Alın size Ergenekon yazısı
Geçen hafta okuyucu yorumlarının işgal ettiği alan, köşe yazımın işgal ettiği alanın çok daha ötesine geçmişti.
Ve bazı eleştirilerin konusunu, son iki haftadır neden Ergenekon Davasına değinmediğim oluşturuyordu.
Şimdi gelelim dört gözle beklendiğini anladığım Ergenekon yazısına
***
Öncelikle, neden beklemekte olduğum eleştirilerine cevap vereyim
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki, sanık statüsündekiler çok önceden derdeste edilip içeri alınmalarına rağmen 13 aylık bir süreçte sipariş usulüyle hazırlandığı izlenimi veren 2455 sayfa ve 441 klasörlük iddianameyi 13 günde okuyup hazmetmenin, iddianameye bu kadar emek vermiş olanlara karşı ayıp kaçabileceğinden biraz beklemenin daha doğru olacağını düşündüm(!) Ayrıca, iddianameden belli bölümlerin yandaş medyadaki bazı yazarlara olduğu gibi şahsıma sızdırılmamış olması da bir diğer handikap
İkincisi, daha açıklanır açıklanmaz -gerçi resmi açıklamadan çok daha önce belli bölümler yandaş medyada yer almış ve gündem oluşturma görevini ifa etmeye başlamıştı ya- ellerini ovuşturarak mal bulmuş mağribi gibi iddianamede adı geçenlere saldırmak yargısız infaz anlamına geleceğinden, şu an belli çevrelerde yapılmakta olanın aksine yargıyı baskı altına alma ve taraftar kamuoyu oluşturma gayretlerini kesinlikle ahlaki ve adil bulmadım. Zira birazcık hukuk bilgisine vakıf olanlar gayet iyi bilirler ki, mahkumiyet kararı çıkmadıkça herkes suçsuzdur. Bu noktada, görüşlerine pek çok noktada katılmadığım Yekta Güngör Özden ile sanıkları kesin hüküm giymişçesine önyargıyla karalayıp suçlama; hukuk, adalet, kişilik, onur ve güvenlik konularında endişeler yaratmıştır demecinden dolayı aynı düşüncedeyim
(Bu arada, iddianame herkese açık zaten, gazeteler bölüm bölüm yayınlıyorlar bile daha iyi anlaşılsın diye, bahsi geçen iddianameye erişmek illegal yollardan olmuyor diyen okuyucuma da, iddianamenin resmen açıklandığı 21 Temmuz tarihinden önceki yandaş medyayı tarafsız gözle bir kez daha gözden geçirmesini şiddetle tavsiye ederim. Örneğin, iddianame açıklanmadan 12 gün önceki 9 Temmuz tarihli Sabahın birinci ve 19. sayfalarını incelerse, iddianamenin yaklaşık 2500 sayfa ve 40 bölümden oluştuğu ya da 60 sayfasının Danıştay Saldırısına ayrıldığı gibi bilgileri gayet ayrıntılı şekilde okuyabilecektir.)
