Ey Üniversite!... Bu Suskunluk Nedir, Bu Sorumsuzluk Nedir?
15 Mayıs 1919… Osmanlı hükümeti, bir valisi ile iki generali; vatanın ayrılmaz bir parçasını, İzmir’i, tek kurşun atmadan düşmana teslim ediyor.
İstanbul halkı bu işgali tam olarak ancak 17 Mayıs tarihli gazetelerden öğrenebiliyor. Üniversite gençliği derhal harekete geçiyor. Askeriyenin yayımladığı İzmir Fecayii adlı kitabın “İzmir’in işgali üzerine İstanbul’da yapılan tezahürat” bölümünde, Üniversite’de yapılan ilk toplantı anlatılıyor. İkdam gazetesinde Üniversite’de öğrencilerin gösterileri, “Genç Öğrencinin Vatanseverce Duyguları” başlığı altında haberleştirilmiş.
18 Mayıs… Halk işini gücünü bırakıp dükkânlarını kapatarak işgali protesto ederken, “ülkenin genç ve vakur kitlesi yüksekokul öğrencileri” de Darülfünun’da (Üniversite’de) toplanmıştır. Toplantıda saatlerce İzmir’in işgali görüşülmüş, alınması gereken önlemler tartışılmıştır. Üniversite öğretim üyeleri ve öğretmenleri “önemli bir sorunun müzakeresi için” Hukuk Fakültesi tarafından toplantıya çağrılmaktadır. Darülfünun’un bütün fakültelerinin müderris (profesör) ve kız-erkek öğrencileri konferans salonuna akın etmekte.
Ve Rektör Besim Ömer Paşa’nın, Hukuk Fakültesi adına Muslihittin Adil Bey’in, Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Akil Muhtar Bey’in konuşmaları: Felaket çok ağır ve derin… Bundan etkilenmeyecek bir Osmanlı olamaz. Sözden çok işe gereksinim var. Gereken protestolar yapılmalı… Azmimizle geleceğimizi belirleyeceğiz. Birleşmeliyiz. Başında Darülfünun’un bulanacağı bir millî teşkilat kurmalıyız.
Ardından, iki mandacı hoca, ilerde Sevr Antlaşması’nın imzacıları arasında yer alacak olan, Edebiyat Fakültesi müderrislerinden Rıza Tevfik ile Mühendis Mektebi öğretmenlerinden Yusuf Razi Bey birer teslimiyetçi konuşma yapıyor. Daha sonra, Servet Bey “bütün gençlik adına” şu önerilerde bulunuyor: İşgal protesto edilecek. Etkin bir kuvvet, bir öğrenci kurulu oluşturulacak. Müderris ve öğretmenler önde olacak. Millî birlik için seferberlik ilan edilerek düşmanla savaşılacak.
***
Darülfünun adına Fen Fakültesi öğrencisi Gıyasettin Bey’in, Tıp Fakültesi adına Sırrı’nın, Hukuk Fakültesi temsilcisi bir öğrencinin, Kız Darülfünunu adına genç bir kızın, bir diğerinin heyecanlı, ateşli ve kararlı konuşmaları: Şartlar bizi esir konumuna indiriyor. Başlaması gereken mücadelenin başına Üniversite geçmelidir. … Artık keyif ve istirahat içinde yaşamamız zillettir. Suskunluk içinde olmamız bir cinayettir. Bizi azmimizden hiçbir kuvvet döndüremez. Arkadaşlar, vatan ve millet bugün tehlikededir. Zilletle yaşamaktansa kahramanlıkla ölmeyi tercih ederiz. … Millî matem göstermeli, bayrakları siyaha boyamalı, siyah perdeler asmalıyız…. Haksızlığa karşı bütün varlığımızla isyan ediyoruz. Teşkilatımızı kurduk. Diğerleri ile işbirliği yapmaya hazırız. Daima beraberiz. Bu konuşmalardan sonra gereken protestoyu hazırlamak üzere öğretim üyeleri ile öğretmenlerden ve öğrencilerden bir kurul oluşturulur.
