Eşdinsel
Eşdinsellik, aslında yeni karşılaştığınız bir kavram olmakla beraber kıymetli okuyucu, içerik bakımından son derece aşina olduğunuz bir şey.
Eşdinseller her yerde, onlarla her an temas edebiliyorsunuz, televizyonlarda ve diğer basın organlarında sürekli yeni bir icraatları veya beyanları ile karşılaşıyorsunuz.
Eşdinsellik üzerine konuşmadan önce eş, eşlik, eşleme veya eşleştirme kavramları üzerinde konuşmak lazımdır.
Türk Dil Kurumunun internet sayfasındaki sözlükte;
Eş ; birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden biri.
Eşleşmek ; biriyle eş olmak, eş tutmak ve çiftleşmek .
Eşleme ; aralarında ortak çıkar bulunan devletler ilişkisi.
Eş başkan ; bir kurul toplantı veya kongrenin başkanlığını yapanlardan her biri
Eş tutmak ; talimde veya oyunda ikişer olmak için eş tutmak
Eşleşme ; eşleşmek işi
Eşleştirmek; Eşleşmesini sağlamak anlamları ile karşılaşırız.
Tüm aramalarımıza rağmen ve bu kadar hayatımızın içine girmiş olmasına rağmen EŞDİNSELLİK kelimesinin anlamı ile karşılaşamadık.
Bu anlamda, bu kavramı bir sohbet esnasında ortaya atan arkadaşıma buluşundan dolayı teşekkür etmek boynumuza borç oldu. Teşekkürler Salih!
Türkçemize, henüz karşılık bulamamış olsa da, hatta henüz eylem olarak var olmasına rağmen bir kelime ile adlandırılmamış olsa da, son derece gerekli bir kavramı kazandırdın ve biz de bunu anlamlandırmak için cebelleşmekteyiz.
Sana dilini eşek arısı soksun demeyeceğim değerli kardeşim, ama bu kelimeyi eylemsel olarak var edip konuşmamıza sebep olanlara tüm bildiklerimi söylüyorum, hiç endişen olmasın.
Diyalog inancı(!) müritlerinin (ya da diyalog dini mi demeliyim) başımıza musallat ettiği bir maraz bu.
Maraz diyorum çünkü biyolojik olarak türdeşi olanı, celp dönemlerinde askeri hastanelerin psikiyatri servislerinde tanık olduğum kadarıyla maraz muamelesi görmekteydi.
Çağdaşlaşmak adına sapkınlığı yaşam biçimi haline getirmiş bir kısım insan ziyanı dışında, dünyanın geri kalanının büyük bir bölümü de aynı şekilde düşünmektedir.
Avrupa ülkelerindeki sınır tanımaz sapkınlıkları özgürlükten sayanlar hiç şüphe yok ki büyük bölümün dışında kalan küçük bölüme dâhildirler.
Bir din bilimci olmamakla beraber; din kavramının, yaratıcı tarafından kendisinden önce gönderilen diğer dinleri hükümsüz kılmak ön koşulu ile insanlara tebliğ edildiğini bilmek için, din bilgini olmaya gerek olmadığını da bilmekteyiz.
Bu anlamda; son din insanlara tebliğ edildiğinde, diğerleri, en azından son dine inananlar nezdinde hükümsüz kabul edilir.
Diğer dinlere inananlar ise son dine inanları kabul etmezler ki kendi dinlerine inanmaya ve gereklerini inandıkları biçimde yerine getirmeye devam edebilsinler.
Aksi halde mutlak surette biri diğeri tarafından tekzip edilmiş sayılır.
Demek ki din kavramının teklik gibi bir özelliği var.
Tek olmak gibi bir iddiası var ki bu onun, yaratıcının sözleri olmasından kaynaklanan en önemli özelliğidir. Aksi durumda da yaratıcının kendi kendini tekzip etmesi anlamını taşıyacağından her anlamda mümkün değildir.
Şu halde var olan diğer dinler, en sonuncusu ile birlikte hükümsüz kılınmakta, bu durum inananlarını da mutlak olarak bağlamaktadır.
Günümüz toplumlarında var olan demokrasi anlayışının, kişilerin hak ve özgürlükleri bağlamında herkesin istediği biçimde yaşamasına ve istediği dine inanmasına cevaz veren hoşgörüsü, her dine mensup insanın bir arada yaşaması olanağını sağlamaktadır.
Ancak bu yaşayış her dine mensup insanın kendi inançları çerçevesinde ibadetini, kendi dininin kurallarına göre ve kendi dininin mabetlerinde yapması demektir.
