Bilim ve teknolojinin gelişmesi evrenin yaradılışı ile ilgili,örneğin büyük patlama gibi,modelleri tartışma konusu yapmıştır.Fizik kanunları zamanın ve uzayın başlangıcını bu olaya bağlar.Büyük patlamadan önce zaman ve uzay varmıdır?
Sorusu her türlü spekülasyona açık metafizik bir problemdir. Zaman ve uzay gerçekten büyük patlama ile ortaya çıktı ise evren bu andan itibaren nasıl gelişmiştir sorusuna fizik ve kozmoloji hiçbir şüpheye yer vermeyecek açıklamalar getirmiştir. Optik teleskoplarla başlayan uzayı inceleme radyo teleskopların keşfi ile evrenin karanlıklarından gelen sinyalleri yakalamaya ve yorumlamaya dönüşmüştür.Bu ise ortaya çok ilginç bir sorunun atılmasına neden olmuştur.
Acaba evrende tek akıllı yaratık insan mıdır? Bizden başka akılı yaratıklar varmıdır? Onlar ile haberleşebilirmiyiz?UFO'ları gördüğünü ileri sürenlerin deneyimleri gerçekle ne kadar örtüşür?
Bilinen fiziksel koşullara rağmen yaşamın gezegenimizde nasıl meydana geldiği sorusu henüz daha yanıt bulamamıştır. Yaşam bizim kavrayamayacağımız formlarda oluşabilir. Evrenin derinliklerinde yaşamı oluşturan koşular iki güç sorunun yanıtlanması ile açıklığa kavuşabilir:
1-Dünyadakine benzer koşulların kozmosta oluşma sıklığı ne kadardır?
2-Optimum yaşam koşulların sağlandığı ortamda canlıların ortaya çıkma şansı nedir?
Birinci sorunun yanıtı yaşama uygun gezegenlerde canlılık oluşabilir. Ancak gezegende egemen olan örneğin kütle-çekimi,sıcaklık, gibi fiziksel ve kimyasal şartlar canlılık için uygun olsa bile böyle bir gezegende canlılığın oluşma şansı nedir? Bu konuda biyoljistler arasında tam bir görüş birliği yoktur.1996 yılında bilim çevrelerini boşuna umutlandıran bir keşif yapıldı. Komşu gezegenden kaynaklı olduğu sanılan bir metoreoitte organik kökenli bir fosil bulundu. Fosilin bulunuşu canlılığın ancak gezegenimizdeki koşullara benzer koşullara sahip ortamlarda oluşacağı iddiasına şüphe düşürdü. Marsta gerçekten bir zamanlar canlılık ortaya çıkmış olsa bile en ilksel formda sürmüş olabilir ve çok kısa bir zaman içinde ortadan kalkmışa benzer. Yerküre biyosferi canlılığın oluşmasını sağlayan bir yapıya sahiptir. Ancak akıllı yaşamın nasıl oluştuğu gerçek bir problemdir. Bilim,canlılığın akıllı yaşama doğru evrimi doğa kanunlarının belirlediği süreçlere bağlar.
Evrimi geri çevirip yeniden başlatmak mümkün olsa, hangi noktada duracağını veya yok olacağını veya evrimini hangi doğrultuda sürdüreceğini kestirmek olanağı yoktur. Hiç şüphesiz tüm hayvanların gözleri,burunları olacaktır,evrim teorisyenleri çevre ile ilişki kuran bu organların o veya bu şekilde oluşmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürerler. Acaba evrimselleşme ile her zaman akıllı yaşama ulaşmak olasılığı varmıdır? Evrimsel biyoloji uzmanı Ernst Mayer'e göre canlıların bir akla sahip olması evrimselleşmenin genel bir özelliği değildir.Canlıları akıllı olmaya götüren farklı bağımsız evrimsel yollar yoktur. Bu yokluğun çeşitli mantıksal nedenleri bulunabilir.Akıllı yaşam bir kere oluşmaya başladığında ve belli bir eşik değeri aştığında biyosferi kontrol eder ve artık doğal seçim kuralları egemenliğini sürdürmede zorlanır. Şayet akıllı yaşam kendini ortadan kaldıracak eylemlerin içine girmez ise durum sürdürülür. Bir kere meydana gelmiş akıllı yaşamın yok olup tekrar evrimselleşme şansı yoktur. Çok basit ilkel canlılık oluşsa bile bunun evrimselleşme ile akılı yaratıklar kadar uzanma şansının ne olduğu bilinemez. Belki de ilkel canlılar evrimselleşmenin belli bir aşamasında ortadan kalkabilirler. Akıllı yaratıkların oluşması,evrimselleşme sürecinde ard arda gelen ve çok nadir rastlantısal olayların bir sonucu olabilir. Büyük bir olasılıkla galaksimizde Dünyadan başka bir adreste akıllı yaratıklar evrimselleşmemişlerdir. Bu olasılıkları hiçbir neden gösterilmeden yadsımak bilimsel yaklaşıma inanmamak anlamına gelir.