Darülfünun konferans salonu… Terhis edilmiş yedek subaylar ve öğrenciler bir araya gelmiş, vatanı kurtarmanın çarelerini arıyorlar. Ancak bir neticeye varılamamış. Birden tiz ve gür bir ses yükseliyor, bir genç haykırıyor: Söz zamanı değildir. Memleket batıyor. Burada düşman tehdidi altında bir şey yapmaya imkân yok. Eğer yurdumuzu seviyorsak dağılalım. Hepimiz memleketi bir bütün halinde ayaklandıralım. Başka kurtuluş çaresi yoktur.
Üniversite artık milletin beyni ve yüreği haline gelmiştir.
Tam bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa… O da Samsun’a çıkmak üzeredir.
***
Sıra mitinglere gelmiştir. İstanbul’da semt semt mitingler yapılacak, halkın işgale olan tepkisi ortaya konacaktır.
İlk miting Fatih’te 19 Mayıs günü yapılır. Bunu 20 Mayıs’da Doğancılar’daki miting, 22 Mayıs’da 20 bin kişinin katıldığı Kadıköy mitingi izler. Ve düzenlenmesinde gençliğin önemli görevler üstlendiği, öğrencilerin siyah bayraklarla katıldığı, 200 bin kişinin hazır bulunduğu 23 Mayıs Sultanahmet mitingi… Korkmuş olmalılar ki, İtilaf devletleri 25 Mayıs’da yapılması düşünülen iki mitingi yasaklar. Halkı bu mitinglere çağırıp yönlendirenler kimlerdir? Elbette Üniversite gençliği!... Semt semt dolaşıp bildiriler dağıtan Üniversite gençliği!...
Bu mitinglerde halka hitap edenler arasında Üniversite gençleri de vardır. İşte Meliha Hanım’ın, Münevver Saime Hanım’ın, Tıbbiyeli Mehmet Cevdet Bey’in konuşmalarından alıntılar: Vatanımızı kurtaracağız. Zorla alınan hak elbette iade edilecektir…. Milletimizin yok edileceğini sananlar aldanacak. Ancak ağlamakla hakkımızı alamayacağımızı biliyoruz. Teşkilatlanacağız, ardından faaliyete, iş yapmaya başlayacağız.
Saime Hanım Üniversite öğrencisidir. Arkadaşları ona “asker Saime” demektedir. Konuşmalarındaki kararlılık, vatan sevgisindendir. Saime Hanım bir süre sonra Anadolu’ya geçecek, savaşlara katılacak, göğsüne İstiklal Madalyası takılacaktır.
Fatih mitinginden sonra Padişah’a gönderilmek üzere iki gençle birlikte Halide Hanım seçilir. Fakat Padişah Vahdettin gençleri kabul etmez.
20 Mayıs Üsküdar mitingi… 22 Mayıs, Kadıköy mitingi, sırasıyla “Darülfünun gençliği” ile“Tıbbiyeliler” tarafından düzenlenmiştir, bakın davet yazılarında ne diyorlar: Bugün yedi asırlık varlığımız tehlikede. Milletimiz dünkü köleleri tarafından esir ediliyor.… Yurdumuzdan her gün bir parça düşman ayakları altında çiğnenirken, biz Türk ve Müslümanlar, bu aziz topraklarımızı kurtarmak çarelerini düşünüyoruz.
Ve 5 Haziran 1919… Üniversite, öğretmenleri ve öğrencileriyle yine seferber olmuş. Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin fevkalade toplantısı… Gençlik, Barış Konferansı’nda Osmanlı tezlerini açıklamak için Paris’e gidecek olan Damat Ferit’e bildirilmek üzere şu kararları alır: 1) Çoğunluğun Türk olduğu bölgelerde bağımsızlığın ve toprak bütünlüğünün sağlanması, 2) Manda ve vesayet gibi önerilerin reddedilmesi, 3) Türk gençliğinin, bunlara aykırı bir barışa itaat etmemeye kesin kararlı olduğunun bilinmesi.
4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi delegelerinden biri de Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencilerinden Hikmet’tir. Fakülte’nin öğrenci derneği tarafından seçilmiştir.