Birliktelik sadece bir arada yaşamaktan ve aynı devletin kaidelerine uymaktan öte dinsel bir anlam taşımaz.
Bu devletler din devleti dahi olsalar, yani yaşam kuralları egemen dinin kuralları doğrultusunda belirlenmiş dahi olsa buna imkân vardır.
Bu birliktelik asla dini bir anlam taşımaz. Taşımaz, çünkü biri diğerini hükümsüz kılmıştır. Birine inandınız mı diğerini reddediyorsunuz demektir. Ve bu tamamen sizinle inancınız arasındadır.
İşte yazıya konu olan eşleşmek bu noktada başlar.
Bir grup neye inanacağını maksatlı olarak şaşırmış insanın yaptığı gibi, kiliseye gidip kuran ayetleri okur veya namaz kılar, imama İncil okutarak cenaze gömdürürseniz, ortaya bir eşleşme çıkar.
Dinsel olan bir şey, başka bir dine ait olan başka bir şey ile eşleştirilmiş olur ve biz buna, ayrıntısını aşağıda göreceğiniz gibi EŞDİNSELLİK deriz.
Bu noktada; tıpkı bu kelimenin biyolojik esaslı türdeşi gibi, bilimsel anlamda sapkınlık olarak kabul edilmesine rağmen, gayri ahlaki ve sözde meşruiyeti, varlığını öyle veya böyle devam ettirmesinden kaynaklanan başka bir din çıkar ortaya.
İster kabul görsün ister görmesin. Vardır ve gerekleri uygulanmaktadır. Gerekleri diğer dinlerde olduğu gibi ilahi bir kitapta yazmaz.
İnananları tarafından neredeyse ilahlaştırılmış şefleri tarafından belirlenir.
Saçlar onun gibi kesilir, bıyıklar onunki gibi traş edilir, kıyafetler onunkine benzetilir, o nasıl yaşıyorsa öyle yaşanılır. Bu arada şef, tüm bu yaşam alışkanlıklarını bir kitapta toplamışsa veya şefin müritlerinden biri yalakalık olsun diye bunu yapmışsa, işte bir kitapları da olmuştur artık.
Adına diyalog denen ve neredeyse bir inanç sistemine dönüşen bu akımın veya dinin veya siyasi görüşün veya her ne karın ağrısıysa onun ortaya çıkardığı bir kavramdır Eşdinsellik.
Eşdinsel için ibadeti nasıl değiştirdiği önemli değildir.
Nerede yaptığı önemli değildir.
Kimlerle beraber yaptığı önemli değildir.
Sözüm ona niyeti önemlidir. Kilisede mum yakarken iki rekât da namaz eda edebilir derin bir huşu içinde.
Keşişlerle el ele inanç turizmi yapabilir. Hatta tüm dinlerin kutsal kitaplarını bir kitapta toplayarak kendince bir kutsal kitap yazabilir ve buna inanabilir.
Eşdinsel için kendi hoşgörü sınırları dışında sınır yoktur.
Dinin bir ideoloji haline getirildiği noktada ki bu eylem, kişinin hür iradesi ile olmayıp hâkim bir gücün etkisi ile oluştuğunda cevaplarla birlikte ortaya bir takım sorunlar da çıkar.
İçinden geldiğiniz toplumun genel yaşam kuralları ile etkisinde olduğunuz hâkim gücün amaçlarının çatıştığı noktada, ortaya çıkan cevapları gizleyebilmenin ve uyumsuzluğu gidermenin en etkili yolu, vicdan sömürüsü yaparak salya sümük ağlamak olsa gerektir.
Hoşgörü ideolojisi de denebilen bu durum aslında kendi içindeki çelişkilerden dolayı soyut bir psikozdan kaynaklanmış olarak kabul edilebilir.
Bu noktada; TDK sözlüğünde Psikoz;
1. Türlü sebeplerle kişiliğin bütünlük ve uyum gücünü geniş ölçüde yıkan ruhsal bozukluk.
olarak tanımlanmaktadır.
Kelimenin biyolojik türdeşini, tam olarak oturmamış olan kişiliğin, bir takım dışsal sebeplerle bütünlüğünün bozulması ve etkilenilen şeylerin etkisine girerek bir öykünme durumunun ortaya çıkması olarak da açıklayabiliriz.
Kişi aslında biyolojik olarak bir cinse mensup olmakla beraber, kişiliğinde meydana gelen travmaların yol açtığı kişilik bölünmeleri ve bazı harici nedenlerle, diğer cinse öykünür ve ortaya çıkan travma bir takım yapısal değişikliklerin, çirkin, gayri ahlaki, sağlıksız ve gayri tabii dahi olsa gerçekleşmesine, gerçekleştirilmesine neden olur.
