Türkiyenin gündemi son birkaç haftadır Ergenekon Soruşturması ile çalkalanırken, ülkenin diğer önemli sorunları geri planda kalıyor. Bu sorunlardan biri de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde son günlerde yaşanan gelişmeler.
Peki, neler oluyor KKTCde?
Bilindiği gibi KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Rum lideri Hristofyas arasında Kıbrıs sorununun çözümü için yapılan görüşmeler çerçevesinde 1 Temmuz 2008de bir görüşme yapıldı. Görüşmenin ardından liderlerin, KKTCde tek egemenlik tek vatandaşlık konusunda prensipte anlaştığı duyuruldu.
20 Temmuzda Kıbrıs Barış Harekâtının 34. yıldönümü dolayısıyla Kıbrısa giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise; Kimse ama hiç kimse, Kıbrıs Türk halkının kendi yönetiminden, eşit statü ve eşit ortaklıktan vazgeçmesini ve azınlık olarak yaşamayı kabul etmesini beklemesin diye bir açıklama yaptı. Bu açıklama, Mehmet Ali Talatın Hristofyasa verdiği sözün Türkiye açısından bir değer taşımamasının bir göstergesi olarak yorumlandı.
Ayrıca Başbakan Erdoğanın Kıbrıs gezisinde eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaşı ziyaret etmemesi de dikkatlerden kaçmadı.
Odatv.com olarak KKTCde yaşananları eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaşa sorduk. Denktaş, KKTCde yaşanan son gelişmeleri, yakın zamanda Mehmet Ali Talatla yapacağı görüşmenin ayrıntılarını, Türkiyenin tutumunu ve Kıbrıs Türk halkının durumunu Odatv.coma değerlendirdi.
İşte, Rauf Denktaştan çarpıcı açıklamalar
1 Temmuz'da Sayın Hristofyas ve Sayın Talat'ın görüşmesi ve ilk defa olarak Kıbrıs Türk tarafından tek egemenlik, tek halk, bu çok önemli, tek halk, tek devlet, tek tek birşeyler çıktı. Ama Türkiye'de de, işte generallerin içeriye alınması vesaire, tabiatıyla Kıbrıs meselesi gölgelendi ve kimse bu tarafta neler oluyor bakamadı.
Sayın Erdoğan'ın bu Kıbrıs çıkartmasına kadar, Kıbrıs meselesi aşağı yukarı unutulmuştu. Kasıtlı oldu diyemiyoruz, demiyoruz ama bu bir vakadır ve Sayın Talat'ın, bu siyasetinin Türkiye'nin de siyaseti olup olmadığını, Milli Güvenlik Kurulu kararına rağmen, Sayın Talat'ın bu yolu seçmesinin düşünülemeyeceğini acaba Türk Hükümeti kendisine, "Sen istediğin yolda yürü, biz seni destekleriz" mi dedi diye burada şüpheler uyanmıştı.
Sayın Erdoğan geldi, yapmış olduğu konuşmalarda bakıyoruz ki MGK kararı çerçevesinde konuştu ve hemen arkasından Sayın Talat yaptığı konuşmada, Sayın Erdoğan'dan da ileri giderek devlete sahip çıkacağını, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden vazgeçilmeyeceğini açıklamış oldu.
Dolayısıyla Hristofyas'la başka şey konuşuluyor, halka başka şeyler söyleniyor. Bir şaşkınlık içerisindeyiz. Ben Sayın Talat ile görüşmeye çalışacağım. Açık beyanat da yaptım. Bizi tatmin ederse ki, var olacak antlaşma, Birleşik Kıbrıs ama iki devletin birleşmesinden meydana gelen birleşik bir Kıbrıs olur.
