Erken Doğum Yaptırılan Yeni Devlet ve
Hayalperest Ebeleri
Açık İstihbarat / 18 Haziran 2010
Türk Devleti 'nin jeo-politik paradigmasında giriştiği yeni hamle bir erken doğuma tekabül ediyor. Eski CIA ajanlarının yazdıkları analizleri okuyarak ergenleşen bazı kadrolar ile devlet içindeki Enverist çizgiyi temsil edenlerin Neo-Osmanlı gazına gelenlerle buluştuğu kavşakta Türkiye iç ve dış politikası yeniden şekillendiriliyor.
Erken doğum çünkü Türkiye'nin bu "küresel oyun" hevesini mevcut hali ile destekleyecek bir iskeleti henüz mevcut değil.
Güneydoğusunu kontrol edemeyen bir ülkenin küreye yayılmaya çalışması post-modern bir hayalperestlikten öte bir anlam taşıyamıyor.
Keza Barzani gibi aşiret ağasının tehditlerine cevap veremeyen bir devletin İsrail'e kafa tutması olsa olsa bu "delikanlı tavrın" bir yerlerden ödünç alınmış bir tavır olduğu yorumlarını beraberinde getiriyor.
İsrail'e kendi iç politikaları nedeniyle tavır alamayanların, bu göreve talip "taşeron delikanlı" aradıkları noktada; boynunda Yahudi lobilerinin cesaret madalyaları, eteğinde İsrail'den beslenen İsrail'e hayran adamları ile Tayyip Erdoğan her zamanki gibi sahnedeki yerini alıyor. Bu rolü kimseye kaptırmak istemiyor.
Siyasi, ekonomik ve teknolojik altyapısını belli bir seviyeye taşıdıktan yani yaklaşık 50 sene sonra soyunması gereken bir hamleye; Devlet bütün bu vektörlerin bileşimi 50 sene erken soyunduruluyor. Maraton koşusuna 100 metre hızı ile başlıyor.
Jeo-politiğin; eko-politik, sosyo-politik ve tekno-politik ayaklarını sağlamlaştırmadan girişilen bu hamlenin, köşelere kurulmuş borazancıbaşılarının ortaya sürdüğü bir klişe var: "Türkiye büyülmezse küçülür"
Aslına bakarsanız bunu ilk söyleyen isimlerden biri, Yalçın Küçük şu anda "Ergenekoncu" yaftası ile yargılanmakta.
Yalçın Küçük'ün, "Diyarbakır'a sahip olmak istiyorsak, Musul'u almalıyız" hayalperestliği ile CIA analistlerinin ezberlerini bize satan "İslamcı borazancıbaşılar"ın "Türkiye büyümezse küçülür" tezi, farklı mahallelerin birleştiği ortak kavşak ve birileri bu kavşağa çok çekici bir pazar yeri kurmuş durumda.
Farklı mahalleleri birleştiren bu kavşak o kadar makbul fakat bir o kadar da keşmekeş bir kavşak ki; bu kavşağa giren yönünü şaşırıp bir anda kendini karşı mahallede bulabiliyor.
Bu kavşağın vertigo (derinlik sarhoşluğu) yarattığı isimlerden biri de Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Hakan Albayrak. Albayrak, "Türkiye büyümezse küçülür" kavşağına "İslamcı" mahalleden Suriye rotası üzerinden girmiş durumda ve uzun süredir "Suriye ve Irak'la bütünleşik bir büyük Türkiye" hayali kuruyor. Bunun 1950'lerden beri CIA'in dosyalarında duran bir "Ortadoğu Federasyonu Projesi"nin canlandırılması olduğunun farkında mıdır bilemiyoruz fakat kendi ideolojik/maneviyat mahallesinin açıldığı kavşakta o da yönünü şaşırmış durumda.
Öyle ki Mavi Marmara gemisinde bulunan gönüllülerden biri olan Albayrak; kendi mahallesinden girdiği bu kavşakta yönünü kaybedip, karşı mahallenin sularında dolaşmaya başladı bile: Albayrak'ın 27, 29, 30 ve 31 Mart'ta yazdığı yazılar, Enver'e selam çakıyor.