Üçüncüsü, resmi açıklamadan önce yandaş medyaya sızdırılan bilgiler ile baş gösteren bilgi kirliliği içinde yer almak istememem. Bu süreç, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Ertuğrul Özkökün de değindiği gibi, hem Ergenekon davasından yüzlerce sivil andıçın çıktığı hem de bu davanın en iğrenç dezenformasyon olayı olarak Cumhuriyet tarihine geçtiği bir hal almıştır. Öyle ki, söz konusu ortam yasal bir süreçten öte psikolojik harp havasına büründürülmüştür. Bu nedenle, sağduyulu ve soğukkanlı analizler yapabilmek için medyadaki linç dalgasının ve politize olmuş havanın geçmesini beklemeyi uygun gördüm. Yoksa; başbakanın savcı, ana muhalefet liderinin avukat, bazı entelektüeller ile basın mensuplarının yalancı şahit ve dünün teokratik kesimlerinin de demokrat rollerini üstlendikleri bir oyunda sahne almak bana hiç de doğru gelmedi
Dördüncüsü, bir Türk efsanesi olan Ergenekon adının darbe kelimesiyle özdeşleşmesine duyduğum antipati oldu... Bu arada, Milli Görüş kimliğinden sıyrıldık diyen AKP seçkinlerinin hakkını da teslim etmek lazım. Tamamen doğruyu söylemekteler. Çünkü ortada görüş var, ama içinde kesinlikle milli olarak nitelenebilecek hiçbir unsur taşımıyor
Beşincisi, Agarta gibi ezoterik gruplara referanslar ve komplo teorileriyle gündeme gelen iddianameyi okumak için harcanacak zaman ve emeğe yazık olup olmayacağı düşüncesi ile okumayı planladığım ciddi kitapları devirmek arasındaki kararsızlığım
Çünkü iddianame, kısa sürede bir hukuk ve yargı materyali olmaktan çıkarak; kim kime küfür ve hakaret etti, Sedat Peker ile Kurtlar Vadisinin Çakırı Oktay Kaynarca arasında hangi konuşmalar geçti ya da kim kime ne kadar rüşvet verdi gibi konularla giderek sansasyonel ve magazinel bir niteliğe bürünmüştür. Agarta gibi kara mizah yanı ise cabası! Yahu el insaf, kanıtlanmış tek suçu intihal -yani bilimsel hırsızlık- olan ve rektörlüğü döneminde İstanbul Üniversitesini kışlaya çevirmiş olan Kemal Alemdaroğlu bile, fırsat bu fırsat anlayışıyla silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, hükümete karşı isyana tahrik gibi suçlarla karşı karşıya kaldı. İlhan Selçuk ya da Sinan Aygüne yöneltilen suçlara ise hiç girmeyeceğim
***
Şimdi gelelim Ergenekon iddianamesi ile ilgili görüşlerime
Ergenekon iddianamesi, -haksız ve siyasi bir karar olan- AKPyi kapatma davasına misilleme ve karşı tarafa gözdağı nitelikleriyle; ilk döneminde hükümet olabilmesine karşın devletçi-seçkinlerin nezdinde bir türlü iktidar olamayan AKPnin, ikinci döneminde yakaladığı iktidar gücünü kanıtlama fırsatı olmuştur. Bu süreç, iktidar sarhoşluğu içinde her geçen gün firavunlaşma eğilimini daha da arttıran hükümetin, -İPe sapa gelmez Maocu genel başkandan Marksizmden Kemalizme terfi eden solcu eskilerine, şamanik özentilerle yeni bir Türkçülük inşası içindekilerden AKP karşıtı eski Milli Görüş taraftarlarına kadar- tek tek tüm muhalefeti susturma misyonunun işaretidir.
Diğer yönüyle ise, giderek belirginleşmekte olan baskıcı bir istibdat rejiminin sinyallerini vermektedir. Bu dönem; gizli dinlemeler, fişlemeler, fotoğraflamalar ve sistematik izlemelerle, sistemin giderek gözetim toplumuna kayması olarak toplumsal hafızaya kazınmaktadır. Giderek, 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerikada gündeme gelen anti-demokratik yapılanmaya benzeyen bir hava sezinlenmektedir. Hatırlanacağı gibi, Amerikada bu süreçte art arda çıkarılan yasalarla, ABD Başkanı olağanüstü yetkilerle donatılmıştı. Üstlendiği sıkıyönetim komutanı yetkilerine ek olarak, ulusal güvenliği temel amaç kabul eden ve bunu gerçekleştirmek için temel hak ve özgürlüklerden feragat edilebileceğini belirten anti-terör yasaları sayesinde Başkan; istediğini yargıç önüne çıkarmaksızın süresiz gözaltında tutturabilecek, terörist olduğu belirlenenler için özel mahkemeler ve yeni yargılama usulleri oluşturabilecek, tutuklanma nedeni konusunda kişiye açıklama yapma zorunluluğu olmayacak, sanığın avukat tutma hakkı ortadan kalkacak ve yargılama kapalı şekilde yapılabilecekti. Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Ötüken Yayınlarından çıkan Şeffaf Hapishane yahut Gözetim Toplumu ve Hayy Kitaptan çıkan İşte Büyük Birader kitaplarıma bakabilirler. (Geçen haftaki bir okuyucu yorumu üzerine satır arasında şunu da belirteyim ki, bu alanda yazdığım kitaplarla Türkiyede gözetim toplumu konusunu akademik alanda ele alan ilk kişiyim. Diğer üç kitabım ise, tamamen birbirinden farklı alanlardadır.)