İşte bu sayede biz sakal traşı olan, pisuvara işeyen, doğal yaşam ortamlarındaki davranışları her ne kadar erkeksi de olsa, dışarıda makyaj yapan, kırıtarak yürümeye çalışan, sözde kadınlarla(?) karşılaşırız.
Bu aslında son derece gayri tabii bir durum olmakla beraber, toplumsal hoş görü denen şey (ki bu toplumun genelini kaplamamakla beraber, bazı sözde aydınların hoşgörüsüdür ama ne yazık ki kamuoyu üzerinde ciddi yönlendirici etkiye sahiptir)
bu durumu eleştirmeyi eleştirir ve hatta eleştirenleri çağdışı olmakla suçlar.
Bu durumda; çağdaş olmanın gereğinin o biçim( biçimin ne olduğunu anlamayan yoktur herhalde) olmak olduğu gibi bir durumun ortaya çıkmasının mantıken bir engeli kalmamakla beraber, aynı hoş görü size de doğal halinizle yaşamanızın normal olduğunu salık verir.
Bu durumda dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak adına, toplumsal yaşamınızdaki anormallikleri eleştirmek yerine, kendi normalliğinizi kurtarmış olmanın rahatlığı ile bu zavallılığı görmezden gelir hatta kanıksarsınız.
Havlayan bir kediyi, miyavlayan bir köpeği, kükreyen bir fareyi yadırgar şaşırırsınız ama bu durumu kanıksarsınız. Bir anlamda ortada biraz riya bile vardır.
Çünkü işin aslını siz de biliyorsunuzdur ama toplumdaki sözüm ona entelektüel elitin hışmından korunmak adına, ben kendimi hep o biçimde hissettim türünden serzenişlere, normalmiş gibi yaklaşırsınız.
İşte yukarıda bahsettiğimiz Eşdinsellik kavramına da bu noktadan bakmak gerekir.
Ancak bir ve çok önemli bir farkla, o fark şudur ki; toplumlar üzerinde yaratılan bu etkilenmenin sebebi, tamamen stratejik ve askeri amaçlı coğrafi yayılmacılığa, yardım ve yataklık etmek gayesi ile özel olarak tasarlanan bir toplum mühendisliği çalışması olmasıdır.
Bu da tıpkı biyolojik türdeşi gibi Atlantik ötesinden gelir. Özel laboratuarlarda, özel amaçlarla mutasyona uğratılan ve dini öğelere dayanan ideolojilerin, yine özel olarak bu konuda uzmanlaşmış kişiler tarafından topluma enjekte edilmesidir.
Bu enjeksiyon sırasında ise herkesin sahip olduğu ama yeterli bilgisi olmadığı dini hassasiyetler kullanılır. Bu enjeksiyon en çok, tam olarak ideolojik kimliğini bulamamış kişiler üzerinde yaratılan etkiler sayesinde başarıya ulaşır ve bir virüs gibi yayılabilir.
Çünkü yayılma sürecinde işin enjeksiyon kısmı yerine bireylerin birbirlerinden etkilenme temayülleri önem kazanır, tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibi.
Ne kendi dinini, ne de kendi dininden önceki dinleri çok iyi bilmeyenler, kendi dinlerinin neden geldiğini, din olgusunun insan yaşamına etki ve katkılarını değerlendiremeyenler, içine düşürüldükleri ideoloji psikozunun kaçınılmaz sonuna yani eşdinselliğe sürüklenirler.
Artık anormallerin normallik sınırı içinde olması yadırganmaz.
Artık inandığınız dinin ön koşulu olan, bir önceki dine ait hükümlerin insanlar tarafından bozulmasından dolayı sizin dininizin yaratıcı tarafından gönderildiği gerçeği önemsenmez.
Diyalog yolu ile her sorun çözülebilir artık.
Bir yandan Tanrısal bir olguya inanır, diğer yandan bu Tanrısal olguyu insani çabalarla geliştirebileceğinizi, sorunları kendi ürettiğiniz alternatiflerle çözebileceğinizi düşünürsünüz.
Bir anlamda Tanrısal bir görev üstlenirsiniz, hatta kendinizi Tanrı yerine koyarsınız ama farkında değilsinizdir.
Sizin inandığınız Peygambere Şeytan derler ama siz onlarla diyalog kurmaya devam edersiniz.
İnandığınız din terör dini olarak tanıtılır ama siz diyalog ve hoş görü çalışmalarına devam edersiniz.
