yapıldı. Türkiye’den gelen konuklar bir gün önceden gelmișler, Kemal Alemdaroğlu’nun geliși toplantı gününe kalmıștı. O’nu havaalanından almak da bana düșmüștü.
İlk kez karșılașacaktık ama onu televizyonlardan görmüșlüğüm vardı.
Bekleme salonundan el salladım o da beni kasketimden tanımıș olmalı ki ‘tamam’ der gibi bașını salladı.
Böylece ‘örgüt’ümüzün büyüklerinden biri ile bașbașa kalmak olanağım oldu.
Charles De Gaulle havaalanından Paris’e değin en az yarım saat ‘örgüt’ün kimi sorunlarını konuștuk.
- İlhan abi, dedim bir ara, neden gelmedi ?
- O Ankara’yı örgütlüyor dedi, Mustafa ile birlikte.
- Balbay mı?
- Sen de hepsini tanıyorsun der gibi yüzüme baktı.
- Tercüman gazetesi de bizden gibi görünüyor dedim.
- Ooo biz ‘Millî Çözümü’ de bize bağladık, haberin yok mu ?
Utandım desem yeridir. Nasıl da güzel ‘örgüt’leniyorduk, ben ayırdında olsam da.
Zaten bu tür ‘örgüt’lenmeye bașlamayıverin, gerisi kendiliğinden gelirdi.
Ankara Ticaret Odası tamamdı, anlattığına göre. Ancak Sanayi Odası’ndan Çağlayan ‘Hükûmet’ tarafına kaymıștı. 22 Temmuz seçimleri öncesi bakanlık-makanlık, ihale-mihale sözü alanlar kayıyorlardı.
Ertuğrul Günay’dın örneğin. Ama Günay’dın Ertuğrul’un kayacağını ben daha önceden kestirmiștim zaten.
Olsun !
Askerle durum nasıl dedim ?
- İki kafa adamımız var dedi.
Șener ve Hurșit pașaların adını böylece öğrendim.
Bir dizi general ve amiral da vardı kușkusuz ama hepsini sayamazdı ki.
Silah durumumuz nasıl dedim, gerekirse buradan gönderelim.
Üzüldüğü her halinden belli oluyordu; el bombalarımızın önemli bir kısmı ele geçmiș, birkaç tanesi de Cumhuriyet gazetesi operasyonunda kullanılmıștı. Elde çok az sayıda maytap ve mantar tabancası kalmıștı.
Sahici tabancayı ise Alparslan mı ne ele vermiști.
Böylece Sinan Aygün’ün odasından yitirdiğimiz tabanca ile ikinci sahici tabancamızdan da olmuștuk.
Avrupa’dan çaresine bakmak da kolay iș değildi. Saddam olsa belki yardım edebilirdi ama ne yazık ki o da yoktu.
Bakıștık, ağlayacak halde idik.
Ancak bizim gibi ‘örgüt’lü insanlara ağlamak yakıșmazdı.
Gülüștük bu kez, toparlandık.
Bekir Coșkun’u niye bağlayamıyoruz diyecek oldum. Günü gelince Emin Çölașan da bizimle olacak dedi, merak etme sen.
Paris’e yaklașıyorduk. Ödünç otomobile hem yakıt almak ve hem de bir kahve içmek için istasyona girdiğimizde,
-Aman, dedi Alemdaroğlu, valize dikkat edelim; içinde krokiler var.
- Ne krokisi demeye kalmadı, toplantının yapılcağı salonun adresini gösteren kent planını çıkarmaz mı?
Ya karșılamaya gelen olmaz da taksi tutarsam diye düșünmüș, İstanbul’dan Paris planını yanına almıștı.
Gülüștük.
Bizim ‘örgüt’de hiçbir ayrıntı savsaklanamazdı.
Sahi bizim ‘örgüt’ iyi bir ‘örgüt’tü ama adı neydi?
Hay Allah senden razı olsun Zekeriya Öz beyefendi. Ergenekon demesen aklımıza gelmeyecekti.
İTİRAF EDİYORUM (2)
‘Örgüt’ümüzün yapmayı tasarladığı ve uzun yıllar savașımını verdiği kimi konuları açıklamaya devam ediyorum.
Birinci Paylașım Savașı’nda, Lenin son Türk Devleti olarak Afganistan’ı gösteriyordu.
‘Örgüt’ümüzün Anadolu’da bir Türk Devleti kurabileceğine bașlangıçta Lenin bile inanmıyordu yani.
Ama bizden önceki ‘örgüt’ üyelerimiz önce Lenin’i sonra da tüm avrupalı devlet yöneticilerini yanılttılar. Lozan’da ister istemez Türkiye Cumhuriyet’ini tanımak zorunda bıraktılar.
1930’larda özellikle Sovyetler Birliği’nin desteği ile bir tarım toplumundan sanayi toplumu yaratma çabası gösterdi örgütümüz .
Devletle bütünleșmiștik bir bakıma. Çalıșıyor ve bașarıyorduk.
Planlı bir ekonomi ile bir yandan yuttașlarımızın gelir düzeylerini artırırken bir yandan da onların eğitim düzeylerini yükselttik.