İşin trajikomik yanı, Ergenekon adı altında öylesine devasa bir örgüt yaratılmaya çalışıldı ki, karşımıza Golyat misali bir canavar çıktı. İddianameden öyle anlaşılıyor ki, bu muhteşem ve müthiş organizasyon; bir yandan nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olmak için hummalı faaliyetler içinde, öte yandan da PKK, Hizbullah, İBDA-C, DHKP-C gibi bilumum yasadışı örgütlere taşeron işler ve suikastlar yaptırma gücüne sahip. Hani neredeyse MOSSAD, CIA, NSA gücünde bir organizasyon. Ancak bu iddialar doğruysa, neden şu an içerdeler ve yargılanıyorlar bunu da anlamak pek mümkün değil
***
Şimdi gelelim biraz da karşı cenaha. Ola ki, buraya kadar söylediklerimden yanlış anlamlar çıkmasın
Söz konusu davanın siyasi niteliğine ve yaratılan linç ortamına karşı olmakla birlikte, gözaltına alınan sanıkların hepsi de suçsuzdur gibi bir önyargıya sahip değilim. Ülkücülük ile yola çıkan, sonra Çillere danışman olan, şimdi Zaman Gazetesinde köşe yazarlığı ile TRTde programlar yapan ve eşini de AKP milletvekili seçtirmeyi beceren -hatta belki de zamanında kıyısından köşesinden bu işlere bulaşan- eniştenin de belirttiği gibi; Ergenekon, Soğuk Savaş döneminde yapılandırılan Gladyo kalıntısı son grupların tasfiyesi olabilir. Medyada abartıldığı kadar devasa nitelikte ve total özellikte olmamakla birlikte, varsayalım ki mümkün. Bu bağlamda, buraya kadar yazdıklarım doğru anlaşıldıysa, itirazlarımın öze değil şekil ve yönteme yönelik olduğunu söylememe de gerek yok
Ayrıca şu da gayet net ki, eğer uluslararası konjonktür -1971 ve 1980deki gibi- müsait olsaydı, darbe çoktan yapılmış olacaktı. Ancak devletçi-seçkinci kesim, ABD ve AB destekli/ güdümlü AKP karşısında daha önce hiç olmadığı kadar çaresiz durumda
Açık şekilde görmekteler ki, bir darbe sonrasında kendi personellerinin maaşını bile ödeyemeyecek duruma rahatlıkla düşülebilir. Tabii, meşhur Darbe Günlüklerinin neden iddianameye dahil edilmediği ve YAŞta neden ilk defa ihraç yaşanmadığı da işin diğer bir boyutları. (Üzgünüm ki, geçen hafta yorum yazan okuyuculardan biri daha yine hayal kırıklığına uğrayacak. Çünkü onun sığ havsalasına göre, illa taraf olmak gerekiyor. Ancak bir noktada haklılar da. Akıl ve sağduyu temelli olarak olayları tarafsızca görmek ve analiz etmek onlar için pek mümkün değil.)
***
İşte size, şahsımdan çok beklenen Ergenekon yazısı
Uğur Dolgun
ugurdolgun@yahoo.com
Kaynak