8 Eylül’ü 9 Eylül’e bağlayan gece… Kongre binası olarak kullanılan binada Mustafa Kemal Paşa’nın odası… Odada bulunanlar mandaya karşı olan görüşlerini belirtiyor. Tıbbiyeli Hikmet de oradadır. Birden öne fırlar, ateş ve heyecan kesilmiş olarak, şöyle konuşur: “Paşam, delegesi olduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davamızı başarmak yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları, her kim olursa olsun, şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederiz.”
Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecanlı bir sesle şu yanıtı verir: Oğul, müsterih ol. Ben gençlikle iftihar ediyor ve gençliğe güveniyorum. Mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız değişmez: Ya bağımsızlık ya ölüm! 1
***
Şimdi 17 Kasım 2014’de dönelim, tam 85 yıl sonrasına, bugüne …
Bugün de durum aynı değil mi, ey Üniversite!… Bugünün 15 Mayıs 1919’dan ne farkı var: Ülkemiz bölünüyor. Ülkeyi sözde yönetenler, Vatanın bir parçasını düşmana teslim hazırlığı içindeler… Tıpkı Osmanlı hükümetinin, vali ve generallerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e reva gördüğü gibi. “Teslim hazırlığı” dedim ya, bakmayın, bu, benim arımdan; aslında neredeyse teslim etmişler bile. Herhalde olup bitenleri takip ediyorsundur; PKK ve sözde demokratik partisi neler yaptı ve yaptırıyor güneydoğumuzda: Bölücü konuşmalar, özerklik ilanları, paralel mahkemeler, farklı dilden tabelalar, yol kesme ve kontrolleri, heykel dikmeler, bayrak indirmeler, okul yakmalar, Atatürk’e hakaretler… Bütün bunların 15 Mayıs 1919’da olanlardan ne farkı var?
Sen ne zaman bağıracaksın “nedir bu olanlar, bu ülke sahipsiz mi” diyerek? Bağırmazsın, ağzını bile açmazsın, böyle programlandın. Ondan da geçtik, konuşacak birileri olsa onları da susturursun. Hatta üniversiteye sokmazsın.
1919’da, Üniversite vardı. İşgal haberini aldıkları an, nasıl ayağa kalktıklarını, nasıl görev başına koştuklarını, nasıl çalıştıklarını yukarda anlattım. Peki, sen…, sen ne yapıyorsun, Üniversite!… Bu ne suskunluk, bu ne umursamazlık, bu ne sorumsuzluk!
Bu hal zilletle yaşamak, bu sükût cinayet değilse, nedir?
Hani senin toplantıların, mitinglerin, hani senin konuşmaların, demeçlerin, bildirilerin, protestoların, birliğe davetlerin, teşkilatların?
Nerede etkili kurulların, nerede ön safta olan profesörlerin, nerede seferberliğin…
Milletimizin varlığı bugün de tehlikede değil mi, yurdumuzun bir parçası bugün de bölücü hainler tarafından çiğnenmiyor mu, koparılmıyor mu?
Sen üniversitelerin görevinin sadece öğretim ve araştırmadan mı ibaret olduğunu sanıyorsun? Bir de, üniversitelerin topluma hizmet görevi olduğunu bilmiyor musun? Okumadın mı, anlamadın mı? Öyleyse öğren. Bundan 85 yıl önceki Üniversite gibi vatanına, milletine sahip çık. Üç günlük koltuğa, üç paralık menfaate değer mi bu teslimiyetin?
Üniversite gençliği, ya sen?
Ey Üniversite! Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun size.
Yazıklar olsun sizin kalıbınıza!
O unvanlarınıza, o makamlarınıza, o kürsülerinize!
Rektörlüğünüze, dekanlığınıza, müdürlüğünüze, başkanlığınıza…
Milletimin en büyük talihsizliklerinden biri de sizsinizin.
1919’un bile yüz yıl gerisindesiniz.
Sizin gibi Üniversite olmaz olsun!
1 Şu değerli kaynaktan özetledim: Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Gençliği, Kaynak yayınları, İst., 2004, ss.122-149.
Prof. Dr. Cihan DURA, 17 Kasım 2014