‘Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen’ kadınlarımız bașı açık, alnı dik olsun istedik; seçme ve seçilme hakkı vererek onları da ‘insan’ konumuna yükselttik.
İkinci Paylașım Savașı’ndan sonra kimi zorluklarla karșılaștık.
Amerika önce yöneticilerimizin beynine, sonra da dibine girdi. O günkü gazete kupürlerinden bulunabileceği gibi, İhsan Sabri Çağlayangil’in kendi anılarına da bakılabilir bu konuda : CİA,Türkiye Cumhuriyeti Dıș İșleri Bakanı’nın ‘dibini oymuș’ bulunuyordu.
‘Örgüt’ümüz bașbakan ve bakanlarımızın dibini kurtarmayı öncelikli görevler arasına aldı. Ancak düșman da boș durmuyordu ; ABD o güne değin bir ölçüde bize karșı yansız davranan Avrupa ile ișbirliğine girerek okur-yazar (Aydın değil)’larımızın dibine değin uzandı.
1980’lerde artık yöneticilerimizde dip-mip kaldı denilemez.
Çünkü biz yenilmiștik.
O arada MİT’imiz küresellești.
Yani yuvarlaklaștı, çünkü globalleșme, fransızca globe’dan gelip, yuvarlak demektir.
Devlet için çalıșmaktan çok kendisi için çalıșmaya bașladı.
Asker dıșındaki güvenlik güçleri ile oynaștı ve birlikte yuvarlaklașmaya bașladılar. Yani küreselleșmeye…
Böylece MİT ve Emniyet’imizin kendi ‘emniyet’leri için yaptıkları ile yabancıların istekleri bir anlamda çakıșmıș oldu. Yabancıların ayrıca istekte bulunmasına gerek kalmadı artık.
‘Örgüt’ümüz ABD ve Avrupa için ne denli tehlikeli ise kendi MİT ve Emniyet’imiz için de o denli tehlikeli olmaya bașladı.
O nedenle șu son davayı Amerika açtırdı demek abartma olur.
Özünde bu dava MİT ve Emniyet’in kendi davasıdır.
Bașbakan ve bakanları ile, yazar ve gazetecileri ile ve MİT ve Emniyet’i ile kendi davaları.
Bizim ‘örgüt’ün bu davada davalı mı davacı mı olduğu da dava görüșülürken belli olacak.
İTİRAF EDİYORUM (3)
Baykal da bizim ‘örgüt’tendir Necmettin Erbakan da..
Çünkü bizim ‘örgüt’ dinamik bir yapılanmadır. Giriș serbest ve bir anlamda doğal, ancak çıkıș izine bağlıdır.
Ve çok güçlü bir ‘örgüt’ümüz olmuștu 1980’lere doğru.
ABD korkuyor AB çekiniyordu bizden.
Derken bir onulmaz darbe aldık 12 Eylül ile birlikte.
Bir oyuna geldik betimlenmesi olanaksız. Șașırdık. Bu ülkeye ‘yuvarlaklașma gerekiyorsa, küreselleșme yani, onu da biz getireceğiz’ denildi. ‘İman gerekiyorsa iște imam’, ‘Atatürk’se o da biziz’ denildi.
Cumhuriyet gazetesi’nin İlhan Selçuk’tan önceki bașyazarı, siz Atatürkçü iseniz ‘Ben Atatürkçü Değilim’ diye bașkaldırdı o ara.
Atatürk diye diye bizi Atatürk’ten, din-iman diye diye bizi inancımızdan ediyorlardı.
‘Ben adamın zenginini severim’ dedi bașbakan olacak adam. Ve bașbakanların adamlağından kușku duyulmaya bașlandı.
Kușku, kaygıya yolaçtı; biribirimize güvenimizi yitirdik ve dağılmaya bașladık.
Önce Öcalan koptu ‘örgüt’ten, ayrılacağım dedi.
Dedim ya bizim ‘örgüt’ten çıkmak ‘izine’ bağlıdır. Çıkıyorum diyerek çıkılmaz.
Otuz yıl boyunca otuzbin insan yitirdik.
Biz biribirimizle uğrașırken, aaa bir de baktık imamdan bașbakanımız olmuș.
Hayırlara vesile olsun olmasına da pek hayra alâmet değil bu dedik.
Bırakınız yüzde bilmem kaç oyu, Recep bey’in Türkiye’de bașbakan olamayacağı benim ret oyu verdiğim Aldıkaçtı anayasasına göre bile olanaksız idi.
Ama oldu.
Olduğu ile kalsa iyi, anayasayı da değiștireceğim demez mi?
Bizim ‘örgüt’ün dağınıklığına güveniyor olmalıydı.
Daha önce hesaplamıștım, oranlandığında kendilerine milyonda bir düșüyor.
Yetmiș milyonda yetmiș kișiler topu topu ve topun ağzındalar.
İtiraf ediyorum, bizim ‘örgüt’ yetmiș milyonluk Türkiye halkıdır.
Ve ‘örgüt’süz halk hiçbir koșulda ulus diye tanımlanamaz.
O nedenledir ki ‘örgüt’ diye diye bizi ulusumuzdan da edeceklerini sanıyorlar.
Habip Hamza ERDEM, 2 Nisan 2012