Aslında din adına yaptıkları şey, planlı siyasi hedeflerini ele geçirmelerini sağlayacak olan çeşitli operasyonlar için uygun zemini yaratmaktır ama siz bu durumu bile, kişilere kondurduğunuz ermişlik kimliğinin karanlık gölgesinde saklarsınız.
Kendi gözlerinize, kendi aklınıza ihanet edersiniz ama farkında değilsinizdir.
Hoş, bazıları için aklına ihanet durumu söz konusu değildir, çünkü bir mutlak butlan hali söz konusudur, yani yokluk hali, yani olmayan bir şeye ihanet edilemeyeceği için ihanet edilmiş sayılmaz.
Bu sırada siz farkında bile olmadan ama müsebbipleri son derece bilinçli olarak, bir ruhban sınıfı oluşturulur.
Abi sıfatı bu sınıfın jargonda bilinen adıdır.
Abiler belirleyicidir, doğrular veya yanlışlar onlara sorulur, onlar da hiyerarşik olarak kendi üzerlerinde bulunan ağabeylerine sorarlar ve yukarıdaki irade doğruyu veya yanlışı belirlemiş olur.
Siz bunlara uyarsınız.
Örneğin; iki gün önce kendi memleketinde, inandığınız dine hakaret eden bir keşişi çiçeklerle karşılamaya gitmekten hiç yüksünmezsiniz abiler gittiği için.
Veya Aya Yorgi kilisesine giderek dua edip dilekleriniz için mum yakar ve papaz efendiden keramet beklersiniz Müslüman olduğunuz halde.
Hülasa aslında bir dine mensup ve o dinin gereklerini yerine getirmekle mükellef olduğunuz halde, bir başka dini, inandığınız din elvermese de kabullenir ve hatta bazı gereklerini de yerine getirirsiniz.
Bu durum inandığınız dinin dışında birden fazla dini de kapsayabilir.
Ortaya çıkan bu dinler yumağından kendinize göre bir sentez bile oluşturabilirsiniz isterseniz ki sizi temin ederim son derece çarpıcı örnekleri var bu durumun. Tektanrılılık iddiasında olmakla beraber, aslında çoktanrılı bir inanç sistemi inşa etmişsinizdir.
Bu anlamda aynı tanrıya inanıyoruz demeniz bile kendi dininizden çıkmak anlamı taşır ama siz onu da dersiniz.
Çoktanrılılığı yani, inandığınız dinden önceki dinlerin tanrı inanç ve tasvirlerindeki değişimi kabul etmediğiniz için veya hala aynı yaratıcıya inanıyoruz dediğiniz için, üstelik çoktanrılıların dürüstlüğüne leke sürmemek için (en azından delikanlı gibi kaç tanrıları olduğunu söylüyorlardı, biraz Kasımpaşa ağzı oldu ama idare edin) biz bu durumu EŞDİNSELLİK olarak adlandırdık.
Aslında bu tanımlamanın bizden önce sosyologlar ve psikiyatristler tarafından bulunması gerekirdi ama bu hediyeyi bilim dünyasına biz vermiş oluyoruz. Telif ve hatta teşekkür bile istemiyoruz üstelik.
Bu yaşam ve inanış biçimine dair örnekleri çoğaltmak mümkün, görüldüğü üzere EŞDİNSELLİK ne yazık ki hayatımızın marazi bir gerçeği ve tedavi edilmesi gittikçe daha zor bir hale geliyor.
Başlı başına bir din olma yolunda ilerliyor zira.
Eşdinsellik olarak adlandırdığımız bu duruma sebep olan psikoz ise yaratılan bu yeni din kapsamında bir maraz değil de çağdaşlık olarak başkalaştırılıp öyle çıkarılıyor karşımıza.
Bahaîlerden kalma; tüm dünyada tek din, tek dil, tek devlet, tek millet ütopyası ise ki artık ütopya olduğunu iddia edemeyiz- hedefine doğru hızla ilerlemekte bu sırada.
Şimdi bu eşdinsellere sorsak; siz Bahaî misiniz? diye.
"Hayır değilim" derler.
Sorsak;
siz Hıristiyan mısınız? diye.
"Hayır değiliz" derler.
Sorsak
siz eşdinsel misiniz? diye.
"O ne ola ki"
derler.
E siz nesiniz desek,
"Müslümanız" derler ama ona da biz inanmayız.
Biz de tuttuk Eşdinsel dedik, fena mı ettik yani?
Böylece yaşam biçimlerini tanımlayan bir isimleri oldu.
Adını biz verdik yaşını Tanrı versin demeyeceğim, adlarını verdiğim güne lanet okuyorum zira.
Kaynak