BU TASLAK 2005’DE HAZIRLANDIKasım 2002 seçimlerinden sonra yasama ve yürütmeye egemen olup, “iktidara” gelenler, başta 10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer olmak üzere medya, üniversiteler, ordu ve yargının Atatürkçü anayasal rejimi koruyan tepkili davranışları ve karşı çıkışlarıyla rejimi değiştirmeye “muktedir” olamamışlardır. Ne var ki, Temmuz 2007 seçimleri ve arkasından gelen Cumhurbaşkanı değişikliği, AKP’ye “muktedir” olma olanağını da sunmuştur.
Bu durum, AKP’ye, yasama ve yürütmeden sonra yargıyı da ele geçirebilmek için Anayasa’yı değiştirme fırsatı sunmuştur. Bu fırsatta, kuşkusuz, AKP’nin “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğunu” saptamasına karşın bu siyasal partiyi kapatmayarak iktidarda kalmasına olanak sağlayan Anayasa Mahkemesi’nin payı da büyük olmuştur.
Eğer önce milletvekilleri, sonra halkımız sağduyulu davranmazsa, yargı erki de AKP yönetimine geçecek ve böylece kuvvetler birliğine dönüş sağlanarak “parti devleti” yaratma operasyonu başarıyla tamamlanmış olacaktır.
NEDEN BAŞKANLIK SİSTEMİBu operasyondan sonraki evrede, özellikle 2011 seçimlerinden sonra Anayasa’nın, AKP tarafından tümüyle değiştirilmesi gündeme gelecektir. Bu değişiklikte de, “seçilmiş kral” döneminin perçinlenmesi için “başkanlık sistemi” getirilecek ve egemenliğin dış güçlere aktarılmasının yolu açılacaktır.
Başkanlık sisteminin düşünüldüğü, bizzat Sayın Başbakan tarafından açıklanmıştır. Kuşkusuz bunun zamanlaması dikkat çekicidir. Dikkat edilirse 2011 seçimlerinden sonraki dönemi ilgilendiren bu açıklama, seçimlerden önce değil, şimdiki Anayasa değişikliklerinin en hararetli biçimde tartışıldığı günümüzde yapılmıştır. Amaç, kamuoyunun dikkatini, yandaş yargı yaratma operasyonundan başka tarafa çekmektir. Bu amaca hizmet etmemek, gündemin değiştirilmesine izin vermemek gerekir.
2005 YILINDA VARDIEgemenliği dış güçlere devri konusu ise, 2005 yılında Sayın Cemil Çiçek’in Adalet Bakanı olduğu dönemde hazırlatılan AKP anayasa taslağında yer almaktadır. Bu taslakta yapılan düzenlemelerle, “ulusal egemenliğimiz” Avrupa Birliği örgütüne devredilmekte; iktidar tarafından sıklıkla dile getirilen “milli irade” yok edilmektedir. Şimdi kısaca bu değişiklikleri gözler önüne sermeye çalışalım:
Değişiklik, Anayasa’nın, “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur” düzenlemesini içeren 6. maddesinden başlamaktadır. Bu maddede, “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır” denildikten sonra, “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz” yasağı getirilmektedir. Başkanlık sistemini önleyen bu kural, aynı zamanda egemenliğin dış güçlere aktarılmasına da izin vermemektedir. İşte bu yasak kuralına “AB üyeliğinin gerektirdiği haller dışında” istisnası getirilerek, ulusal egemenliğin Avrupa Birliği ile paylaşılması sağlanacaktır.
Bir ulusu ulus yapan en önemli etmen, tam bağımsızlığa sahip olması ve egemenliği kendisinin kullanmasıdır. Bu değişiklikle, yalnızca egemenliğin devriyle kalınmış olmayacak, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin “ulus devlet” özelliğine de son verilmiş olacaktır. Dış güçlerin 1990’dan beri önerdikleri ve istedikleri de bu değil midir?
EGEMENLİK DEVREDİLİYORTaslakta, buna bağlı olarak kimi maddelerde de düzenleme yapılmaktadır. Anayasa’nın 7. maddesinde, “yasama yetkisinin TBMM’nde olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği” yazılıdır. Taslakta, bu maddenin, “AB üyeliğinin gerektirdiği haller dışında bu yetkinin kullanılması devredilemez” biçiminde değiştirilmesi öngörülerek, yasama yetkisinin AB’ne devredilmesine olanak sağlanmaktadır.
Anayasa’nın 8. maddesindeki, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” kuralı, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya, yasalara ve AB hukukuna uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” biçiminde değiştirilerek, yürütme yetkisinin kullanılmasında “AB hukuku” sınırlaması getirilmektedir. Bu değişiklikle, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nun eylem ve işlemleri, AB hukukuna uygunluk koşuluna bağlanmaktadır.
Taslağa göre, Anayasa’nın 9. maddesindeki, yargı yetkisinin “Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı”na ilişkin kurala, “Türkiye’nin taraf olduğu anlaşma gerekleri saklı kalmak kaydıyla” koşulu konacak ve bu değişiklikten sonra, yargı erki de AB hukukuyla bağlı duruma getirilecektir.
Bunun uzantısı olarak, Anayasa’nın 138. maddesindeki, yargıçların, “görevlerinde bağımsız oldukları; Anayasaya, yasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanatlarına göre hüküm vereceklerine” ilişkin kurala, “AB müktesebatı dahil” ibaresi eklenerek, yargıçların Anayasa ve yasalar yanında AB kuralları ile de bağlı olmaları sağlanacaktır.
Anayasa’nın 38. maddesine konulacak kuralla, suç nedeniyle başka bir ülkeye verilmeyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşların, “uluslararası anlaşmalar ve AB müktesebatının gerektirdiği” durumlarda yabancı ülkelere teslim edilmesinin yolu açılmaktadır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, yurttaşını koruyamayan bir devlet durumuna düşürülecektir.
16, 67 ve 74. maddelerde yapılacak değişikliklerle, AB yurttaşlarının hakları, diğer yabancı uyruklu kişilerde olduğu gibi yasalarla sınırlandırılamayacak; Türkiye’de yaşayan AB yurttaşlarına yerel seçimlerde seçme ve seçilme, bu amaçla bir siyasal parti içinde siyasal etkinlikte bulunma hakkı tanınacak; bu gibiler, Türk yurttaşları gibi, yetkili makamlara ve TBMM’ne dilekçe verme olanağına kavuşturulacaktır. AB yurttaşlarının yerel yönetimlerimizde söz hakkına kavuşacağı günler uzak değildir.
90. maddeye konulacak bir kuralla, AB müktesebatının, ulusal mevzuatın, yani Anayasamızın ve yasalarımızın üzerinde bir üst norm olması sağlanacaktır.
GELECEĞİMİZ BUNA BAĞLIİşte, TBMM tartışılan Anayasa değişikliğinin kabul edilip yürürlüğe girmesiyle başlayacak süreçte varılacak nokta budur. Türkiye Cumhuriyeti, ulusal egemenliğini AB’ne devretmiş, bağımsızlığını yitirmiş bir devlet durumuna düşürülecektir.
Sorumlu yurttaşlar olarak, gelecek değişikliklere cesaret edilememesi için de, bugün yapılanlara tavır koymak zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği, bu değişikliklerin kabul edilmemesine bağlıdır.
Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi eski Genel SekreteriOdatv.com, 28 Nisan 2010