Egemenliğimizi koruruz. İlerde Rum hiçbir şekilde, "Efendim bu anayasa, bu antlaşma yürümedi. Dolayısıyla Türkleri ben ihraç ediyorum. Kıbrıs Hükümeti benim.", diyemesin. Bize 63'te yaptıklarını yapamazsın, bizim istediğimiz, bu antlaşmanın kalıcı olması ve Kıbrıs Türklerinin yeniden aynı felaket ile karşı karşıya gelmemesi, istenen budur.
1960 antlaşması gibi, üç devletin garantilediği bir antlaşmayı bu insanlar yok farz edip, 43- 45 yıldır bize yaptıklarını yapıyorlar. Şimdi garantisiz Türk askeri de olmayacak ve Avrupa normlarına uygun yani adına iki devletli dense de, herkes istediği yere gidip yerleşebilir, istediği yerde toprak alabilir, yani o iki devletliliğin de hiçbir anlamı yok.
Böyle bir antlaşma yaptığımız takdirde, Türk askeri adadan çıktıktan sonra, 3- 5yıl geçecek ve burada Türk kalmayacak diye düşünüyoruz.
Onun için devlete dayalı bir ortaklık şarttır, iki devlete dayalı bir ortaklık şarttır. Çek ve Slovak modeli kabul edilmelidir. Avrupa Birliği damı altında böylelikle iki taraf birleşir ve iki taraf da kendinden emin, güven içerisinde müşterek bir hayat sürdürülebilir.
Yoksa Rumların içinde anayasal haklar verecekler bize kağıt üzerinde ve bu anayasal hakları Rumlar onore edecek ilerde, bunu düşünmek aptallık olur. Ben yaptığım açıklamalarda mütemadiyen Türk Hükümeti'nin belki hoşuna gitmeyen sözler de söylemekteyim, bilmiyorum. Herhalde bana bir kızgınlığı var, muhakkak. Bana gelmesi şart değil.
Fakat ben bütün resepsiyonlara, yemeğe katıldım. Yemekte aynı masada oturduk. Kendisine,"Bana niye gelmedin?" diye bir soru sormadım, soramazdım. Ama ayrılırken, "Size bir yazı yazacağım, lütfen okuyunuz.", dedim. Olur, dedi ve o şekilde ayrıldık.
Bugünlerde müşterek bir yemek yiyeceğiz zannedersem. Benim istediğim, halka yapmış olduğu son konuşmada söyledikleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yani yeminine sağdık kalacak ve bundan taviz vermeyecek sözü doğru mu ve bunu Hristofyas'la yapmış olduğu antlaşmadan sonra nasıl yerine getirecek, bu konularda tatmin edildiğim takdirde, tamamen kendisini destekleyeceğimi biliyor.
Devlet tek egemenlik, tek halk formülünden sonra, büyük bir endişeye düştü halkımız. Bütün milliyetçi örgütler bir araya gelerek bir cephe oluşturdular ve hemen hemen her gün bildiriler yayınlamak suretiyle, halkı uyarmaya, Türkiye'yi uyarmaya çalışıyorlar.
Büyük bir endişemiz var. Büyük bir endişe içindedirler. Bu endişeyi ve endişe nedeniyle yapılanları Sayın Talat ve Sayın Erdoğan, "Efendim, siyaset yapıyorsunuz" şeklinde yorumlamamalıdırlar. Halkın endişesinin yerinde olduğunu kabul etmelidirler. Bu siyaset yapmak değildir. İnanılmış bir davada beklenilmeyen bir istikamete gitmekte olan lideri uyarma eylemidir.
Bunu böyle kabul etmeleri lazımdır ve bunun durmasını istiyorlarsa, endişe içinde olan insanlara bakınız. Türkiye'den önce Rum'la birleşerek, Avrupa Birliği'ne girip, Türkiye'nin en önemli bir hakkını, Türk- Yunan dengesini bozmayacağız ve ortaklık statümüzden, kurucu ortaklık statümüzden vazgeçmiyoruz.