Albayrak bu yazılarda; "Enver Paşa bizi harbe sokmasaydı, biterdik" tezini savunuyor. Bu aslında Tuncay Özkan'ların, Yalçın Küçük'lerin mahallesi. Bu aslında devlet içindeki, "Mustafa Kemal imgesinin arkasında faaliyet gösteren" Enverist kanadın mahallesi.
Albayrak girdiği kavşağın yarattığı vertigo duygusu ile Enver'e öyle bir selam çakıyor ki; Abdülhamit hayranı "İslamcı" okurlarının tepkilerine karşı kendini savunmak zorunda kalıyor.
Sarıkamış faciasından Enver'i aklayan detayları tek tek sıralıyor; Almanya yanında savaşa girilmezse bugün Doğu Anadolu'nun Rusya'nın hakimiyetine gireceğini ve Edirne'de namaz kılmak için Bulgaristan'a geçmek zorunda kalacağımızı iddia ediyor.
Enver'i bu kadar açıklıkla bugüne kadar Tuncay Özkan'lar, Yalçın Küçük'ler bile savunamadı. Bu canhıraş savunma; Abdülhamit'e kör bir hayranlıkla bağlı olan "İslamcıların mahallesi"nden, "Türkiye büyümezse küçülür" kavşağına çıkan ve bu kavşakta yön duygusunu yitiren Hakan Albayrak'a nasip oldu.
"Yeni Devlet" [bu kavramın ilk kez ortaya atıldığı makale için bakınız] şekillenirken; küresel güçlerin farklı mahallerin ortasına kurduğu "Türkiye büyümezse küçülür" kavşağının yarattığı kafa karışıklığı daha çok operasyona zemin hazırlıyor.
Güneydoğusundan Anayasa Mahkemesi'ne kadar her yönden çözülme tehlikesi ile karşı karşıya bulunan; bankacılık sektöründen limanlarına kadar kontrolü yabancılara devretmiş bir devletin "küresel oyunculuğa" soyundurulduğu bu kavşak surrealist bir kavşak.
Bu kavşakta illüzyonlardan bir çarşı kurmuş olan pazarcılar zamanı gelip bu pazarı toplayıp gittiklerinde, umarız bu zat-ı muhteşem(ler) kendilerini boş bir meydanın ortasında nara atan meczup delikanlı konumunda bulmazlar.
"Türkiye büyümezse küçülür" tezi, "Büyük Türkiye"ye erken doğum yaptırıp bu ihtimali baştan öldürmek isteyenlerin şaşalı paketlere sarıp sarmalayıp pazarladığı bir tezdir. Küresel güçlerin mutfağında pişirilmiş bir ucubedir. Versiyonları arasında "Yunanistan'la entegrasyon" bile vardır.
"Anadolu'ya hakim olamayan, dünyaya hakim olamaz. Diyarbakır'a hakim olunmadan Musul'a hakim olunmaz" tezi ise yerli bir tezdir. Bu tezlerden ilki Almanlar tarafından Enver'e pazarlanmış ve hırsı ve egosu ile sınır tanımayan Enver bir impatorluğun kefenini kendi elleri ile biçmiştir. Bu tezlerden ikincisi ise Mustafa Kemal tarafından temsil edilmiş ve İmparatorluğun çekirdeği korunmuştur.
"Yurtta sulh, cihanda sulh" tezi bu yönüyle bazılarının iddia ettiği gibi pasifist bir politika değil; "yurtta sulh sağlayamayan, cihanda sulh sağlayamaz" tezinin ifadesidir. "Güneydoğundaki şehit kervanının önünü alamazsan; Gazze şehitlerine çare bulamazsın" demektir.
Devlet içindeki Enverist kanat aklını başına alıp, bu erken doğum tuzağını görmesi ve heyecanlarını en az bir 50 sene frenlememesi durumunda tarih tekerrür edecektir. Devleti akl-ı selime çekecek "yeni bir Mustafa Kemal" çıkma olasılığı ise, üzerine kumar oynanacak bir olasılık değildir.
Behiç Gürcihan