Galaksimizde Güneşten birkaç milyar sene daha yaşlı yıldızlar vardır. Eğer bu konumlarda canlılık ve evrimselleşme akıllı yaratıklar ile son bulduysa, bizler bu uzaylılardan şimdiye değin neden hiçbir sinyal alamadık? Bu gözlem canlılığın evrimselleşme sürecinde mutlaka akıllı yaratıklara sonlanmadığını veya sonlansa bile bunun çok ender bir evrimselleşme olduğunu kanıtlar. Akıllı yaratıkların yani insan türü canlıların oluşmasının ender rastlanan bir olay olduğunun diğer bir kanıtı, Güneş sisteminin yaşı ile ilgilidir.Fizik kanununları ve astronomi gözlemleri Güneşin ömrünün yarısını idrak ettiğini gösterir. Buradan Güneş sistemi içinde yani yerküre de insan oluştuğuna oluştuğuna göre, akıllı yaratıklar en az güneşin hesap edilen yaşının yarısı kadar bir zaman içinde oluştuğu sonucu çıkar. Diğer taraftan akıllı bir yaşamla son bulan evrimselleşmenin hesap edilen zamanı ,güneşin hesap edilen yaşından çok daha uzundur.Buna göre yerküre üzerinde, akıllı yaratıklarda son bulan bir evrimselleşmenin mümkün olmadığı görülür. Buradan çıkartılan sonuç, yıldızların yani diğer bir değişle enerji kaynaklarının fizik kanunlarına göre hesap edilen yaşları ile evrimselleşme süresi arasında bir ilişkinin olmadığıdır. Dünya üzerinde akıllı yaşamı oluşturan evrimselleşme kısa sürmüştür.
Bu nedenle kozmik coğrafyada Dünya akıllı yaratıklara sahip olma özelliği ile çok nadir bir oluşumu temsil eder. Şayet evrenin derinliklerinde orada burada herhangi bir yerde akıllı yaşam meydana gelmiş ise haberimiz olurdu.
Kozmik bir adreste akıllı yaşam olasılığını düşünmek bir hayal olduğu gibi bu adreste yaşayanların kendi varlıklarını bizlere bildirmek gibi bir projeleri de olmayabilir. Her iki olasılıkta %50 oranında gerçekle örtüşebilir.Hiç bir sinyal almayışımız onların var olmadıklarını kanıtlamaz. Pek çok gözlemevi ve uydulara yerleştirilen antenler, uzun bir süredir en ufak umut verici bir işaret olmamasına rağmen akıllı uzaylılardan gelecek sinyalleri duyabilmek için gece gündüz sabırla beklemektedirler. Uzayda canlılık varsa,mutlaka organik kökenli olması,yani karbon ve hidrojen atomlarından yapılmış olması gerekir.Bizler ancak öyle bir canlılığı tanımlamışızdır.
Böyle bir canlılık gerçekten Dünyamızdakine benzer bir evrim sürecinden geçerek akıllı yaşamı oluşturmuş ise var oluş sinyallerini radyo frekansları ile yayarlar. Bu sinyaller evrenin derinliklerinde yayılırken onları sabırla bekleyen hassas teloskoplarımızın antenlerine düşerler.Radyo frekans aralığında en az enerji tüketerek yayınlanacak sinyallerin dalga boyları 18-21cm arasında değişir. 18 cm dalga boyu OH iyonuna 21cm H atomunun yaydığı elektromanyetik dalgalara ,yani sinyallere tekabül eder. Bilindiği gibi OH iyonu ile H atomunun birlikteliği su molükülüdür. Şayet antenlere dalgaboyu bu aralıkta olan sinyaller düşerse yayının yapıldığı kozmik adreste su yani canlılığın ilk şartının oluştuğunu gösterir. Şayet 1,3,5,7,11.13,17,19,23,29 cm boyunda sinyaller,bunlar asal sayılardır, hiçbir şekilde doğal kaynaklı olamazlar, yani su veya diğer başka bir molekül bu dalga boylarında sinyal yayınlamaz. Bu ise sinyalin yayınladığı kozmik coğrafyada akıllı yaşamın yani bilimsel ve teknolojik bir kültürün oluştuğunu kanıtlar. Yazılı ve görsel basında yer alan ve Hubble teleskopuna düşen ve suyun var olduğu sonucunu doğuran sinyalin hikayesi budur.Bu UFO'ları görmekten veya gördüğünü iddia etmekten çok farklı bir olaydır.Fiziksel kanıtlara dayanır.
Prof.Dr Cengiz YALÇIN
Hürriyet