Devlet, kurucu devlet dediğimiz devlet, KKTC'dir. Merak etmeyiniz. Egemenliğimizden de vazgeçmiyoruz. Çek ve Slovak usulü bir antlaşma yapmak için uğraşıyoruz. AB'ye bu şekilde girilecektir. Türkiye girdiği zaman, böylelikle hiçbir korkumuz kalmayacaktır diye güvenlik vermeleri şarttır.
Tek halk, tek egemenlik, tek bilmem ne düsturu ile neticeye varacaksak, istesek de istemesek de kağıt üzerinde bize ne derlerse desinler, o sonuca varacağız. Zaten % 65 Rum, Türkler ile bir arada yaşamak istemiyoruz, diyor. Kimse federasyon istemiyorum, diyor. Rum'ların çoğu, "Efendim, topraklarımıza dönmek hakkımızdır." diyor. Hristofyas, yabancıların gitmesi lazımdır, Türk askeri dahil, garantiler olmaz, diyor. Bunları görüşecekler ise, dış dünyanın da baskısı ile, bunlarda taviz verilecekse, bize kağıt üzerinde ne sıfat verirlerse versinler, biz kısa zamanda Kıbrıs'tan yok ediliriz.
Evet oyu vermesi için, bu halkın kendisine yalanlar söylenmiştir. En büyük yalanı, Sayın Talat söylemiştir. KKTC var olacaktır ve tanınacaktır, demiştir. Diğer taraftan Amerika, 30 milyon dolar harcamıştır. Diğer yandan Türkiye hayır derseniz, kaderinize katlanırsınız, yani ben artık yanınızda yokum, diyerek tehdit etmiştir. Evet derseniz Türkiye'nin yolunu açacaksınız, Türkiye'ye büyük hizmet edeceksiniz, denmiştir.
Dolayısıyla, bu evetin arkasında bütün bunlar var. Ama en önemlisi, bize ve Türkiye'ye evet dedirten Amerika ve AB, biz evet der demez bir yorum getirmiştir ve şöyle demişlerdir: Madem ki bunlar buna evet dediler, bundan sonraki görüşmelerde ayrı devlet, ayrı egemenlik isteyemezler, istemeyecekler. Bunu da kabul etmiş oluyorlar.
Türkiye bunları, bu çizginin, yani bu Amerikan çizgisinin altında tutmalıdır. Maalesef Sayın Talat'ın Hristofyas'la başlattığı tekli görüşme, bu çizginin altındadır. Biz bunun için endişeliyiz. Bunun için korkuyoruz. Bunun için güvence istiyoruz.
Sayın Erdoğan bizim için, benim için, ne düşünürse düşünsün, biz Türkiye'nin makamları ile ve kendileriyle işbirliği yapmak bizim arzumuzdur. İş birlikten de maksat, dost acı söyler kabilinden, yanlış gördüğümüz, hatalı gördüğümüz şeyleri açıkça beyan etmektir.
Kıbrıs'ta şu var, siyasiler: "Canım biz Denktaş'ın kopyası mıyız? Biz Denktaş'ın gölgesinde miyiz? Aman Denktaş'ın söylediklerini söylediğimiz takdirde, bizim tabanımız ne der?" korkuları içerisindedir. Böyle bir hava vardır burada. Bu nedenle pek bizimle işbirliği yapmak istemiyorlar.
Ama ben yazılarımla, televizyon konuşmalarımla, gerektiğinde kendilerine mektup yazarak, telefon ederek, düşündüklerimi söylüyorum. Benim dediğim gibi kimseyle, efendim ben darıldım, ben o halde bunlarla konuşmam veya bunlara düşündüklerimi söylemem diye bir tutumum yok.
84 yaşındayım, onlar da beni, bir nevi 'akıllı ihtiyar' olarak kabul etsinler. Henüz bunamış olmadığımıza göre ve her söylediğimizi kabul etsinler demiyorum ama hiç olmazsa düşünsünler.